"BUYUR BABA, VUR!" DEDİ ATATÜRK
Bir tesadüf sonucu karşılaşmıştık, Konyalı İstiklal Gazisi Seyyit Ali amcayla. Ses tonumun, onda ne gibi hatıraları çağrıştırdığını bilemezdim. Neden sonra, üzerime çakılı kalan bakışlarını döndürüp, "Nerelisin?" diye sorduğunda; insanları dinlemeye ve tahmin güçlerini sınamaya olan merakımdan dolayı; "Egeli!" karşılığını verdim.
"Banaz'ı bilir misin?" dedi.
"Bilmem mi..." dedim.
Karşımda mecalsiz bir ihtiyar gibi duran gazi, birden zaman ötesine taşınmış gibi bir ruh hali ve heyecanla anlatmaya başladı:
"Büyük Taarruzla birlikte, Altıntaş-Çalköy-Dumlupınar hattından geceli gündüzlü hücumlarla Uşak'a doğru kovaladığımız düşmanın ardından Banaz-İslamköy yöresindeki elma ağaçlarının altında soluklanmak için oturuyorduk. Bu arada düşman "Uşak Süvari Alayı"nın önünden büyük bir hız ve çapulla; evleri ateşe vererek kaçıyor... Üstübaşı perişan, ak sakallı bir ihtiyar çıka geldi, soluk soluğa. Atatürk'ün yanına varıp; "Evladım!... Bu Yonan cavırı, üç kızım ve iki oğlumu aylar öncesi kaldırıp götürdü. Ben, evlatlarımın hayatından umudumu çoktan kestim. Müsaade buyur da, şunlardan hıncımı bir çıkarayım!." dedi.
Bunun üzerine; "Buyur baba, vur!" dedi Atatürk.
O yorgun argın ihtiyar, yılların, içinde biriktirdiği öfke ve hıncın etkisiyle daldı, Yunanlı esirlerin içine. Elindeki bastonuyla vurdukça vuruyordu. Neden sonra nefes nefese mecalsiz kaldığında; alnının teri, ayaklarına varıyordu... Duyduk ki; daha önce bu toprakta (İslamköy), tarlada beraber çalıştığı anne-babası gözlerinin önünde öldürüldükten sonra, yirmibeş Yunan askerinin tecavüzüne uğramış, ondört yaşında bir kızcağız. Aklını zayi etmiş. Kaybolmuş, Murat dağının vadilerinde. Bir daha kendisinden haber alınamamış. Bilinmemiş, kurda mı yoksa kuşa mı yem olduğu..."
Sözlerini tamamladım:
"Belki de Yaradan, sırlara karıştırmıştır onu. Çünkü, bu vatanın kurdu, kuzgunu bile ilişmez, böyle gariplere...".
(01 Eylül 1922 günü yaşanmış olan bu olayın ardından hücumlarını sürdürmekte olan Atalarımız, akşama doğru Uşak şehrimizi düşman işgalinden kurtarmışlardır. 29 Ağustos 1920’den beri işgalde olan şehirde 8.132 hane, 689 dükkan, 119 cami ve mescit yakılmış haldedir. Özellikle Ermeni ve Rumlar’ın tertipleriyle ortaya konan vahşeti ifade edebilmek “zor zanaat”tır. Sadece bir caminin yakılmasıyla beraber 450 esir tutulmuş askerimiz de diri diri yanarak can vermiştir.)