***ANA***
Beş yavru yetiştirip uçurdu.
Küçük yaşlarda yitirdi diğer beşini de.
Eşinin görevi gereği 2 yıl kaldığı köylere gömdü her birini.
Acılarını, imdat çığrışlarını ve özlemlerini de yüreğine…
Hasretlerini hafifletsin diye verdi gidenlerin ismini,
Hayat yolculuğuna bir sıra sonra gelenlere…
İlk yavrusunu açlıktan kaybetmişti,
İlaçsızlıktan diğerlerini de…
…
Yoktu okuma yazması.
Örnek oluşuyla seveni çoktu.
Azimle çalışmaktan bıkmazdı hiç;
Hiç ölmeyecekmiş gibi bu fani dünya,
Yarın ölecekmiş gibi de öteki alem için…
Nasırlı yalın ayaklarla çokça yürüdü;
Orak-çapa elde, bebe-heybe belde,
Çorak tarlalarda, çakır dikende…
Her yıl bir bakımsız arazi edinmeye çalışırdı,
Tarlasından bağından kaldırdığı ürünlerin parasıyla…
Kazmayla balyozla girip adam ederdi dağ haline gelmiş bağları,
Yetmişini aşmış yaşına hiç aldırmadan, biraz da gençler çalışsın demeden…
Gözden kaçmayacak şekilde kuvvetli ve kocamandı nasırlı elleri.
Hacca gittiğinde tutup kaldırarak bağırmıştı kafileden biri:
“Ey millet!
Bakın da el görün!
İşte böyle olur Türkün eli!...”
Köy efesi Bekir’in kızıydı.
Henüz 13 yaşında değilken 2 yunan askerini Menderese basan,
Boğazındaki kurşunu jiletle kendini ameliyat ederek çıkaran,
Cehalete, yobazlığa, ihanete, haksızlığa delice baş kaldıran,
Kızlarımız oğullarımız gibi komşu köylere gidemiyor diye
Yoksul köyüne ilk okul yapılmasına ön ayak olan,
Taşını tahtasını taşıyıp bayrağı asan
Deli Bekir’in…
Okuma yazması olmasa bile,
Köyde iğne iplikle dikmesini bilmişti,
Tahra ile ot kıyarken kestiği parmaklarını…
Yerel doktor gibi yüzlerce dertliyi de tedavi etmişti.
Başka şehirlerden bile olurdu ona gelenler,
Ağrısı sancısı bir türlü dinmeyenler,
Elinden derman arar bulurlardı,
Tarlasında bağında çalışırken…
…
Ve gün geldi,
Kendisi düştü bir yaman derde.
Bir yıl önce kardeşinin, onbeş yıl önce de eşinin düştüğü gibi;
Karaciğerinin tam da ocağının bağından vurmuştu kanser.
Neylenirdi ki; dağına göre kar eyliyordu yazılan kader…
O zamana kadar hep başkalarını sağaltan nasırlı eller,
Düşmüştü gayrı başka tedavi edicilerin ilimli ellerine…
“Bana hastasın diyorlar, oysa hiç hasta gibi değilim; böyle duramam,
İlaca ara verelim de, viran olmadan bağlarımı işleyip geleyim” diyordu.
“Meslek hayatımızda böyle güçlü bir hasta görmedik” diyordu hekimler de.
Bu hırçın derde düşenlerin en fazla 2-3 ay yaşayabildiğini söylediler…
…
Öyle bir derde birbuçuk yıl direndi Halime Ana,
Çalışmadaki azmini hastalıkta da gösterdi.
Henüz ak düşmemiş simsiyah saçının,
Tek bir telini bile dökemedi onca kemoterapi.
Hastalığın değil de ilaçların hırpaladığını söylüyordu.
Tam da “hastalığı yendi, simge olacak” diye düşünülürken,
Gül yüzünü hüzün sardı, birden tersine döndü devran;
Ülkedeki olanlara üzülüp yaşama şevki mi kırıldı,
Hayattaki sevenlerinin duaları mı hafif kaldı,
Önden gidenlerin çağrıları mı ağır bastı,
24 Kasım Öğretmenler Günü sabahı
Ellerini kaldırıp tutundu ve gitti…
Hayat durdu, her yer viran oldu sanki,
Köyün yüzde doksanı ölmüş gibi, ana ölünce…
Tadı kayboluveriyor dünyanın, sevilenler gidince…
Her yanı ısıtan güneşin kaybolup gitmesi gibi oluyor,
Buz kesiveriyor dört yan, birden donuveriyor dünya…
Soğuk bir gezegen olduğu, ana gidince anlaşılıyor…
Meğerse; yavrularını saran yorgan gibiymiş ana,
Uzaklarda da olsa varlığı yetermiş ısıtmaya…
Acıyı bastırıyor, sırada bekleyen acının bir diğeri.
Yeterince bilinemiyor kafesten uçmadan canların değeri…
Yaşarken varlıklarından kimsenin pek haberdar olmadığı nice canlar,
Ölünce aniden yüreklerde dağ gibi bir kapanmaz boşluk bırakırlar.
İnsanın gafleti midir; varlığın ne demek olduğunu anlayamamak?
Yoksa, değerlerin kaderi midir; ancak yokluğunda anlaşılmak?…
Hep gelir dururdu da aklıma, hiç fırsatım olmadı sormaya;
Evlatlar darda kalınca hep sizleri imdada çağırırdı,
SİZ ANALAR KİMİ ÇAĞIRIRDINIZ ANA?…
(On bebesinden dokuzu “anne” diye, sadece biri “baba” diye ağlıyordu,
Bu durumun hikmetini de büyükler değil, büyüyünce unutan bebekler biliyor olmalıydı…)
***
“Gözyaşlarıma çoğu zaman hâkim olamadığımın nedeni: Ya beynim rûhumun feryâdını algılamak için acele ediyor, ya da rûhum beynimin sırlara vâkıf olma zamanı gelmedi diye sarsılıp didiniyor.”(Torlakon)