*** Doğa Öyküleri-2 (SANSAR) ***
(Bu öykü gülme krizine neden olacak bölümler içerdiği için bir şey yiyip
içerken okunamaz, dinlenemez, hatırlanamaz ve senaryo olarak izinsiz
kullanılamaz!)
Gecenin bir vaktinde ciyak ciyyak sesleriyle
uyanan Hacı Cafer afallamış bir şekilde hanımını uyandırır; benim duyduğumu sen
de duyuyor musun, diye. Sesler evin tavanından gelmektedir. Uyku sersemliğiyle
salevat getirmeye başlayan kadının ilk aklına gelense “iyi saatte olsunlar, mı
acaba?” diye üç harfliler olur. Çünkü bu evde tavuk filan beslenmediği gibi,
herhangi bir civcivin tavan arasına gelebilmesi de mümkün değildir…
Merdivenin basamaklarına besmeleyle basa basa
tavana çıkan Cafer emmi, gördükleri karşısında şaşakalır çünkü tavan yumurta
tarlasına dönmüş olup ara yerde de ciyaklayıp duran bir civciv vardır.
Kabuklardan anlaşılır ki civciv gece vakti yumurtadan çıkmış ve ötmeye
başlamıştır. Kuluçkadan çıkmaya yakın çalınıp yeni getirilenlerden olduğu
bellidir. Kafayı toparlamakta gecikmeyen Cafer emmi, olayın failini tahminde de
gecikmez çünkü köy birkaç yıldır ele avuca sığmayan bir kürklü şirin hayvanın
istilası altındadır…
İstila olayının başlangıcı bir cinayete
dayanmaktadır. Köyün haylazlarından olan Şaybıl Efrayim, Örenardı mıntıkasında
bir baba sansarı avlar ve cesedini elinde sallandıra sallandıra muhtarlığın
önünde caka sattıktan sonra evine götürüp postunu çıkartır. Olayın akşamı
yavrularını da peşine takan anne sansar, eşinin kokusunu süre süre köye gelir
ve boş bir eve yerleşir. Köyden kente göç nedeniyle boş ev sayısı da artmıştır.
Vukuatlar kısa sürede ortaya çıkmaya başlar. Kümeslerdeki yumurta ve tavuklar
azalmaya başlamıştır. Önceleri “kimin işi acaba?” şeklindeki şüpheler,
telefâtlar büyüdükçe ortadan kalkar ve fâilin eşgâli belirlenir. Tilkiye göre
çok daha başa çıkılamaz bir katliamcı ve hırsız olan sansar (Kaya sansarı- Martes
foina) dadanmıştır kümeslere…
Farenin girdiği yerden girebilen, kedinin
çıkamadığı yerlere de çıkabilen sansarların diş ve tırnakları oldukça güçlü ve
dayanıklıdır. Aynı yerlere kediler tırmanmaya çalışsa, tırnakları tahrip
olacağı için psikolojik travma geçirirler… Bölgedeki yerleşim yerlerinde
görülebilen Sansar ailesi (Mustelidae)nin bir boy küçüğü Kakım (Mustela
erminea), iki boy küçüğü ise Gelincik (Mustela nivalis)tir. Kedilerin
babayiğitleri bile diğer ikisine karşı etkili olsa da, sansar karşısında
tırsmaktadırlar. Gündüzlerini evlerin ücrâ köşelerinde istirahat edip operasyon
planları yaparak geçiren sansarlar geceleyin icraata geçerler. Köyde birkaç
evden birinde köpek bulunmasına karşın, onlar tarafından ölü ya da diri olarak
ele geçirilmiş sansara bugüne kadar şahit olunmamıştır…
Kümeslerdeki telefâtın boyutu öylesine felâkete
dönüşmüştür ki; köylü, köy yumurtası yemeye hasret kalmış, mis kokulu köy
tavuğu yerine de talaş tadı veren çiftlik tavuğu etine talim etmeye
başlamıştır. Güvercin meraklılarının zararı ise iflas bayrağı çekmiş olmanın ta
kendisidir. Otomobil fiyatı biçilen perçemliler, 250 gramlık tüylü ceset
olmuşlardır. Kuşçular hayata küsmüştür. Sansarların soykırım yapıp durduğu bir
ortamda yarış atı parası istenen kuşların sigortasının yaptırılmamış olması da
bile bile lades durumu olsa gerek! Düşülen hatanın ana nedeni ise “bu kafesin
deliklerinden sansar geçemez” öngörüsüdür… Hep de günahını almayalım
sansarların; bâzı cinayetlerde gelinciklerin de parmak izi vardır, çünkü onlar
sansarlardan önce de köyde yaşamaktadır. Önlem olarak getirilen yetenekli bekçi
köpekleri de çare olmamış ve akla gelmeyen bir açık mutlaka verilmiştir. Sansar
için konulan tuzaklara kediler yakalanmış, zehirli etlerin müşterisi de yine
kediler olmuştur. Geceleyin elinde tüfekle pusuda bekleyenleri seziyor gibidir
sansarlar. Denilir ki; hayvanların bordo berelileri varsa o da bunlardır.
Nerede gözden kaybolup nerede ortaya çıktığına akıl sır ermemektedir. Köyün
neredeyse hepiciği avcı olsa da, meskûn mahâlde ölü veya yaralı ele geçirilmiş
sansar olmamıştır. Kahvelerdeki kaygı meclislerinde “insanın mı yoksa sansarın
mı daha akıllı olduğu” tartışmaları gırıla gitmekte, tavlanın zarları “sansar”
diye atılmakta, kriz denilince de akla ilk sansar gelmektedir. Çözümsüzlüğün
getirdiği bir karamsarlık köye karabasan gibi çökmüş durumdadır…
Sansarların dilinden anlasa anlasa Torlakon
anlar diyerek çözüm için görüşüne başvururlar. O da, tüm yaratıkların olduğu
gibi şirin sansarların da hayat hakkına saygı duyulması konusunda hassas olup
öldürülmelerini hiç istemediği için başka îcatlar bulmalarını önerir ve “Sansardan
daha akıllı olduğunuzu isbât edin, onun giremeyeceği kalekümes filan yapın”
der. Bu işin çok masraflı olacağını söylediklerinde de “Öyleyse bana çatlak
filan bir zurna bulun, onun zırt dediği yere veya Mozart’ın son zartına kadar
nefesimi tüketip sansarları eski yurtlarına döndürmek için iknâ etmeye
çalışayım” önerisinde bulunur. “Biz can derdindeyiz, sense işin dalgasındasın”
diye söylene söylene giderler. Torlakon da arkalarından seslenir; “Fareli köyün
kavalcısının işe yaradığını duymuştum, siz duymadınız mı?”…
Köy İhtiyar Heyetince alınan kararla son çare
olarak geniş çaplı bir süpürme harekâtına girişilir. Komşu köylerden tecrübeli
avcılar ve tavan arasında gezinmeye elverişli kısa bacaklı zağarlar da harekâta
destek vermektedir. Fakat o da ne! Sonuç; elde avuçta kalan koskoca bir
fiyaskodan ibarettir. Köyün en tecrübeli avcısı durumunda olan fakat operasyon
sırasında hastanede olduğu için iştirak edemeyen Mergen Hüsmen’in tahminine
göre sansar nüfusu yetmiş çiftin üzerindedir. Ortalığı kasıp kavuran o kadar
sansar sadece iki yerde alakmalak görüntü vermiş ve kabakaraltıya yapılan
atışlardan saçılan saçmalarla da sansarzedeler türemiştir. Dost ateşiyle hasar
gören sansarzedeler; Aygır Hayri, Pengir Osman, Kevgir Mustan ve Dingil Danyal’dır…
Aygır Hayri:
Doğduğunda altı kilonun üstünde gelmiştir ve hâlihazırda köyün en cüsselisidir.
Zihnî yapısı ise kalıbıyla tezat olup ithâlâtçıdır; dirayetli olacağı yerde
uydum akıllıdır yâni…
Pengir Osman: Neden pengir denildiği konusunda bilgi sahibi olanların köyde veya
hayatta olmadığı sanılmaktadır. Bilinense, biraz patavatsız oluşu ve konulara
alâkasız dalma alışkanlığını bırakamayışıdır…
Kevgir Mustan: Adından da anlaşılacağı üzere, bir domuz avı sırasında helâya oturduğu
çalı dibinde yanlışlıkla çapraz ateşe tutulmuş, bereket versin ki vuranların
acemi olup da tüfeklerinde domdom yerine saçmalı fişekler bulundurması işe
yaramış ve hayatta kalmayı başarmıştır. Bu olayla birlikte kevgirlikten
kalburluğa terfîsi umulur…
Dingil Danyal: Çocukluğunda fazla gıdıklanarak sevilmesi onda tik hâlini almış ve böğelek
(büvelek) tutmuş gibi sürekli dingildeyip durduğu için böyle denilmiştir. Köyün
hem sevimli hem de matrak maskotu gibidir. Canı sıkılan ona takılarak stres atar…
Köyün altından kalkamadığı sansar sorununun
çözümü, ilçe pazarına da taşınır. Geygelin Gâvede toplanıp olayı masaya yatıran
sansarzede ekip, ilçeden ve çevre köylerden gelen akıl vericilerce kuşatılır. Yardım
için hangi üst mercînin kapısının çalınacağı harâretle tartışılır. Bu iş ağaçta
mahsur kalmış kediyi kurtarma operasyonuna benzemediği için itfaiyeden filan destek
istemek beyhude uğraşı olacaktır. Peki en doğru başvuru nereye yapılacaktır;
içişleri bakanlığı mı, köy işleri mi, hayvancılık mı, orman mı, çevre mi…?
Konuyu uluslar arası mecralara, insan hakları mahkemelerine, UNESCO’ya filan
taşımak gerektiğini salık verenler bile çıkmıştır. UNESCO’yu da biliyorlar
ha!... Bu arada sorunun asıl kaynağı olan Şaybıl Efrayim’in komşu köylerdeki
kankalarından olan Sımkıç Apo ile Sibek Selo da çöreklenmiştir masaya. Hükümetten
yardım isteyip TOKİ aracılığıyla uygun mıntıkaya yapılacak sansarzede konutlara
taşınarak kurtuluşu önerirler, hükümetin sanki başka işi gücü yokmuş gibi… Şeytanın
sol bacağı olan bu tayfanın asıl maksadı ise çözüm filan üretmek olmayıp, biraz
kafa bulmak ve çayları da bedavaya getirmektir. Buranın âdetidir; masaya ilk
kim oturmuşsa çayları da o öder… Sonuç olarak gözlemcilerin en mâkûl tavsiyesi
üzerine hareket edilecek; yerel mahkemeye başvuru yapılacak ve gerisini de
devlet halledecektir…
Duruşma salonunda dâvâcılar (Aygır Hayri,
Pengir Osman, Kevgir Mustan, Dingil Danyal) mevcut olduğu halde, dâvâlı
durumundaki Sansar (teblîgât yapılamadığı veya okuma yazması bulunmadığı
nedeniyle) ortada olmadığından gıyâbında yargılanacaktır… Dâvâcı sansarzedeler
hayatlarında ilk defa mahkeme salonunda bulundukları için mahkeme âdâbı ve
muâşereti konusunda sıfır tecrübededir ve sıklıkla azarlanarak hizaya
getirilmektedir. Mahkeme hâkimi ise eşinden yeni boşandığı için gergin günler
geçirmekte olup biraz matraklığa gereksinim duymaktadır. Dâvâ dosyasına göz
attıktan sonra oturumu başlatır:
Hâkim-
Dâvâlının açık kimliği dosyada mevcut değil, nasıl dâvâ etme bu böyle?!
Aygır
Hayri- Valla hâkim bey, onun haydutluğu dokuz köyün diline pelesenk olmuş
durumda!
Hâkim-
Ben bilmiyorum! Kim bilir kim, Sarı Çizmeli Sansar Ağa!
Dingil
Danyal- Babışları çalsa da geydiğini gören olmadı hâkim bey!
Hâkim-
Her neyse! Size yarına kadar süre! Açık kimliğini de dosyaya koyup öyle
gelin!...
Bereket versin ki internet diye bir şey
vardır; sansarın açık kimliğine erişmekte zorluk yaşamazlar ve Martes Foina
ismini dosyaya ekleyerek yeniden duruşmaya çıkarlar:
Hâkim-
Hım… Martes Foina ha! Bu isim Türkçe değil! Yabancı uyruklu mu yoksa lan bu?
Pengir
Osman- Valla hâkim bey, uyruğunu bilmiyoz da guyruğunu iyi biliyoz!
Hâkim-
Ben sana gösteririm mahkemede dalga geçmenin ne demek olduğunu!
Dingil
Danyal- Argdeş dalga neyim geşmiyo hâkim bey, kendisi gadar guyruğu va valla!
Kevgir
Hüsmen- Bağrı da alalı, güccük gulaklı, sivri burunnu, yavrı gara kedinin
sündürülmüş hâli gibi upuzun bişiy…
Hâkim-
Lan yoksa!... Yoksa siz basbaya bir hayvanı mı mahkemeye verdiniz?!
Pengir
Osman- Siz de aynı bizim köylüle gibisiniz hâkim bey!
Hâkim-
Nasıl yani?
Pengir
Osman- Lanlı lunlu gonuşuyonuz da…
Hâkim-
Hım… Sizin biraz bilgiye, biraz da ilgiye ihtiyacınız var anlaşılan! Burasının
bir tiyatro salonu değil mahkeme salonu olduğunu bilin bir!. İki! Oğlum şunları
karakola götürüp misafir edin de biraz ilgilenin!...
Karakolda ilgilenilip salıverilen
sansarzedeler köyün yoluna düşmüşlerdir. Ayakları şişip sızladığı için penguen
gibi sallana sallana yürümektedirler. Dingil Danyal ise daha da sallanmaktadır.
Durumu içler acısı olup, dramadan trajediye dönüşmüştür… Ekibin dişleri fena
halde gıcırdamaktadır. Burunları dar gelmekte, kulaklarından da
solumaktadırlar. Bütün bu başa gelenlerden sorumlu gördükleri Şaybıl Efrayim’e,
karakolda gördükleri ilgiyi göstermekte kesin kararlıdırlar… Fakat bir sorun
vardır. Suçluluk psikolojisine sürüklendiğinden midir yoksa gizli gizli
güldüğünden midir nedir, uzun süredir Efrayim piyasalarda görünmemektedir.
Sansara çözüm bulamayan ekibimiz, onu piyasaya çıkarmanın çözümünü bulmakta hiç
zorluk çekmez. “Hayırsever köy eşrafınca muhtarlığın önünde döner ziyafeti
verilecektir, tüm köylü davetlidir!” diye hoparlörden duyuru yaptırırlar.
Dönerin adını duymak onu ininden çıkarmaya yeter. Böyle döner ziyafeti
görülmemiştir; döndüre döndüre öyle bir benzetirler ki, öldü diye bırakırlar…
Ziyafetin ardından ölü veya diri olarak bir
daha Efrayim’e rastlayan olmamıştır. Avrupa ülkelerinden birine iltica ettiği
yolunda şayialar dolaşmaktadır sâdece… Ortalık biraz durulur gibi olsa da, sansar
sorununda pek değişen yoktur. Kümes hayvancılığına elveda edildiğine göre,
tercihini mecburi olarak farelerden yana kullanmak zorunda kalan sansarlar, bu
kaynak da tükenmeden köyü terk etmeyeceğine göre, süreci hızlandırmak için farelere
karşı soykırıma girişilir. Kapalı alanların her köşesine bırakılan zehirli
tohum ve ekmekleri yiyen farelerin cesetleri çoğunlukla tavan veya duvar arası
gibi ulaşılamaz yerlerde kaldığı için haftalarca kokmaktadır. Zehirlenen
fareler sessizce ölürken, onları yeyip de zehirlenen kedilerin ölümüyse korkunç
ve uzun sürede olmakta, feryatları ortalığı yıkmaktadır. Avlarını canlı olarak
yemeyi seven sansarlar cesetlere dokunmaktan hoşlanmadığı için zehirlemelerden
hiç etkilenmez. Dolayısıyla, ölü farelerin kokusundan burunların sızlayıp
durduğu köyde hayat yaşanamaz bir hâl almış, misafir filan da uğramaz olmuştur.
Köylü ise sansarlardan kurtulacağı günlerin yakın olduğu umuduyla kötü kokuya
ve vaziyete katlanmaktadır. Bir yandan da endişeye kapılmaktadır; ya sansarlar
gitmezse… Hasta, yaşlı veya bebekleri kemirmeye girişirse… Vay anam!...
Ah
ulan Efrayim ah! Ne diye vurdun o sansarı! Şu köyün düştüğü duruma bak!...
(Kaynak:
Torlakon)