YİĞİT TURNALAR (Vefa-2)
1970’li yıllarda, mart ayının sonlarında, ilçe pazarının kurulduğu yerde, curcuna ve telâşın tam da ortasında; bizim Ombaşı’nın hırdavat dükkânındaki müşteriler arasında, ısmarlanan çayı ayaküstü yudumluyordum. Her türlü şamatanın ortalığı sardığı ve kulakların şiştiği o durumda, tek bir turna sesi işittim. Öyle bir ortamda, gökyüzünün bilmem kaç yüzüncü metre yüksekliğindeki bir kuşun sesini algılayabilmek için;
Ya, kulakları hâlâ iyi durumda bir yaşlı müzmin avcı olmak,
Ya da, sesler arasında, doğadan gelenlere çok daha fazla değer verir olmak,
Veya, o sesin sahibine sevdâlı olmak gerek…
Turnalar; Torlakon’un sevdâlı olduğu canlardan…
Dünyâda yaşayan 16 türünden ikisi (Turna-Grus grus, Telli turna-Anthropoides virgo) eskiden beri yurdumuzda yaşamakta iken, iklimlerde oluşan değişiklikler nedeniyle, Sibirya bölgesi kuşlarından olan Ak turna(Grus leucogeranus)lar da misafirimiz olmaya başlamıştır. En iri türümüz(150cm’e kadar) olan bu turnalar, beyaz leyleklerin büyük hâlini andırırlar. Bunlar da tek eşli olmalarına rağmen, diğer iki türümüz kadar eşlerine düşkün değildirler… Pembemsi renklerinden dolayı “Allı turna” da denen flamingolar(140cm’e kadar) ise zaten turna ailesinden değildir. Dolayısıyla; Türk ekininde(kültüründe) güçlü bir yer edinen turnalar, Turna(130cm’e kadar) ve Telli turna(100cm’e kadar)dır. “Allı” yakıştırması, turnanın baş üzerinin ve her iki türün de gözlerinin kırmızılığından geliyor olabilir… Ne yazık ki; sulak alanların hızla yok olması veya kirlenmesi nedeniyle, bütün turnalarımızın nesilleri tükenmek üzeredir!…
Elimdeki çay bardağıyla hızla dışarı çıkıp gökyüzüne baktığımda; tahminen bin metreden daha yüksek bir irtifâda, birbirine girercesine hızla daireler çizmekte olan turna sürüsünü gördüm. Dikkâtle izlediğimde, onların bu davranışının, hızla yaklaşmakta olan iki kartal nedeniyle olduğunu anladım. Karmaşık bir şekilde hızla dönerek yükselen sürüden dört turna ayrıldı; ikisi bir kartalı, diğer ikisi de öbür kartalı oyalamak için… Belli ki bunlar o sürünün koruyucu özel kuvvetlerindendi. Düşman sayısına göre kim bilir daha kaç çift görev için sırada bekliyordu…
Turnalardan biri hızla kartala dalar gibi yapıp aşağılara doğru kaçarken, onu peşine takıyor; diğer turna da hızla tâciz dalışı yaparak, kartalı kendi üstüne çekmeye çalışıyordu… Dakikalarca süren bu yöntem sayesinde yüzlerce metre daha yukarılara yükselen sürü, kılavuzlarının “İleri!” komutuyla birlikte hızla kanat süzerek menzile doğru yöneldiler… Sürü artık güven içindeydi, çünkü; yüzlerce metre daha aşağı seviyelere çekilen kartalların arayı kapatabilmeleri mümkün değildi… Dakikalarca kartalları oyalayan yiğit muhâfız turnalar da menzile doğru yöneldiler. İyice yorgun düşen kartallar ise, onların peşinden çırptıkları birkaç kanattan sonra umudu kesip vazgeçtiler…
Kafaya takılanlar:
* O sürü içinde yaşlılar var, yavrular var, güçlüler var, zayıflar var; aynen toplumlar gibi. Peki ya o muhâfızlardan kaç tane var?
* Muhâfızlar bu tür durumlara karşı önceden mi görevlendirilmişler, yoksa; durum oluşunca “Ali-Veli, Hasan-Hüseyin sizler çıkın!” denilerek mi görev üstleniyorlar?
* Öyle bir durumda nasıl çabucak karar verip düzenli hareket edebiliyorlar?
* “Bizim yırtıcılarla başa çıkacak donanımımız yok!” veya “Âlemin enayisi ben miyim, başkası çıksın!” diye niçin yan çizmiyorlar?
* Sapasağlam olan kuşlar, zayıfları ve nesillerini korumak için kendilerini niçin ölüm tehlikesine doğru atıyorlar?
* “Zayıfların yok olması doğa kanunu gereğidir; herkes başının çaresine baksın!” niçin demiyorlar?
* Yorgun ve aşağı seviyelere düşen muhâfız kuşlar belli ki sürüye ancak mola yerinde ulaşabilecekler veya daha başka saldırılara da uğrayıp ölebilecekler; peki onlar sürüden “Helâlleşerek” mi ayrılıyorlar?
* Yaşlılar ve kılavuzlar, onların fedakârlığını, genç nesillere nasıl anlatıp şükranlarını bildiriyorlar?
* Onların yaptığı fedakârlığı Âdemoğlu çok zor yapabildiğine göre “Kuş beyinli” olmak bir ayrıcalık mıdır?
* Bu özel kuvvetleri eğiten uzmanlar hangi akademiden mezundurlar ve silahlı güçlere karşı silahsız savunma yöntemlerini nasıl îcat etmişlerdir?...
Keşke diyorum keşke! Turnalar kartalları gördüklerinde aralarında ben de olabilseydim; konuştuklarını duyabilseydim; daha da hayranlıktan çatlayıp gidebilseydim…
Çocukluğumda çevrem gazilerle ve düşman işgâlini yaşamış kimselerle doluydu. Şimdi neredeyse onlardan hiçbiri hayatta değil… Ağlamaktan devamını getiremedikleri hâtıraların sonunu tahmin ede ede büyüdüm… Aynı şartlar altında, aynı sebeplerin aynı sonuçları oluşturması kaçınılmaz olduğuna göre, hazırlıklı olmak gerekirdi… Kimileri “Denizde kum, bende para” derler ya hani, bunun bizdeki karşılığı da “Denizde kum, bende yetenek” şeklindeydi. Henüz on yaşında, çöpten bulduğum su borusuyla ilk ateşli silahımı yapmış, işgalci düşmanı bekler olmuştum. Boynuz kulağı geçermiş ya hani; yunanı Menderes çayına attığında dedem de 12,5 yaşındaymış… Gâzileri dinlemeyi çok sevmemin karşılığını, kendi barutumu kendim yaparak gördüm. O zamanlar yokluk kol geziyordu; bizimkilerin bağda bahçede kullanmak için aldıkları kükürdü barut yapmakta, nazara karşı dökmek için bir kenara koydukları kurşunu da mermi yapmakta kullanıyordum. Şimdilerde ise kurşun kirliliğinden geçilmiyor… Bir köşede bulduğum, ikinci dünya harbinden kalma “NBC Silahları ve Zehirli Gazlar” kitabıyla da, az daha kimyager oluyordum. Düşman bir daha gelecek olsa, göreceği sürprizleri hazırlamaya kafa yoruyordum… Kulların, zalimlere karşı sessiz kalışlarına isyan ederek; “Elâlemden merhamet bekleme! Güçlü ol, merhamet sahibi ol!” Torlakon öğretisini ortaya koyup, her türlü savunmanın ustası olmaya çalışıyordum. Kuşlar-kurtlar, börtü-böcek benim hocalarım olageldi, olagider…
Ve… Turnalar… Turnalar…
Yaşadığım o olaydan sonra pek çok turnaya daha rastladım; ya sürü halindeydiler, ya da ikişer ikişer. Tek başına göç eden turnaya hiç rastlamadım. Rastlayamazdım da… Çünkü; onlar ya birlikte kurtulurlar, ya da birlikte ölürlerdi… Eğer günün birinde, nisan veya ekim ayları başlarında omuzomuza, sessizce ve alçaktan uçan iki turnaya rastlarsanız, bilin ki onlar; ya sürülerini kurtaran yiğit turnalardır, ya da rahatsızlanan eşini yalnız bırakmamak için sürüden ayrılıp onunla kalan vefalı turnalar…
Acaba; “Eşref-i mahlûkat” olarak yaratılan Âdemoğlunun yüzde kaçı turnalar kadar eşreftir veya şereflidir? Bu ölçünün en yüksek değeri, hiç şüphesiz ki Türk insanındadır. “O Türkler nerede?” diye soranlar olabilir. Her ne kadar göze görünmeyi pek sevmeseler de, O Türkler Her Yerde. Onların ortaya çıkışları, sessizce duran bir volkanın patlaması gibi olur. Üçü bir araya gelerek, düşman hava araçlarını imha edecek füzeyi yapar, çoğu zaman ikisinin bir araya gelmesine bile gerek kalmaz; hemen her evde bulunabilen malzemelerle, düşman tanklarını berhava edecek tahrip kalıplarını hazırlar; her türlü düşmanı cehenneme gönderecek taşıtı bulur buluşturur…
Yiğit Turnalar ile doludur Anadolu. Kimi havada, kimi karada, kimi de azgın sularda, ulusları için canlarını sebil eder onlar. Varlıklarından çoğumuzun haberi olmadığı gibi, onlardan çoğunun mezarları bile belirsiz, tenleri toprağa hiç değmemiş de olabilir… Onlar vefâ uğrunda her şeylerinden fedakârlık edip göç eyleyenlerdir… Onların sayesinde özgürce nefes alabiliyoruz.
Tüm şehit ve gâzilerimiz için en azından bir Fâtiha göndermek de bizim vefâmız olsun…
“Fedakârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı.”(Torlakon öğretisi)
http://www.torlakon.com/haberdetay.asp?ID=69 YİĞİT TURNALAR (Vefa-1)