Çingene Üstesi İstemek
Türkiye insanının çok büyük kısmını Türkler oluşturmaktadır ve onların da tamamına yakını Müslüman olarak bilinmektedir. Müslüman Türk, insancıllığı gereği her kavimle çok iyi komşu olabilirken, inancı gereği herkesle akraba olamaz, kız alıp veremez…
Genel olarak evliliklerde gözetilen; soyu, asâleti, güzelliği, varlığı ve gücü artırmaya veya korumaya, seviyeyi de yüceltmeye yöneliktir. Çeşitli nedenlerle düşen seviyeler ise genellikle düşkünlüğün, çaresizliğin sonucudur… Çaresizliğe neden olan şey cebrî(savaş, saldırı vs) olabileceği gibi, ekonomik, törevî veya dînî de olabilir. Kimi zaman zirvede olup dengini bulamamak da çaresiz bırakır insanı…
İnancı gereği herhangi bir gayrimüslim azınlıktan(yahudi, ermeni, rum, süryani vs.) olana kız vermeyen Türk insanı, dürziye, çingeneye de kız verip almaz… Hind kökenli oldukları düşünülen ve dünyanın en katışıksız insanlarından olan Çingeneler, bulundukları ülkenin dînine paralel inanç ve davranış sergilerler. Anadolu’nun bu yağlı kara tenli insanları da geçenlerde mevlit okutmuşlardı İslâm Peygamberi için. “Bakın işte biz de müslümanız!” demek istercesine…
Türkümüz, kürdümüzü ise kendinden hiç ayrı tutmamış(çoğu da zâten dilini kaybetmiş Oğuz Boylarındandırlar), “Bu benim seviyemi düşürür, başıma da belâ olur” kaygısına da hiç düşmemiş, et ve tırnaktan daha birbirine yakın, iç içe olmuştur. Türk kürt evliliğinden doğan çocuklar da ibret verici bir şekilde “Annemiz veya babamız ne olursa olsun, biz Türküz!” diye haykırmakta ve böylelikle seviyelerini de akıllıca yüceltmektedirler. Kardeşliğimizin ve bütünlüğümüzün çimentosu da işte bu zekî çocuklarımızdır…
Sanatçılarımızn kürtçe “KÜRTÜ” değil de “TÜRKÜ” söylemeleri ibret verici değil mi?...
Dilimizde “Çingene üstesi istemek” diye bir deyim vardır. “Hem suçlu hem güçlü”nün eş anlamlısı da denebilir…
Örneklendirecek olursak:
“Dövlet bize yol yapmiy!” diye bağırmak ve yol yapan makinaları da yakmak, yardıma gelen devletin ayak altına mayın döşeyip pusu kurmak,
Nüfus pilanlamasına hiç yanaşmamak ve sonra da “Evde dörd avratla ottuzikkıy cojıh ajlıhdan geberiyler! Dövlet bize bahmazsa dağa çıkarıh, gurşun sıkarıh!” diye tehdit etmek. Devlet çocuk başına yardım ettiği halde bile, nankörlüğe ve ihânete devam etmek,
Bir yandan “Dövlet bizi ihmal ediy, ilgilenmiy, okutmiy, hesdemize bahmiy!” diye zırlayıp durmak, diğer yandan da hastaneyi okulu yakmak, doktoru öğretmeni kaçırıp işkenceyle öldürmek, hemşireye tecavüz edip kafasını taşla ezmek,
Birinci sınıf mevkilere gelip cumhurbaşkanı bile olabildikleri halde “İkinci sınıf insan muamelesi görüyoruz!” diye yalan söyleyip durmak (Soysuzda yalan ve iftira sonsuzdur- Torlakon öğretisi), milletvekili sıfatıyla meclise girip maaşa bağlanarak dokunulmazlık kazanmak ve Türk vekillere hitaben “Benim ardımda silahlı bir ordu var! Senin ardında duracak kim var ulan!” diye çıkışıp tehdit etmek,
Sokakları, otobüsleri, işyerlerini ateşe verip halkımızı diri diri yakmaya çalışmak ve “Kim çağırdı ulan bu itfaiyeyi?! Çalışmasını engelleyin gitsin!” diye haykırıp, insanlıktan ne kadar ırak olduğunu ispatlamak. Deprem gibi doğal âfetlerde de bir yandan yardım malzemelerini talan edip, öbür yandan da “Nerde bu devlet?!” diye cazırdamak,
“Ülkenin doğusunda sizi istemiyoruz! Batısını size bırakacak kadar aptal da değiliz!” diye tavır sergileyip, “ABD Türkiye’yi de işgal etsin, Irak’ta yaptığını Türkiye’de de yapsın!” diye küresel kâfir haydutlara dâvetiye çıkarmak…
Örnekleri çoğaltmak veya güncel olarak izleyip durmak da hemen hergün mümkün olmakta.
Peki bunları Çingene mi yapıyor?
Elbette ki hayır!
Çünkü Çingene HAYSİYETİ ve ŞEREFİ ile yaşıyor!...
Çöplerden kâğıt, pilastik vs atıklar toplayan Çingene çocuklarını izliyorum ibretle. Tedirginler… Çöpe atılmış olan şeylerden, kimse hak iddia etmeyecek halbuki. Kendilerini sanki hırsızlık yapıyormuş gibi tedirgin eden neydi ki… Yanlarına varıp sordum. Çevreden bâzıları kızıyormuş onlara. Çöpleri dağıtıp gidiyorsunuz diye kızıyorlardır, dedim. Sizler alnınızın teriyle bu ülkenin ekonomisine katkıda bulunuyorsunuz, çok çok teşekkür ediyorum. Sizlere kızana kızarım fakat; çöpleri ayıklarken etrafa dağıtıp giderseniz ben de size kızarım, çevremizi ve ülkemizi temiz tutmalıyız, diye söyledim… Yaz sıcağının kasıp kavurduğu günde, çeşitli atıkların boğucu kokusu içinden ekmeklerini kazanmaya çalışıyorlar. Üçbeş para veriyorum nasırlanmış ellerine, gidin kendinize birer dondurma alın diye… Öteden bakıldığında “başka dünyaların insanı” gibi görünen o canların sevinçle parıldayan gözlerinden okuyorum “Biz de bu dünyanın, bu vatanın insanıyız”, “Kirli gibi göründüğümüze bakmayın! Biz de temizlenip güzel elbiseler giyebilsek, dağınık saçlarımızı tarayabilsek, pırıl pırıl çocuklar olamaz mıyız?” deyişlerini, gönüllerinin şenlenişini. Böylelikle “Hepisinden iyice, bir gönüle girmektir.” diyen Koca Yunus geçip gidiyor bir kez daha hayâl penceremin önünden…
Evet… Çingene haysiyeti ve şerefiyle yaşıyordu.
Çingene nankörlük ve hainlik yapmıyordu.
Peki öyleyse;
Müslüman kürdümüz de istemediğine göre kim istiyordu “Çingene Üstesi”ni?
Çingenenin seviyesine hiçbir zaman erişemeyeceği anlaşılan çukur yaratık neyin nesiydi?
Yetkililer net olarak adını ortaya koymalıydılar!
Hangi ‘sayın’ lağım faresi oyuyordu bu devletin temelini?
Tanrının hangi ‘sayın’ başıboş iti katlediyordu bu vatanın Mehmedini?
Veya;
Ülkemizi ve insanımızı parçalayıp yemek isteyen ‘sayın’ iğrenç sırtlan, hangi küresel ağaların çiftliğinde beslenip eğitilip de saldırtılıyordu?...
Adını, cinsini ve türünü net olarak ortaya koyup, çekivermek gerekmiyor muydu kuyruğunu!
Peki, neyi bekliyordu bunca yıl bu ülkeyi yönetenler?
Yurdun nur yüzlü yiğitlerini niçin kıçı çakıldaklı itlere yem edip duruyorlardı?
Ayrışma ve nefretin her geçen gün daha da artmasına niçin çanak tutuyorlardı?
Bir yandan şehit ve gaziler enayi yerine konurken, öte yandan hainlerin kahraman muamelesi görüyor olması da neyin nesiydi?
Adına ister özerklik densin, ister federasyon, isterse yerel yönetim; sonucun, iç savaş ve parçalanmaya varacağını, müslümanın birbirini boğazlayacağını düşünemiyorlar mıydı?
Çapsız oluşları, iş bilmeyişleri nedeniyle mi başarısızdılar? Peki öyleyse niçin yetkiyi iş bilenlere bırakıp gitmiyorlardı?
Yoksa onlar, çıkar sağlayıp biat ettikleri küresel güçlere verdikleri sözü halktan gizleyip uygulamak, halkın tepkilerine karşı da hoşaf soğutma yoluna gitmek derdinde miydiler? Açıkçası ihânet mi edip duruyorlardı?
Terörün faturasını devlete ve güvenlik güçlerine kestirip, teröristle savaşanları hapse attırmak, asıl teröristbaşını da salıverdirmek isteyenler neyi görmek istiyorlardı, ninelerinin örekesini mi?
Kim kimin aklıyla, kimin kuyusunu kazdığını sanıyordu?...
Evet, neyi bekliyorlardı?
“Aklını güzelce kullanmayanların üzerine pislik yağdırırız” buyuran Tanrının tecellisini mi?
Irak ve Afganistan’da olduğu gibi; ırzına geçilip, cesedinin üzerine işenip, kitabının üzerine de sıçılmasını mı?
Neyi bekliyordu bunca yıl ülkeyi yönetenler, iç savaşın çıkmasını mı?!
Alengirli katakulli partilerinden umudu kesen halkın, kendi başının çaresine bakmasını mı?!...
“Kendi aklına hâkim olamayanlar, başkalarının aklına mahkûm olurlar. Kendi gerçeklerini haykıramayanlar, başkalarının iftirâlarında boğulurlar. Kendi yurduna sahip çıkamayanlar; Vatan! Bayrak! Namus! diye ağlar dururlar.”(Torlakon öğretisi)
("Sayın" sözcüğü murdar edildiği için, saygı gösterilmesi gerekenlere “saygın” diye hitap edilmelidir.- Türk Filozof Torlakon)