*** KORKU ***
“Zihne musallat olan olumsuz düşüncüleri
kovmanın yolu, inadına gülümsemeyi sürdürmektir.”(Torlakon)
Birileri hiç üşenmemiş ve bir bir sıralamış
insanların hayatlarını kısıtlayan 550 kadar korku çeşidini. Biraz daha
kurcalansa veya teknolojinin getirdiği korkular da eklense sayı kim bilir
nereye varır. Örneğin; eskiden “yukarıda Tanrı var” korkusu büyük ölçüde “uydu
var, dron var, Google var, mobese var, gizli kamera var vs”ye dönüşmüş durumda.
Yani çok su götürür bu; gündelik yaşantıya, geleceğe veya ölüm ve ötesine
ilişkin korkular…
Sayı her nereye varırsa varsın sonucu
belirleyenin “öğrenilmiş alışkanlıklar” olmasıdır. Bu alışkanlıkların bir kısmı
da bazı yeteneklerde de olduğu gibi daha anne karnındayken kazanılmaktadır. Örneğin;
kendisini arpa zannettiği için gördüğü tavuktan korkup kaçan şahsın veya bir
türlü anlamlandırılamayan hiç nedensiz korkulara esir olanların annelerinin
hamilelik döneminde yaşadığı travmaların iyi incelenmesi gerekir…
Konu öğrenilmişliğe dayalı olunca çok
şaşırtıcı durumlarla karşılaşmak da gayet doğaldır:
* Komşum eski bir
militan olup çok gözü karadır fakat kediden de ödü kopar. İşten eve döndüğünde
binanın 20 metre karşısında alârm durumunda bekler. Ta ki bir başka komşu gelip
de kapıyı açarak çevreyi kolaçan da ettikten sonra “asayiş berkemal,
gelebilirsin” diyene kadar.
* Yengem tam da bir
Anadolu kadınıdır. Başkalarını tırstıran yılan, köpek, karanlık, yükseklik vs
onu hiç ırgalamaz. Gelgelelim “gara böce” denilince derhal rengi atar. Başka
böcek, çiyan, akrep, fare filan da değil onu korkutup sandalye üstüne sıçratan,
sadece siyah böcek.
* Eskiden ıssız ve
sessiz ortamlarda arardım huzuru. Duvardaki saatin tik-taklarına bile tahammül
edemezdim fakat altı yıldır çektiğim şiddetli kulak çınlaması nedeniyle ancak
gürültülü ortamlarda uyuyabiliyorum. Öyle ki; bu çınlamanın ölümden sonra da
devam edebileceği korkusuyla yaşıyorumL… Olmayan organın sızısı diye de acı bir
gerçek var(http://www.torlakon.com/haberdetay.asp?ID=421)L…
Korku
kaygının ötesi olmakla birlikte aradaki sınır keskin değil kademelidir ve
kişiye göre de farklılık gösterir. Kimine göre zaman, kimine göre mesafe,
kimine göre ton, kimine göre de şiddet vs kademelendirilir:
* Çocuklarının
mürüvvetini göremeyeceği kaygısında olan hasta anneye çok riskli bir ameliyata
alınmak zorunda olunduğu söylendiğinde, kaygı birden seviye atlar ve korkuya
dönüşür.
* Yaşamayı sevdiği
halde hayallerini hep ileri yıllara ertele erteleye çaptan düşen veya iyi bir
kul olma duygusuyla geçen yıllarının ardından geriye doğru baktığında elle
tutulur bir amel göremeyen adamı yavaş yavaş saran kaygılar, herhangi bir
damdan veya eşekten düşme durumunda korkuya sıçrama yapar.
* Günü gününe
çalışmadığı derslerini sınav günü akşamına kadar biriktiren fakat sabahlara
kadar çalıştığı halde yetiştiremeyen ve kafası da adamakıllı allak bullak olan
öğrenci kaygılarıyla boğuşmaktadır. O sınav son şansıysa eğer, korku onu esir
almıştır.
* Böcekten çok korkan
birisi için bahçedeki örümcek kaygı, evdeki korku, ensedeki ise ürkme nedenidir…
İnsanların çoğunun ölümden fazla örümcekten
korktuğu görülmüş. Benim ise, kirli ayaklarıyla ekmeğimin üzerinde gezinen
sineklerin nüfusunu azalttıkları gerçeğiyle sevdiğim örümceklerin canlılar
dünyasındaki yerine kısaca bir göz atalım:
Arthropoda (Eklem
bacaklılar):
Crustacea (Kabuklular: Yengeç, karides, istakoz,
deniz akrebi vs),
Arachnida (Örümceğimsiler: Akrep, örümcek, böğ, kene, mayt vs),
Myriapoda (Çok ayaklılar: Kırkayak, çiyan),
Insecta (Böcekler: Kelebek, çekirge, sinek, arı, bit, pire vs)
Çocukluğu kırsalda geçenler doğa ve hayatta
kalma konusunda daha deneyimli oluyorlar. Örümceklere nazaran daha ürpertici
olan böğler(Solifugae), geceleyin ışığa gelen güveleri avlamaya çalışan
gekoları(Gekkonidae) yemeyi pek severlerdi. Çok hızlı hareket eden böğlerin
zehirlerine ilişkin ürkünç efsaneler anlatılırdı. Oysa onlar zehirli değillerdi
fakat çok güçlü ısırıkları vardı. Büyüklüklerine oranla hayvanlar âleminin en
güçlü çeneleri onlardaydı. Zaten güçlü olanların zehirli de olmaya ihtiyaçları olmazdı…
Kırsalda en çok korkulan eklembacaklılar;
akrep, çiyan, kırkayak, böğ, örümcek ve özellikle de son yıllarda kene
olmaktadır. Yatıya kaldığım yerlerde ayaklarının cildimde oluşturdukları
refleksle elbisemin içinden tutup attıklarım çok olmuştur. Keneleri ayrı
değerlendirecek olursak, beni en fazla tedirgin eden akrepler olmaktadır. Çünkü
çiyan, böğ ve örümcekler insanı av olarak görmedikleri için, hareket ediliyorsa
bile sıkıştırılmadıkça asla ısırmazlar. Akrepler ise hareket eden her şeyi av
olarak algıladıkları için sokarlar… Sıklıkla birbirlerine karıştırılan çiyan ve
kırkayaklardan etçil olan çiyanlardır. Otçul olan kırkayaklar ise gayet
masumdurlar…
Arı korkusunda ise durduk yerde
ısıranlar(sokan değil) sarıca ve eşek arılarıdır. Çünkü onlar insanı da protein
olarak gördükleri için ısırıp koparmak isterler. Hareket edilince de çabucak
öfkelenip sokmaya çalışırlar. Sofralarımızdan çaldıkları proteinler de
kendileri için değil, çocukları içindir. Çünkü yetişkin arılar şekerle(üzüm,
elma, bal vs) beslenirler… Çok sevdiğim bombus arılarının zehriyse bal
arılarınınkinden 2,5 kat daha etkilidir. Fakat çokça uysaldırlar; kolay kolay
kızmaz, avucunuzun içine aldığınızda da sıkıştırmadıkça sokmak istemezler…
Yılanlara gelince…
* Ülkemizde insanı av olarak gören
yılan tespit edilebilmiş değildir. En uzun yılanımız olan Sarı yılanın(Elaphe
quatuorlineata) azmanlaşanlarında uzunlukları 5 metreye varmakla birlikte
zehirsiz ve zararsızdırlar(1990’lı yıllarda Ankara Ayaş kırsalında bir sığır
çobanı tarafından öldürülenin boyu 5,5 metre kadardır. Olaydan iki hafta kadar
sonra kendisiyle olay yerinde görüştüğümde “önemli bir kültürel hazineyi yok
etmiş olduğu”nu söylediğimde “ne kadar korkmuş olduğu”nu öne sürerek kendisini
savunmaya çalışmıştı. Güneşi arkasına alarak güç bela öldürebilmiş. Oysa;
sadece korkma bahanesi, öldürmek için hak kazanma nedeni olmamalıydı). Kuyrukları
uzun olduğu için çok hızlı yüzer, kaçar, tırmanır ve ağaç tepelerinde
avlanabilirler. Keklik, tavşan ve bol miktarda fare avladıkları için bir adları
da Fare yılanıdır ve çiftçinin dostudurlar…
* En kalın yılanımız ise zehirli
türlerimizden olan Koca engerek (Macrovipera lebetina)dır. Kalınlığı 15 cm’yi,
uzunluğu ise 2 metreyi aşabilir; azmanlaşanların 3 metreyi aştıkları da
görülmüştür. Tavşan, tilki, kedi, kümes hayvanları ve kuzuları yiyebilirler…
Kuyrukları kısa olduğu için sıkma gücü(yılan kuyruğunun işlevi, insan elinin
serçe parmağı gibidir. Kilit işlevi gören serçe parmağınız olmazsa sıkma
gücünüz zayıftır), hızlanma, tırmanma ve yüzme yetenekleri zayıftır. Vuruş
hızları ise çok yüksek olup 55m/sn’yi bulabilir. Yavaş hareket ettikleri için
kaçanı kovalayamaz, âni olarak yaklaşılmadıkça ısırmaz, insanı görünce kaçmaz
ve 5-6 metre öteden çok güçlü tıslamalarıyla uyarırlar. Burada dikkat edilecek
konu, özellikle de yankı yapan alanlarda tıslamayı uçak gürültüsü sanmamak!
Geçen yıl bir mermer sahasında kekik toplarken duyduğumuz 1,5 metre kadarlık
Şeritli engereğin (Montivipera xanthina) tıslamasını uçak gürültüsü sanmış ve
zemine uyduğu için yerinden kımıldayıncaya kadar da yerini tespit edip kayda
alamamıştıkL…
* 1989 Yılında Ege kırsalında
karşılaşmış olduğum Karayılanın(Dolichophis jugularis) uzunluğu 4 metrenin üstündeydi.
Arkamdan gelerek 1 metre solumdan hızla ilerlediğini görünce bir anlık irkilmiş
ve hemen ardından yakalamak için koşturduğumda yetişememiştim. Beni irkilten
şey; arkamdan yaklaşan yılanın sürünme sesini rüzgârın oluşturduğu yaz
hortumlarının sesi sanmamdı. Hız rekortmenimiz sayılabilecek o azmanı ele geçirebilmek
için her yanımdan ısırılmayı göze almıştım; kayda alamadığıma hâlâ yanarımL…
Köpek korkusuyla erken tanışmıştım; ilkokula
5 yaşında başladığım yıl bacağımdan ısırılarak… Kemiğe varan yarayı ninem kendi
hazırladığı merhemle sarmış, yürüyemediğim iki hafta süresince helaya
emekleyerek gitmiştimL…
O köpekçiğin beni ısırması önemli bir ders oldu ve “köpek boğma” uzmanı oldum.
Bu uzmanlığın zamanla iki ayaklıları da kapsayacak olması zaten eşyanın
tabiatındandıJ…
Gerek toplumdaki haksızlık ve adaletsizliklerde temel teşkil eden güç
dengesizliğine zayıftan yana çözüm oluşturmaya çalışmam, gerekse işgâl
yıllarını yaşamış olan dede ve nineciklerin gözyaşlarıyla anlatmış olduğu
yaşanmışlıklardan adamakıllı etkilenmiş olmam sonucu kafa yorduğum gerilla ve
özel harp konularının peşinden NBC ve Tıbbî Suikastler de gelince bir savunma
sanatı ve hayat felsefesi ortaya çıkmış olduJ… Böylelikle eski
cumhurbaşkanlarımızdan birine yakın koruma olarak önerilmiştim. Kısa hayat
belgeselim TV’de yayınlanmış, uzun soluklu olan dizi tasarımı ise sürmekteydiJ… (Daha sonra
muhtarlık tarafından zehirlenip öldürülen o köpekçik için, şimdiki aklım olsa
bir anıt mezar yapmak isterdimJ)…
Korkudan kurtuluş… Hani hep derler ya
“korkunla yüzleşmen şart” diye. Madem ki bunun temelinde “öğrenilmişlik”
yatıyor, öyleyse üstesinden gelmek için de “eğitilmiş” olmak gerekiyor… Suda
yüzme bilmediği için boğulan kişi halbuki anne karnındaki sulu ortamda
boğulmamaya yatkın iken zamanla biriken korkuların etkisiyle yanlış hareket
etmesi sonucu boğulmakta… Köpekten çok korkan şahıs halbuki bebeklik döneminde
onlarla oyun oynayıp duruyordu, zamanla oluşan tedirginliklerin birikimiyle
korkunun esiri olup düşman belledi…
Çivi çiviyi söker atasözümüzde de olduğu
gibi, eğitim de öğretilenleri söküp atar ve davranış değişikliği oluşturur. İyi eğitim=Özgüvende
artış+iyi davranış… Doğadaki pek çok güzellikte olduğu gibi yılanlar
konusunda da iyi davranış sergiliyorum. Onları gördüğümde mutlu oluyor, tutup
yakından incelediğimde ise daha çok seviniyorum. Onlara dokunmanın tedavi edici
olduğuna inanıyorum. Her türlü stresin allak bullak ettiği hormonal dengeyi
sağladığını, yıpranmış sinir sistemini onardığını ve iletişimin iyi olduğu bir
bedendeki iyileşmenin de hızlandığını düşünüyorum. Bu konuda acaba yanılıyor
muyum diye bir kuşku belirse içimde, yanıtını aynaya baktığımda her şeye rağmen
gülümseyebilen yüzümden ve spor yaparken de bedenimden alıyorum: “Bu yaşta bu
enerjiyi nereden bulduğunu sanıyorsun?”…
Kaynak: TORLAKON