ANALAR BÖYLE MİDİR?
Üç küçük çocuk:
Umut, Murat ve Cemil.
Yalpalaya yalpalaya kaldırımda yürüyorlar.
Her nereye gidiyorlarsa belli; istemeye istemeye gittikleri.
Yorgun oldukları da, aç oldukları da, çaresiz oldukları da…
Bir şeyler mırıldanıyorlar, bir yandan da;
"Anneler böyle midir?" diyorlar.
"Gerçekten böyle midir anneler?... Sevip okşarlar mı çocuklarını?... Kızmazlar mı sık sık?... Çirkin sözlerle azarlar, hakaret edip durmazlar mı?... Vurup durmazlar mı, başlarına, kıçlarına?... Suratlarını asıp durmazlar mı, yemeklerini önlerine korken bile?..."
Şaşkınlıklarının cevabını bulmak istedikleri sorular uzadıkça uzuyordu. Yoksa onlar bir rüyadan mı çıkmışlardı?
Hayır, hayır, hayır!… Bunlar sinemadan çıkmışlardı.
Yetiştirme yurdundan kaçarak gitmişlerdi oraya da.
Filim başladıktan onbeş dakika kadar sonra, görevliye rica minnet ederek parasız girmişlerdi.
Yerli bir filim idi bu. Yoksul fakat mutlu bir ailenin hayat mücadelesi işleniyordu. Güç şartlarda alnının teriyle ekmeğini kazanan, mağrur, cefakar ve kalender bir baba; akciğerlerinden rahatsız olduğu için sık sık öksürüp duran fakat imkansızlıklardan dolayı da doktora gidememiş, sırtında yamalı fistanıyla evlatlarına kol kanat geren şefkatli bir anne; sofrabaşında ekmek üleşirken birbirleriyle dövüşüp duran beş kardeş…
"Anneler başka mı olur?... Çocukları sofrabaşında birbirlerini yerlerken bile hiç kızmıyor anneleri. Hepinize de yeter evlatlarım; yeter ki yemeğe başlamadan önce besmele ile başlayın diyor sadece… Peki, yurttakiler niçin azarlarlar, itip kakarlar bizi?.."
Bir cami bahçesinde bulmuşlar Umut'u. Adını, polis amcalar koymuş…
Hemşire ablaları vermişler; Murat'a da ismini. Terk edip giden gelir mi diye üç hafta bakıp beklemişler…
Cemil oniki yaşında. İçlerinde en büyüğü. O'nun hikayesi ise bir başka...
Cevap veriyor arkadaşlarının sorup durdukları şeylere aklı yettiğince:
"Filim icabı oğlum, filim icabı!... Hademe Kadir amca hep der dururdu; filimlerde iyiler kötü, kötüler de iyi gösterilir diye. Sinemanın en kötü adamı Erol Taş bile gerçek hayatta Allahlık bir adammış. Kendisini kötü belleyen halkın taşlamalarına bağrını açarak; Atın! Atın!... Sizler bana taş değil, ekmek atıyorsunuz diye haykırırmış. Hayatın gerçek yüzü böyle işte… Sizler yine şanslısınız. Her gördüğünüz amcanın, babanız; teyzenin de anneniz olabileceğini düşünüyorsunuz. Bir gün onlara kavuşabileceğiniz umuduyla yaşıyorsunuz… Tam dokuz yıl oldu, benim umutlarım söneli. Hayal meyal hatırlıyorum annemin yüzünü. Başından akan kanların boyadığı simsiyah saçları gözümün önünden gitmiyor. Son kavgalarında öldürmüş annemi babam. O'nu hapse atmışlar. Zaten kimsesi olmayan yaşlı dedem vermiş beni yurda…
Onun için sizler şanslısınız. Ne mutlu size ki; bir gün anne babanız çıkıp gelerek sizleri kucaklayabilir. Oysa ben… Bir gün büyük adam olurum da; Ben senin babanım diyerek çıkıp geleceğinden endişeleniyorum… Zavallı annenin mezarını bile bilmiyorum. Keşke bir taş da benim kafama vursaydı da annemin yanına gömülseydim. O'nun kokusunu duyar dururdum…"
Bütün bunları işitip durduktan sonra bende huzur kalır mı hiç?
Adımlarımı biraz daha hızlandırıp üç dört metre ileri çıktım ve sağdaki bakkala yaklaşarak;
"Hey çocuklar!... Gelin hele!... Bakkal amcanız sizlere bisküvi ve meyve suyu verecek. Bedava!..."
Zaten belliydi aç oldukları. Koşarak geldiler…
"İstediğiniz kadar alabilirsiniz. Ceplerinize de doldurup gidin bence!..." deyince;
"Aman amca!... O zaman döverler bizi yurda varınca. Bunları nereden çaldınız diye. Zaten kaçtığımız için suçluyuz." dedi Cemil.
Bakın çocuklar, dedim. Bana Torlakon dede derler. Bu mahallenin delisiyim… Sizlere el kaldıracak olanın bacaklarını ayırırım!… Tamam; suçlusunuz, yurttan izinsiz ayrıldığınız için. Sizler özür dilersiniz efendice… Dedemizi ziyarete gittik, selamı var dersiniz… Gelin, şu ağacın gölgesindeki oturamaklarda için meyve sularınızı. Birlikte atıştıralım. Bu arada dertleşiriz de bir yandan… Benim de babam yok. Öldüğünü de göremedim, gömüldüğünü de. Onun için bana "ölmüş" gibi gelmiyor. Sanki etraflarda bir yerlerde işinde, gücündeymiş gibi geliyor. Her zaman olduğu gibi hep memleketin ve insanlarımızın geleceği için endişelenip, koşturup duruyormuş gibi geliyor… Ben de bir hayli çile çektim çocuklar. Çok çeşitli insanlar ve olaylarla karşılaştım. Derdimi yanacak kimseciklerim olmadı pek çok zaman. Kendi kendime nasihatler edip durdum, haksızlıklar karşısında. Bir yandan da ağlıyordum. Ölümcül kullar beni duymuyordu, bunu biliyordum. Fakat kendimle konuşurken, Allah'ımızın beni her daim dinleyip durduğundan da adım gibi emindim. Her şeyin en doğrusunu O biliyordu. Bir hayal gibi gelip geçen bu Dünya'nın ardından, bir hesap verme ve karşılığını görme zamanı gelecekti. Eninde sonunda herkes ölecekti. Her neyse…
Bütün mesele, kazananlardan mı yoksa kaybedenlerden mi olunduğuydu.
Kaybetmeler iki türlüydü: Direnerek… Pes ederek…
Kazanma ihtimali ise yalnızca direnişte vardı… Sabrı ve azmi terk eden kaybeder…
Sizler çok akıllı çocuklara benziyorsunuz… İleride büyük adamlar olacağınızı düşünüyorum… Sevilenler ve bolca dua alanlar kazanacak… Sizler de çokça sevilenlerden olacaksınız. Sizlerin, anne baba sevgisi, şefkati ve yardımı göremediğiniz bir gerçek. Eğer ebeveynleriniz sizlere karşı görevlerini iyi bir şekilde yapmış olsalardı, Onlar kazanacaktı. Oysa Onlar bu şanslarını kaybettiler. Şimdi sıra sizlerde. Öyle faydalı insanlar olacaksınız ki. Öyle sevilen insanlar olacaksınız ki. Öyle hayır dualar alacaksınız ki. İnsanlar değil, melekler bile sizlere imrenecek… Sizler babalarınıza sarılıp ellerini öpemediniz. Yüzlerce çocuk "Baba!" diyerek sizlerin ellerini öpebilmek için sıralara dizilecek…
Düşünsenize… Melekler bile sizlerin adına sevinip dururlarken, annelerinizin haberdar olmamaları hiç mümkün mü?... Annenin nerede gömülü olduğunun ne önemi var Cemil!... Nasıl olsa senin iyiliklerine sevinip duracak. Ruhların şad olmaları da bu demek zaten. Etler ve kemikler bir yerlerde çürüyüp gidecek nasıl olsa… Mezardakilerinse sevindirilmeye ihtiyaçları vardır. İsteseler de sevemezler zaten. Memnun edilebilirler sadece…
"Annelerin şefkati çocuklarına da yansısaydı, Dünya'da zulüm diye bir şey kalmazdı. Fedakârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı." (Torlakon öğretisi)
Haydin bakalım!... Sizler yerinize yurdunuza; ben de işimin gücümün başına…
Haa! Çocuklar!... Evet… Anneler öyledir…
Elleri kolları bağlandığı veya toprağa karıştıkları için yavrularını sevip okşayamıyorlarsa suç Onların değildir…
13 Mayıs 2007
TORLAKON