|
|
|
|
Ermenilerin Türk Soykırımı HOCALI (Selcan TAŞÇI) |
|
|
Tarih : 10.03.2014 - 14:57:18 |
|
Türk topraklarında Türksüz bir Ermenistan yaratmayı hayal ediyorlardı; Tanklar, toplar, roketatarlar ve gözlerini döndüren bir nefret ile geldiler, kadın, kız, çocuk, bebek, genç, yaşlı ayırmadan gözlerini oydular, derilerini yüzdüler, diri diri yakt |
|
|
Ermenilerin Türk Soykırımı HOCALI
(Selcan TAŞÇI)
Taş olsa ağlar! Türk topraklarında “Türksüz bir Ermenistan” yaratmayı hayal ediyorlardı! Tanklar, toplar, roketatarlar ve gözlerini döndüren bir “nefret” ile geldiler, kadın, kız, çocuk, bebek, genç, yaşlı ayırmadan gözlerini oydular, derilerini yüzdüler, diri diri yaktılar; birkaç saat içinde binden fazla Azerbaycan Türkünü katlettiler... Boynunu bükmüş gibi duran bir kadın; 30’lu yaşlarında. Boynu bükük değil aslında, görenlerde bu algıyı yaratan ikiye ayrılan kafatasının omzuna düşmüş olması. Resme biraz daha dikkatle bakabilirseniz (ki o resimlere bakabilmek insanın kolay üstesinden gelebileceği bir iş değil) küçük bir çocuğun yattığını görüyorsunuz kadının altında... Bir kız çocuğu... Kömür rengi saçları kapatmış yüzünü. Aklımdan hiç çıkmayacak avuç içi kadar ayaklarındaki kırmızı çorapları; belki kaçmaya çalışırken ayağından fırladı, belki de o kış gecesi can havliyle kendilerini dışarı atarken giymeye fırsat dahi bulamadı ayakkabılarını. Tam karnında bir delik... Azerbaycanlı asker kucağına alıyor; kuru bir dal gibi bedeni. Kanla yıkalı saçları hareketsiz, kaskatı kesilmiş... Bir erkek çocuğu; alnından itibaren kafa derisi soyulmuş. (Birçok Azerbaycan Türkünün bedeninde adeta imza gibi kullanılmış bu işkence yöntemi.) Hamile bir kadın... İki ayağı çorapla bağlanmış. Karnı deşilmiş, göğüsleri kesik. Yanında ıstırapla dudağını ısıran bir adam. Belki karısıydı yanında yatan... Bir kız çocuğu daha; üç bilemediniz dört yaşında... Belden aşağısı soyulmuş; bacağında kocaman bir yara... Oyuklar açmışlar minik bedeninde acımasızca... Üst üste, yığınlar halinde insanlar, kömür olmuş suratları, yanmış yakılmışlar. Bir kundak bebeği... Dizlerini içine çekmiş, iki elini yumruk yapmış sımsıkı... Yüzü paramparça, o acıya kim bilir nasıl dayandı! Başında kalpağı, beyaz sakallarıyla bir dede; 70-80’lerinde. Doğduğu, büyüdüğü şehre son kez bakarken mi bilmem, gözü açık vermiş son nefesini... DERİLERİNİ YÜZDÜLER... Bu görüntüleri çeken Azerbaycanlı kameraman Cingiz Mustayev tutamıyor gözyaşlarını: “ Bunlar adam değiller...” Nitekim Amerikalı gazeteci Thomas Goltz da Mustayev’in gördüğünden farklı bir “gerçek” göremiyor masum sivillerin “cesetleri” arasında: “Fotoğrafçı arkadaşım öyle etkilenmişti ki fotoğraf çekebilmesi için kendisini üzerlerine doğru itmem gerekiyordu. Cesetler, mezarlar, evet hepsi mide gerektiriyordu... Bazı cesetleri tanımaya çalıştım ama yüzlerinden vurulanlar, tanınmayacak halde olanlar vardı...” Hocalı bu işte. Hocalı, kafa derisi yüzülmüş Telinan Enveroğlu Orucov... Hocalı, tecavüze uğramış gözleri çıkarılmış Fitat Ehedkızı Hasanov... Hocalı, gözleri ve göğüsleri kesilen Dilara Oruçgızı Nuraliyeva... Hocalı, elleri telle bağlanarak kafası kesilen Hafiz Yusufoğlu Nuriyev... Hocalı, cinsel uzuvları kesildikten sonra yakılmış İkbal Kuluoğlu Aslanov... Hocalı, üç yaşında diri diri yakılan Agyar Salmanoğlu İmam... ÖLÜ SAYISI BİLİNMİYOR Ermeni işgalciler, 1992 yılının 25 Şubat’ını, 26’sına bağlayan gece, Rus 366. Motorize Alayına ait 9 tank, 4 zırhlı taşıyıcı, 70 piyade zırhlı savaş aracı, 4 Strela-10 roket sistemi, 8 top, 57 havan topuyla geldiler ve hiçbir askeri gücü bulunmayan, 200’e yakın “gönüllü” tarafından korunan silahsız (25 Temmuz 1990’da yayınlanan bir kanunda Dağlık Karabağ’da av tüfekleri dahil bütün ateşli silahlar toplatılmıştı) Hocalı’yı yerle bir ettiler! Hocalı, “Resmi rakamlara göre 63’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i yaşlı olan 613 kişi öldü, 1275 kişi rehin alındı, 68’i kadın, 28’i çocuk olmak üzere 150 kişi kayıp, 487 kişi sakat kaldı...” cümlesinden ibaret kimileri için. “Rakamlar”sa Hocalı’ya kör-sağır-dilsiz kalınmamasını sağlayacak olan, hemen söyleyeyim: 613 değil binden fazla Azerbaycan Türkü öldürüldü Hocalı’da... 613 Ermenilerle yapılan pazarlıklar sonucu cenazeleri alınıp defnedilebilenlerin sayısı; çoğu Ağdam’a gitmeye çalışırken Ermenilerin ateş açmama sözü verdikleri ormanda öldürülenler... Bunu Rus ordusunda subay olan Yuriy Girçenko itiraf ediyor: “Olmayan Devletin Ordusu” kitabında. “Hocalı’dan sonrası”nın bilançosunu biliyoruz biz sadece... Hocalı’da kime, ne oldu sorusu cevapsız hâlâ... Ermeni gazetecilerin bahsettikleri o “ceset dağları”nda saklı hâlâ “Hocalı gerçeği” ve dünyanın cevap vermesi gereken soru belli: Biz o gerçeği öğrenmek için neyi bekliyoruz? Yüz yıl sonra topraktan fışkıran kemiklerin izi sürülerek bulunacak toplu mezarları mı? BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşmesi “soykırım”ı “milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etme” olarak tanımlıyor. Buna rağmen Meksika ve Pakistan’dan başka “soykırım” diyebilen ülke çıkmadı Hocalı’da yaşananlara. Hocalı’ya “Bir tek Türk bile kalmayacak” naralarıyla giren Ermeni işgalcilerin yaptığı “soykırım” değilse ne?
Katliam “geliyorum” diyordu Ermeni işgalciler “Sadece Ermenilerin yaşadığı Büyük Ermenistan”ı kurmak hayaliyle 1905’te başlattıkları “Türklerden arındırma” operasyonlarının devamı olarak, 1988 yılından itibaren Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal ettiler. 1 milyon kişiyi göç ettirdiler. 20 binden fazla Türkü öldürdüler. 50 bin kişiyi sakat bıraktılar. 5 bin kişiyi rehin aldılar. Azerbaycan’da 8 bine yakın “şehit ailesi” var. TELEFON YOK, ELEKTRİK YOK... Dağlık Karabağ’ın stratejik noktalarından biri olan Hocalı rastgele bir hedef değildi. Bağlantı yolları ve bölgenin tek havalimanına sahip olmasıyla “üs” niteliği taşıyordu. Hocalı soykırımının ilk adımı şehrin karayolu ulaşımına kapandığı 30 Ekim 1991’de atıldı. Hocalılar için tek ulaşım aracı kalmıştı: Helikopter. 20 Kasım 1991’de Azerbaycan devlet yetkilileri, Rus ve Kazak gözlemcileri taşıyan helikopterin düşürülmesinden sonra bu imkan da ortadan kalktı. Hocalı halkı Ermenilerin işgal ettiği köy ve şehirlerin ortasında sıkışıp kalmıştı. Amerikalı gazeteci Goltz daha 1991 yılının Ocak ayında Hocalı’daki durumu şöyle aktarıyordu: “Şehirde telefon çalışmıyor, elektrik yok, ısıtma sistemi yok, hiçbir şey çalışmıyor...”
Katil doğanlar!.. 13 yaşındaki çocuğun kafa, yüz, karın derilerini yüzen Zori Balayan’ın Hocalı’da yaptığı işkenceler ve işlediği cinayetlerden ötürü ruhunun sevinç ve gurur içinde olduğunu söyleyebilmesi ortaya koyuyor ki, Ermeni caniler Türk öldürmekten zevk alıyor. TBMM Hocalı Bildirisi’nde “kara sayfa”, “insanlığa karşı suç”, “katliam” dedi de bir türlü “soykırım” diyemedi ya, Hürriyet kocaman manşet atmış dün: “Soykırım mı, katliam mı?” MHP ve CHP “soykırım” diyor ve tanınması için çaba sarfediyor. AKP “bu parlamentonun işi değil” deyip “Türk soykırımı”nı tanımaya yanaşmıyor. Ortada bir suç var; yüzyılın en büyük insanlık suçu. O suçun işlendiğine dair binlerce insan bedeninden oluşan kabarık bir delil dosyası var, Azerbaycan Türklerinin kanıyla yazılmış bir iddianame var, buna karşın “evet ben yaptım ve bu cinayetleri işlediğimden hiç pişman değilim” diyen sanıklar var... Ee ne duruyorsun hükmü versene... Vicdan kanırtan bir sessizlik... Hal böyle olunca 20 yıldır haksızlığa uğrayan Hocalılılar en yoksun bırakıldıkları şeyi talep ediyor bugünlerde: Adalet! VAHŞETİ BÖYLE SAVUNDU Dün soykırım suçunun “delili” olan cansız bedenleri tasvire çalışmıştık. Gelin bugün sanıklara çevirelim rotamızı. Hocalı’da katledilenler gibi katiller de adlarıyla sanlarıyla belli. 366. Motorize Alay Komutanı Yuri Yuriyeviç Zarvigov mesela... Mesela Yüzbaşı Vladislav Vladimiroviç Arutyunyan, üsteğmen Viktor Garmaş, Albay Aleksander Aleksandroviç Arutyunov, Hankendi eski Emniyet Müdürü Armo Abramyan... Ermenistan Savunma Bakanı Seyran Mushegoviç Ohanyan gibi tanıdık olanlar da var aralarında... Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan gibi “çok tanıdık” olanlar, kanlı ellerini sıktıklarımız, yüzüne tebessümle baktıklarımız da... 2009 yılında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “misafiri” olarak Türkiye’de el üstünde ağırlandı Hocalı soykırımının vicdanlardaki 1 numaralı sanığı. Onu üzmemek için Azerbaycan’ın ay yıldızlı bayrakları Bursa Atatürk Stadına sokulmadı, çöp kutularına atıldı. Sarkisyan 1991-1994 yılları arasında yani işgalin başından ateşkese kadar Dağlık Karabağ Savunma Ordusu’nun komutanıydı. Dün dündür, bugün barış zamanı mı diyorsunuz? Öyleyse Sarkisyan’ın yıllar sonra soykırımla nasıl gururlandığını okuyun: “Hocalı’dan önce, Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu kırmayı başardık...” Ne pişmanlık, ne utanç, ne özür... O da yetmezmiş gibi Ermenistan’da yetişen yeni nesillere Türkiye’yi hedef göstererek adeta savaş emri verdi: “Karabağ’ı biz aldık, Ağrı’yı da size bıraktık!” Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi gereğince uluslararası mahkemede yargılanması çalışmaları gerekirken “soykırımcıyı açılım ortağı” yaptılar. KÖPEKLERİN ÖNÜNE ATTILAR Bir başka sanık, diplomatlarımızı katleden ASALA militanlığı da yapmış Monte Melkonyan günlüğüne “öç alma eylemi” olarak kaydetti Hocalı’yı. Ermenistan’ın dört bir yanında “milli kahraman” ilan edilen bu katilin heykelleri dikili. Buyrun bir sanık daha. Zori Balayan “Ruhumuzun Canlanması” diye kitaplaştırdı sergiledikleri vahşeti: “Arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırış çağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu... Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü... Ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanıyordu. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türkle aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık...” ÖLÜLER ARASINDA BİR ÇIĞLIK Hiçbir şüpheye mahal bırakmayalım bir de şahitlik edenlerden dinleyelim Hocalı’yı. İşte o gün, o günün hemen ertesinde bölgeye giden gazetecilerin gördüğü manzara: “Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir.” (Sunday Times, 1 Mart 1992) “Bir erkek çocuğunun kafası yoktu. Her tarafta işkenceyle öldürülmüş bayan, çocuk ve yaşlılar vardı.” (İzvestiya, 13 Mart 1992) “Geçtiğimiz hafta Azerbaycan yine bir morgun mahzeni gibiydi; bir caminin arkasına geçici olarak kurulmuş morga sürüklenerek getirilmiş düzinelerce ceset ve yas tutan mülteciler... Cesetlerin çoğu kaçmaya çalışırken yakın mesafeden vurulmuştu, bazılarının yüzleri paramparça idi, bazılarının kafa derileri yüzülmüştü...” (Newsweek, 16 Mart 1992) “...Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.” (Daud Kheyriyan, ’For the Sake of Cross’/ Haçın Hatırı İçin) HÜKÜM SIRASI SİZİN... Hâlâ tatmin olmayan var mı? Öyleyse bunlar da “bilirkişi” raporları: İnsan Hakları İzleme Örgütü Hocalı’da yaşananların “Dağlık Karabağ’ın işgalinden bu yana gerçekleşen en kapsamlı sivil katliamı” olduğunu ve ölümlerde “Ermeni güçlerinin doğrudan sorumlu olduğunu” rapor etti. ABD Kongresi Uluslararası İlişkiler Komisyonu Üyesi Don Barton, Kongreyi ’Hocalı soykırımı’nı tanımaya çağırdı. Barton Temsilciler Kurulu’ndaki konuşmasında, “ABD Kongresi, Hocalı soykırımını tanımakla uluslararası toplumun uzun yıllardan beri bu konuyla ilgili sessizliğini bozacaktır” dedi. (Sonuç yok! ) Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Hocalıda yaşananların “soykırım” olarak tanınması çağrısı Türkiye, Azerbaycan, Birleşik Krallık, Arnavutluk, Bulgaristan, Lüksemburg, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti, Makedonya Cumhuriyeti, Norveç, Polonya’lı parlamenterler tarafından imzalandı. (Sonuç yok!) Yine AKPM Ermenistan’ın Azerbaycan’da “işgalci” olarak tanımlayan bir karar aldı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 822, 853, 874, 884 sayılı kararlarıyla “Azerbaycan topraklarının Ermeniler tarafından işgal edildiğini” kabul etti. (Sonuç yok, işgal sürüyor!) BM İnsan Hakları Örgütü Başkanı Holly Cartner “Hocalı’da sivillerin ölümünden Ermenileri sorumlu tuttuklarını” açıkladı. (Sonuç yok, sorumlular cezalandırılmadı!) *** Hâlâ soruyorlar ya; Katliam mı, soykırım mı? Hükmü siz verin!
İŞTE O ANNE Ermenilerin Hocalı’da yaptığı soykırımın tanığı Vücuduna isabet eden 4 kurşundan biri, göğsünü deldi ve sırtındaki oğlunu buldu. O sırada 3 aylık hamile olan genç kadın, kızı için hayata tutundu... Hocalı dehşetini yaşadığı sırada 3 aylık hamileydi Rahila Guliyeva... 2 yaşındaki oğlunu kaybetmiş, karnındaki kızı için direnip hayata tutunmuş. Şimdi 20 yaşında olan kızı Zarife ile Hocalı soykırımını unutturmamak için savaşıyor. Zarife de Hocalı için yaşıyor Yaşadığı acılar, çelik gibi bir genç kız yapmış soykırımdan 6 ay sonra dünyaya gelen Zarife’yi. Kısa süre önce Fransa ve Ermenistan liderlerine soykırımın tanınması için mektup yazan genç kız, “Ben de annem gibi savaşacağım” diyor. Katliamın sembolü olmuşlardı Ailesini ve 22 yakınını Hocalı’da kaybeden Rahila Guliyeva’nın çaresizliği ve acısı sonsuzdu. Koruyabilmek için sırtına bağladığı 2 yaşındaki oğlu Samir’in ölümü ise en ağır darbeydi. Mucize anne-kız! 22 şehit veren aileden geriye onlar kaldı... Vücuduna isabet eden dört kurşundan biri göğsünü delip geçti ve sırtında taşıdığı 2 yaşındaki oğlu Samir’i öldürdü. Rahila Guliyeva bu dehşeti yaşadığında üç aylık hamileydi. Anne karnında tanık olduğu katliamdan sağ kurtulan Zarife bugün 20 yaşında... Alev topuna dönen Hocalı’dan kaçmaya çalışan kalabalık ailenin içinde, biri kucağında öteki karnında iki çocuklu genç bir kadın vardı. Yaklaşık 20 kilometrelik uzun ve zahmetli bir yol yürüyeceklerdi. Amcasının oğlu, 2 yaşındaki Samir’i işaret etti ve “Sen hamilesin, taşıyamazsın, onu bana ver” dedi. Bir dakika sonra hâlâ yaşıyor olacaklar mıydı onu bile kestirmeleri mümkün değildi. Ana yüreği... Artık oğlunu koklayarak geçirdiği fazladan her dakikayı kâr sayıyordu. Evladından kopamadı. “Onu benden iyi hiç kimse koruyamaz” dedi ve Samir’i sıkı sıkı sırtına sardı. Olur da düşmanla karşı karşıya kalırlarsa siper edecekti göğsünü ona... Tam da öyle oldu aslında. Ağdam yolundaki ormanlık alanda kurşun yağmaya başladı vücuduna, bedeni yavrusuna kalkan olsun, o yaşasın istedi. Vücuduna isabet eden o dört kurşundan birinin göğsünü delip geçeceği ve evladının el kadar bedenine saplanarak onu canından edeceği aklının ucundan bile geçmezdi... Aklına gelmeyen başına geldi ve dehşet gecesinde oğluyla birlikte ailesinden tam 22 kişiyi kaybetti Rahila Guliyeva. HOCALI YANIYORDU... Konuşurken bazen her şeyi bir çırpıda söylesin ve bitsin ister gibi hızla sıralıyor cümlelerini... Bazen de uzun duraksamalar yaşıyor. Duruyor, anlatmakla anlatmamak arasında gidip geliyor, kesik kesik, yüreğinin yeniden yaşamaya dayanabileceği kadarını paylaşıyor: “Evdeydik. Her taraftan... Her taraftan gülleler yağıyordu. Her taraftan top, tüfek sesleri geliyordu. Her tarafı Ermeniler almıştı. Artık şehir yanıyordu. Biz bir çıkış yolu bulmak için meşelere, dağlara gittik... Orada olanlardan, kalanlardan bir daha hiç haberimiz olmadı. Ve orada ben hayat yoldaşımı, eşimi kaybettim! Oğlumu kaybettim! Kaynanamı, kaynatamı, baldızımı, baldızımın yoldaşını, onların 4 yaşındaki kızını, kaynımı, kaynımın 8 yaşındaki kızını kaybettim! Kaynımın hayat yoldaşı, eltim kolundan yaralandı. Bir baldızımın hayat yoldaşı öldü... 18 yaşındaki oğlu öldü... Bunların hepsi şehit oldu!.. 22 şehit verdik, 8’ini geri alıp defnedebildik. Hepsi bir gecenin içinde, gözümüzün önünde mahvoldu... ” EN BÜYÜK ŞANSIM KIZIM Bu dehşeti yaşadığı sırada üç aylık hamileydi Guliyeva. “Allah’ın mucizesi” dediği şey gerçekleşti ve dört kurşun yarası alan o bedende hayata sımsıkı tutundu bebeği. Hocalı soykırımının en küçük tanığı, vahşeti annesinin karnında yaşayan Zarife şimdi 20 yaşında bir üniversite öğrencisi. “En büyük şansım” diyor onu anlatırken annesi: “Zarife atasının ölümünden 6 ay sonra dünyaya geldi. Karnımda uşakla dört gülle yarası almıştım. Sağ doğması mucizeydi. Benim yaşamam mucizeydi. Beni yaşatan Zarife oldu...” SENİN BABAN ŞEHİT OLDU Bütün ailesi gözlerinin önünde katledilmiş bir anne ile annesinden başka hiç kimsesi olmayan, babasının eksikliğini hissettikçe öpüp koklayacağı bir fotoğrafa bile sahip olma hakkı elinden alınmış kızı. Acaba nasıl geçirdiler bu 20 yılı. Rahila Guliyeva anlatıyor: “Şöyle bir şey hayal etmeye çalışın, ben hergün düşünüyorum ki benim iki yaşında oğlum orada şehit oldu. O iki yaşında oğlum, -Allah yaşıtlarına can sağlığı versin- hergün düşünüyorum ki “bugün üç yaşında olacaktı”, “bugün dört yaşında olacaktı”, “bugün üniversiteyi bitirmiş olabilirdi”, “bugün asker olabilirdi”... Hep bunları düşünüyorum, o vakit çetinliklerim oluyor. Maddi-manevi zorlanıyorum. Bu zorlukların üstesinden gelemediğim zamanlar oluyor. Çok ağır, çok. Tek başına bir kız çocuğunu büyütmek benim için en ağır, en zor şeydi. Zarife çocukken çok sordu, “Anne benim atam nerde? Herkesin atası var, kardeşi var benimkiler nerede? Ben niye tekim?” Biraz büyüdükten sonra ona şehitlerimizin resimlerini gösterdim. “Bundan sonra ‘benim atam nerde’ diye hiç sorma senin baban da bu şehitlerden biri, o vatan uğrunda şehit oldu” dedim. Zarife’nin hayatı oyuncaklarla değil şehit resimleriyle geçti. Çoğu zaman işten eve geldiğimde onu Hocalı şehitlerinin resimlerine bakarken buluyordum. Çok zordu...” TÜRKİYE SAHİP ÇIKSIN Yaşadıkları, çelik gibi bir genç kız yapmış Zarife’yi; iradeli, cesur, soğukkanlı... “Faciayla ilgili konuşamam görmedim ama kendi yaşadıklarım hakkında konuşabilirim” diyor ve devam ediyor: “Önceleri çocuk gibi düşünüyordum. Babamın, ailemin diğer üyelerini öldürdükleriydi tek anladığım. Şimdi çocuk değilim, her şeyi görüyorum. Hocalı’da yapılanın bir soykırım olduğunu da görüyorum ve bunun tanınması için çalışıyorum... Bu konuda Türkiye’den de destek bekliyorum. Biz Türkiye’ye “dostumuz” demiyoruz “kardeşimiz” diyoruz. Türkiye’nin Hocalı soykırımını dünyaya tanıtmakta bize sahip çıkacağına inanıyorum. Bir ara adını bile anmıyorlardı Hocalı’nın, şimdi çok şükür üstüne düşülüyor. İnanıyorum ki neticesi de alınacak ve o gün Hocalı’ya dönüp, Azerbaycan çocuklarına ata yurtlarında ders vereceğim...” Anladınız herhalde; öğretmen olacak Zarife. Sumgayıt Devlet Üniversitesi’nde Matematik okuyor. Hocalı’da doğup büyümüş olan annesi Rahila Guliyeva da kızı gibi evine döneceği günü bekliyor. SARKİSYAN’A CEVAP Gazetelerde görmüşsünüzdür, Zarife, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a birer mektup yazdı geçtiğimiz günlerde. Kendisi de yeni baba olan Fransa Cumhurbaşkanı’na yolladığı mektupta Hocalılıların başına gelenleri anlattı ve “Bir çocuğun babasını kaybetmesini ne demek olduğunu hayal edebilir misin? Eğer bu soykırım değilse, sormak lazım soykırım nedir” diye sordu. Zarife’nin “Soykırım itirafı” çağrısında bulunduğu Sarkisyan’a yazdığı mektubun cevabı Ermeni basınından geldi: “Böyle bir kız yok, yaşamıyor!” Bu olayı anlatırken çakmak çakmak oluyor gözleri: “Ben varım, hayattayım, işte buradayım ve o mektubu ben yazdım. Annem nasıl benim için yaşadıysa, ben de onun için yaşayacağım. Soykırımı tanıtana kadar yaşayacağım, çalışacağım. Bunu bütün dünyaya göstermek istiyorum.” SEMBOL OLMUŞLARDI Bütün ailesini Hocalı’da kaybeden Rahila Guliyeva’nın çaresizliği ve acı feryadı böyle yansımıştı fotoğraflara. Guliyeva’nın 2 yaşındaki oğlu Samir’in cansız bedeni soykırımın sembollerinden biriydi. ERMENİ BASINI ÖLDÜĞÜNÜ YAZDI Hocalı katliamından 6 ay sonra dünyaya gelen Zarife öldüğünü iddia eden Ermeni basınına “Ben varım, buradayım ve soykırımı tanıtana kadar da yaşayacağım” diye sesleniyor...
Yüzünü hayvanlar yemişti! Annesi gözlerinin önünde katledilen Hocalı Valisi Memedov, 20 gün sonra alabildiği ölüsünü paltosundan tanıyabilmiş: “Ermeni Türk’e o kadar düşmandı ki ölmüş insanları gelip yeniden öldürüyordu. Ölmüş insana mermi sıkıp başını parçalıyordu, taşla kafasını eziyordu, derisini soyuyordu, gözünü çıkarıyordu... Bunu yapan Ermeninin töresi vandalizmdir! Bu Ermeni faşizmidir!” Elman Memadov soykırımın yaşandığı gün Hocalı valisiydi. “Koruyamadık” diyor: “Hocalı, 1988 Şubat ayından 1992 Şubat ayına kadar tam ablukadaydı. Hocalı’nın etrafındaki bütün köy ve kentler işgal altındaydı. Azerbaycan Türklerinin yaşadığı bir yere gitmek için önce Ermenilerin yaşadığı o yerlerden geçmek gerekiyordu. Etrafı çevrili olduğu için kimse yardımımıza gelemiyordu. Asker yoktu, subay yoktu. Ermeni köylerine ise hem askerler, hem de Fransa, Latin Amerika, Libya gibi yerlerdeki Ermeni Terör Örgütlerinin militanları yerleştirilmişti. Hankendi’nde Ruslara ait ama çoğu Ermeni askerlerden oluşan 366. Motorize Alay vardı. Hocalı bu vaziyette 4 yıl direndi. TANKLARA KARŞI AV TÜFEKLERİYLE DÖVÜŞTÜK Çok zordu... O 4 yılda Hocalı’da çok insanlar öldürüldü, çok musibetler çektik ancak Hocalı bizim vatanımız, toprağımızdı. Çocuklar korkuyordu. Kadınlar korkuyordu. Biz erkeğiz, bizim borcumuz onları korumaktı. Vatanı toprağını korumaktı. Bizim azizlerimizin kabirleri vardı orada, bizim görevimiz onları korumaktı. Biz diyorduk ki Azerbaycan var, Büyük Türk dünyası var bize sahip çıkarlar. Fakat olmadı, biz düşmanla yüz yüze kaldık. Düşman 5 bin kadar askeri, topu, tankı, roketatarıyla üzerimize geldi. Bizim gönüllülerden oluşan gücümüz sadece 200 kişiydi. Elimizdeki av tüfekleriyle tankların üzerine gitmeye çalışıyorduk. Hiçbir işe yaramıyordu. Kenti terk etmeye başladık...” HANIMIMIN CESETLER ARASINDAN ÇIKARDIĞI BEBEK ŞİMDİ 22 YAŞINDA Kurtulmak için doğup büyüdükleri evleri terk-i diyar eden Hocalıların kaderi de kalanlardan farklı olmadı. Ağdam’a doğru başlattıkları yürüyüş “ölüm yolculuğu”na dönüşmüştü: “Ağdam’a gitmek için on Ermeni köyünden geçmemiz gerekiyordu. Fotoğraflarda videolarda gördüğünüz şehitler o yolda verilenlerdi. Hocalı’nın içinde çok şehitler kaldı ama biz onları götüremedik. Onları Ermeniler yaktı. Traktörler, buldozerlerle ezip, toplu mezarlar yaptılar... Bir 613 rakamı var. Bu 613 şehit, bizim cesetlerini bulup getirip defnebildiklerimizdi...” Memedov’un “dehşetli bir film gibiydi” dediği o gün, en çok “yaşatmak” isteğinden güç almışlar. Sağ kurtulan küçük çocuklar büyük umutlara dönüşmüş o karanlık ormanda: “Benim hanımım ormanda cesetlerin arasında sürünürken bir bebek sesi duymuş. Bakmış çocuk gözükmüyor ama ses geliyor. Şehitler içinde görmüşsünüzdür alnından yaralanmış, sırtüstü yatan pehlivan gibi bir oğlan var. Hanımım çocuğu onun arkasında bulmuş. Oğlanı da, karısını da öldürmüşler orada, çocuk sağ. Hanımım almış, “belki yaşar” deyip gidenlerden birine vermiş. O çocuk bugün 22 yaşında. Böyle o kadar çok sahne var ki dehşetli bir film, bir roman bizim hayatımız. Biz iki Hocalılı bir yerde oturduğumuzda, bir toyda şenlikte beş dakikadan sonra başlıyoruz bunları konuşmaya... Başka türlüsü mümkün değil. O olay bizim hayatımız oldu. Düşünmeden bir gün geçirmemiz mümkün değil. Ben ne kadar yaşıyorsam o ağrı da benimle yaşıyor. Ben her gözümü yumduğumda evimi görüyorum, orada ektiğim ağacı görüyorum, deli gibi kalkıyorum uykudan. Bütün Hocalılılar böyle...” BİZ SAĞ KALANLAR ALLAH’IN BİR MUCİZESİYİZ “Her üç kişiden biri öldü” dediği Hocalı’daki katliam sırasında Memedov da annesini kaybetmiş: “Benim annem 60 yaşındaydı. Ormanda öldürdüler. Ben anamın cesedini 20 günden sonra getirebildim. Yüzünü, başını, gözünü ormanda hayvanlar yemişti. Paltosundan tanıdım. Büyük annelerim vardı onları da öldürdüler. Benim kaynatam, hanımımın ailesi 9 kişiydi, hepsini öldürdüler. Biz sağ kalan Hocalılar Allah mucizesiyiz. O gece şehirdeki her üç kişiden biri öldü. Bu soykırım. Muharebede 100 bin adam da ölür. Bu yüz bin adam bir ay, beş ay, dört ay içinde, bir yıl, üç yıl içinde ölür... Ama birkaç saat içinde bu kadar insanın ölmesi kitlesel katliamdır, jenosittir, soykırımdır. Bunları sadece Türk oldukları için öldürdüler.” Uygulanan işkencelerin tek nedeninin “Türk düşmanlığı” olduğuna inanıyor: “İnsan öldükten sonra artık nefesi yoktur. Ermeni Türk’e o kadar düşmandı ki o ölmüş insanları gelip yeniden öldürüyordu. Ölmüş insana yakından mermi sıkıp başını parçalıyordu, taşla kafasını eziyordu, başının derisini soyuyordu, gözünü çıkarıyordu... Bunu yapan Ermeninin töresi vandalizmdir! Bu faşizmdir, Ermeni faşizmidir. Ermeniler böyle bir hedef koymuşlardı; bir nefer de olsa Türk kalmamalı burada!. O körpe çocuğun ne günahı var? Hiçbir günahı yoktur o körpedir, çocuktur, fidandır... Ama Hocalı’da böyle 59 çocuk vahşilikle öldürüldü. Sizden uzak olsun, sizin gibi 106 kadın öldürüldü. Bunun bir tek adı var, bu etnik temizlemedir. ” AVRUPA ADALET DERSİ VERMESİN SOYKIRIMI TANISIN Hocalı’daki soykırımın bütün ayrıntılarıyla bizzat Ermeniler tarafından yazdılığını hatırlatan Memedov “Dünya da bunu okuyor ve cezalandırmıyor” diye isyan ediyor. Bu arada bütün Hocalılılar adına bir sitemi var Türkiye’ye: “Soykırımı Meksika tanıdı, Pakistan tanıma kararı aldı, bu yönde hazırlık yapan başka ülkeler var ama biz isterdik ki bizim büyük kardeşimizdir, canımızdır; Türkiye, TBMM tanısın hepsinden önce. Hem de öyle bir tanısın ki Ermeniler 1915’te yaptıkları kendi katliamları da Türkiye adına yazamasın. 100 yıl önce ne olduğu arşive bakmadan anlaşılmaz... Hocalı 20 yıl önce oldu. Bunu yaşayan insanlar sağdır. Avrupa’da “Ben Hocalı saldırısına kumanda ettiğim için gurur duyuyorum” diyen Sarkisyan da, Koçaryan da, Ohanyan da sağdır, cezasını almalıdır.” Türkiye’ye karşı peşpeşe “soykırım” kararları alan Avrupa ülkeleri ve ABD’ye de bir çift lafı var: “Avrupa Türkiye’ye demokrasi adalet dersi veriyor bu mu Avrupa’nın demokrasisi? Böyle midir bu Avrupa’nın adaleti? Avrupa adalet aktarıyorsa gelsin Hocalı’da aktarsın. Ben 20 yıldır doğduğum evi görmüyorum. Ben 20 yıldır atamın, kardeşimin kabirlerini ziyaret edemiyorum. Onlara orada bir Kuran okuyamıyorum. Ben kimseden toprak istemiyorum, kimsenin devletiyle savaş yapmak istemiyorum, ben istiyorum ki doğduğum köye gideyim. Benim gibi 1 milyon insan var Azerbaycan’da. Artık yaşlandım istiyorum ki doğduğum evde öleyim. ABD madem dünyaya jandarmalık yapıyor, gelsin önce beni evime götürsün…
“İnsanlıktan nasibini alamamışlara hiçbir zaman fırsat verilmesin ki, insanlar da insanlıklarından utanma durumuna düşmesinler.”(Torlakon)
|
|
Editör :
TORLAKON
|
|
6515 Kişi
Tarafından Okundu. |
|
|
|
|
|
|
|
Tarih : 03.05.2014 10:57:22
|
|
Adalet ve İnsanlık
|
Kayıtlı İp: |
|
Mümin olarak birbirimize dua etmeliyiz.Bize yylardan beri hayır gelmeyen ABden bugün de hayır gelmez.Onlar sadece kağıt üzerindeki istatistiklerden ve sonuçlardan konuşurlar.Türkiyeden örnek vermek gerekirse,yeri geldiğinde zamanında İzmirde düşmana ilk kurşunu sıkan şehit Hasan Tahsin gibi,yeri geldiğinde şehit Azeri asker Mübariz İbrahimov gibi olmalıyız.Bizde yani Türk toplumlarında kahraman asla bitmez
|
|
|
|
Tarih : 03.05.2014 10:55:51
|
|
Adalet ve İnsanlık
|
Kayıtlı İp: |
|
Bu olan olaylar karşısında bir Türk olarak onurum ve insanlığım için çok ciddi anlamda üzüntü duyuyorum.Yapılanlar karşısında susmak bir çözüm değil.Bizlere karşı her çıkan habere evet deyip geçmemeliyizYeminler olsun ki,Rabbim bu olayların faillerinin cezasını hat safhada verecektir.Tüm acı çeken ve çekmekte olan Ümmet-i Muhammedin ve tüm Türk kardeşlerimizin Allah yardımcısı olsun.Gençlerimize ve çocuklarımıza Bayrak nedir,Vatan nedir,Namus nedir gibi daha çok konuda bilinçlendirmeliyiz.Tüm, Türk milletleri birbirlerine karşı duyarlı olmalı ve kol kanat germelidir.
|
|
|
Sayfalar : İlk Sayfa -
[1]
-
Son Sayfa
|
Bu Kateoriye Ait Diğer Başlıklar |
|
|
|
|
|
|
|
|