*** Doğa Öyküleri-1 (MÜNZEVÎ) ***
(Senaryo olarak izinsiz kullanılamaz olan
bu öykü özeti, her geçen gün artan intihar ve cinnet olaylarını engellemeyi
amaçlamaktadır. Rahatlığın kabzedip boğduğu ruhlar, belki yalnızlıkta zorluklarla
baş edince rahatlayıp kurtulurlar. 1 can bir candır!)
Şiddetli bir kâlp çarpıntısıyla uyandı Münir
Bey, televizyon karşısında uyuyakaldığı koltukta. Sanki birisi onu boğmaya
çalışıyormuşçasına zorlanıyordu nefes almakta… Yapayalnız kalmakta olduğu
evinde ölüm korkusu sarmıştı gecenin geç vaktinde fenâ şekilde… Aklından binbir
türlü düşünce akıyordu: Bir yerlerden yardım mı çağırmalıydı; kendisini sokağa
mı atmalıydı; kapıyı açık bırakarak mı yatmalıydı; her şeyi kaderin seyrine mi
bırakmalıydı?...
Öyle yaptı… Her şeyi kaderin seyrine bıraktı
ve kararını da vererek yattı. Sabaha canlı çıkarsa eğer, kendisini kırlara
vuracaktı… Daha dün kendisine dert yanan bir arkadaşı intihar etmiş ve toprağa
verilmişti. Sanki, kendisini gömüyorlarmış gibi hissetti… Onu teselli etmek
için “beterin beteri var” demişti de “senin derdin dert midir, benimkinin
yanında” dememiş; yüreğine gömdüğü dağlara hiç değinmemişti. Acaba açılıp
deşilmeli miydim diye pişmanlık duygularıyla da boğuşmuştu onu toprağa
verirken. Belki şu anda yaşamakta olduğu kâlp çarpıntıları da onun vicdanî stresinin
eseriydi…
Evet… Toplum içinde hep güleç yüzlü oluşuyla
dikkât çekiyor olsa da, tam bir dert hamalıydı Münir Bey. Çalışma hayatında
onlarca yıl cedelleştiği sıkıntılı dönemi geride bırakıp emekli olalı daha bir
yıl bile olmamıştı. Başından dört evlilik geçmiş; ilk eşini kanserden
kaybetmişti genç yaşta. İkinci eşi ise bir akraba düğününde rastgele açılan
ateşlerden birine hedef olarak hayattan kopmuştu. Gözü hep yükseklerde olup hiç
de sandığı gibi çıkmayan üçüncü eşi de, onu bir hayli zarara ve kırgınlıklara
uğrattıktan sonra çekip gitmişti. Çok mutlu bir hayat sürdüğü dördüncü eşi ise
trafik kazası kurbanıydı; kontrolden çıkmış bir aracın altında kalmıştı,
elinden tuttuğu çocuğuyla birlikte kaldırımda yürürken…
Duygusal bir yapıda olununca stresin
yıpratıcılığı da katmerli oluyordu, her ne kadar iyimser ve gülümser tavırla
karşı durulmaya çalışılsa da… Emekli, yaş elliyi aşmış, çoluk çocuğu ortada
bırakmamak ve daha fazla duygusal travmalara da mâruz kalmamak için bir beşinci
beraberliği göze alabilecek cesarette değildi… Genetik olarak da fazla bir
kredisi zâten görünmüyor, belki de uzatmaları oynuyordu. Kanserden kaybettiği
annesi ellisini görememişti. Babası ise hep kanser korkusuyla yaşamış fakat
kâlpten gitmişti ellidokuzunda… Dolayısıyla kendisini bir dönemeçte sayıyordu.
Kesinlikle arkadaşı gibi yapmayacak, intihar yoluna sapmayacaktı. Böyle, evde
bir başına yaşarken hak vâki olursa, komşular kokudan rahatsız olup da polisi
filan arayıncaya kadar hiç kimsenin rûhu duymayacaktı. Ölümü kırda filan olsa,
büyük bir ihtimâlle daha kısa sürede bulunacaktı. Gündüzleri hayatın
hareketliliğiyle tolere edilen rûhî travmalar, geceleyin başa çıkılamaz hâl
alıyordu. Evin duvarları, harâmîlerin kuşatıp da yaklaştığı gibi üstüne üstüne
gelerek boğmaya çalışıyordu sanki. Tek taraflı konuşup duran televizyondan
başka yareni olmayan hânede yıllardır bitkisel hayatta gibiydi. Onun için o
firar yolunu seçip, kalan ömrüne farklı bir boyut getirmeye karar vererek yatıp
uyudu…
Sabah uyandığında hayatta olduğuna sevindi
ve hemen hazırlıklara başladı. Şehre uzak olmayan bir vadide, daha önce çıktığı
bir kır gezintisinde dikkâtinden kaçmayan yatık ardıç ağacının kollarının
altına sığınacaktı… Güz mevsiminin ortalarıydı ve gündüzleri her ne kadar
ılıman olsa da geceleri ayaz olurdu. Ömründe kırda gecelediği hiç olmamıştı.
Böylesi bir hayâta daha çabuk uyum sağlayabilmek için bir profesyonele
danışmanın yararlı olacağını düşündü. İlk aklına gelense, daha önceki bir
gezintide tecrübelerinden etkilendiği Torlakon oldu. Hem böylece, nerede
olduğunu en az bir kişi biliyor olurdu… Yanında neleri götürmesi ve gittiği
yerde nasıl davranması konusunda tavsiyelerde bulunan Torlakon; “Oraya
vardığında yatık ardıç fikrini değiştirerek başka bir mıntıkaya sığınsan bile,
eski izcilerden olduğum için seni kokundan bulurum. Yarın sabah ziyaretine
geleceğim. Canlı kalsan da kalmasan da geldiğimi göreceksin. Eğer göremezsen,
ben olmuşumdur canlı kalmayan…”. Bu sözle büyük bir cesâret kazanan Münir Bey,
erzak çantasını sırtlanır ve ilk kez okyanusa açılan gemi gibi yola koyulur…
Ertesi sabah gün doğumundan önce vadiye
gelen Torlakon, yakacak çalı çırpı toplar hâlde bulur Münir Bey’i. Mevsime
uygun barınağı hazırlayamadığı için vücudunu bir türlü sıcak tutamamış, üşüdüğü
için de uykusuz bir gece geçirmiş ve ortalık ağarır ağarmaz da ateş yakmanın
çaresine bakmaya çalışmaktadır… Yakılan ateşle birlikte hazırladıkları
kahvaltıyı atıştırırken şaşkınlığını gizleyemeyen Münir Bey:
“Aman
Allah’ım! Bu zeytinler uzaydan mı geldi? Her sabah yediğim zeytinlerin bu kadar
lezzetli olduğunu şimdi anlıyorum! Peynirler de öyle!... Ya sucuklar! Yok böyle
bir şey!... Şu çay var ya şu çay! Ömre bedel olduğunun yeni farkına
varıyorum!...”
Gülerek
yağşanır Torlakon: “Bizim gezegene HOŞ GELDİN DOSTUM!!!...”
Kahvaltının ardından yapacakları bellidir;
kışın en soğuk gecelerinde bile ateş yakmadan canlı kalınabilecek bir barınak
hazırlamak… Hafif bir yamaçta bulunan yatık ardıç gerçekten de iyi bir kışlık sığınak
yeridir. Yukarılardan taş yuvarlanması veya heyelan oluşması, su basması veya
ağaç devrilmesi gibi durumlar olmadığı gibi, hâkim rüzgârlara karşı doğrudan
hedef değildir ve iyi de güneş almaktadır. Toprağın sıkılığı ise çökmeye karşı
gayet dirençli ve kazmaya da uygundur… Torlakon’un yanında getirdiği kısa saplı
kazma ve kürekle birkaç saatte üstesinden gelinip bir tilki oyuğu hazırlanır.
Girişi bir insanın emekleyerek geçebileceği kadar darken, iç kısmı biraz yukarı
sağda ve oldukça (karşılıklı rahat yatan iki cenin konumunda) da geniştir. Biraz
yukarıda olma nedeni; hiçbir şekilde su basmaması, sıcaklığın korunması ve Karbondioksidin
tahliyesi içindir. Topraktan gelebilecek özellikle Radon gazı tahliyesi için de
tavandan dışarı açılan bir boru yerleştirilir ve dikenlerle korunur. İstendiğinde
rahatça uzalınması, uyku tulumu kullanılması, sıcak taş veya giysi
konulabilmesi için baş ve ayakucuna girinti oluşturulan barınak elipsvâri bir
şekil almıştır. Dizüstü duranın kafasının tavana değmediği parabolik yarım
kubbe şeklindedir ve üstte otuz santimin üstünde toprak katmanı vardır… Girişin
solunda kalan küçük oyuklarda ise, önde yakacak, arkada da yiyecek ve içecek
maddelerinin yeri oluşturulmuştur. Giriş kısmı bir sırt çantasıyla
kapatıldığında, en soğuk gecelerde bile içecekler donmayacaktır. Girişin ön
kısmında ısı yansıtıcı taşlarla çevrili ateş ocağı oluşturulmuş ve yan tarafta
da artan bolca yakacağın ıslanmaması için üstü örtülmek şartıyla istifleneceği
alan ayrılmıştır…
Kışlık barınakların artısı, rahatsız edici
börtü böceğin bulunmamasıdır. Eksisi ise dondurucu havalar ve yırtıcı
hayvanlardır. Bölgede rahatsızlık verecek vahşî hayvan olarak ayı, kurt, çakal,
tilki, porsuk ve sansar bulunmaktadır. Ayı ve kurt dışındakiler insan için
tehdit oluşturmayıp sadece barınaktan uzaklaşıldığı vakitlerde yiyecekleri
talan edebilirler. Böyle durumlarda giriş kısmın sıkı ve diken takviyeli
kapatılması önem arz etmektedir… Ayılar kış uykusuna yatmakta, genellikle ferdî
dolaşmakta ve gürültülü hareket etmektedir. Kurtlar ise kışın daha etkin olmakta,
sürü halinde dolaşmakta ve sessizce yaklaşmaktadır. Dolayısıyla, insan
dışındaki en önemli tehdit kışın aç kalan kurtlar olmaktadır. Bundan dolayı,
giriş yolu dışında ağacın dal altları ahlat, karaçalı ve alıç gibi etkili
dikenli dallarla takviye edilmiştir. Yaklaşan hayvanları erken fark edebilmek
için de barınak ardıcını çevreleyen ağaçlara, yerden 25-50 cm yüksekliklerinde
en az iki sıra misina gerilmiş ve çıngıraklar bağlanmıştır. Barınak girişindeki
ocağın elden geldiğince ateşli tutulması ise en önemli güvencedir. Dolayısıyla,
vaktinde istiflenmiş bolca yakacak hayat kurtarıcı olmaktadır…
Benden bu kadar, der Torlakon, koku gelmesin
diye helayı yukarıya inşa ettik, barınağın içini ve tabanını da bol miktarda
kuru ot, akçaağaç ve aylandız tohumlarıyla döşedik, gayet konforlu oldu, çamur
içinde debelenmeyeceksin! Ucu bıçaklı sopanı ve el lambanı elinin altında yatarken
önce sırtını ver girişe, nefesinle içerisi ılıyınca da hemen yüzünü çevir ve
havasız kalmamak için de girişi tamamıyla kapatma! Geceleyin çişini de
barınakta pet şişelere yaparsan, içeriyi ısıtmakta katkısı olur… Eğer ki bu
kışı, getirdiğim -30 derece korumalı uyku tulumuna hiç ihtiyaç duymadan atlatır
da bahara çıkabilirsen, gayrı sana karda kışta karada ölüm yok! Baharda,
üzerinde karınca bulunmayan bir ağaca yazlık kulübe kurmak umuduyla esen
kalasın… Ha! Bu arada! Baharda çıkan mantarları ben gelmeden közlemeye de
kalkma! Kısa sürede etrafta sevimli komşular edinmeyi de arzuluyorsan,
annacındaki ağacın dallarına birkaç parça ekmek as, göreceksin, baştankara ve
ispinozlar başta olmak üzere birçok sevenin olacakJ…
O günün gecesini gerçekten huzurla ve
dinlenerek geçirmiş, dinlemeyi çok istediği baykuşlar daha ötmeye başlamadan da
derin uykuya dalmıştı. Artık o kendisini bir başka gezegende gibi hissediyordu.
Gündüzcü kuşların ötüşleriyle güne başlıyor ve güne karşı çayını mutlulukla
yudumluyordu… On ombeş günde bir nevale ihtiyacı hâsıl oldukça şehre uğrayacak
fakat yakaladığı frekansı kaybetmemek için kimseyle sohbete kapılmadan kendi
dünyasına geri kaçacaktı. Kuşlarla, tilkilerle sohbete dalacaktı. Yolunu
şaşırıp da çıkagelen bir kedisi veya köpeği bile olurdu belki. Yeter ki
ekmeğini ve sevgisini paylaşmasını bilsindi… Bazen de işi eğlenceye vuruyordu.
Bir parça ekmeği bir yerlere saklıyor, onu çaktırmadan izleyen mahallenin
istihbaratçısı durumundaki saksağan gelip bulunca da alkışlıyordu. Fakat bu
davranışın hatalı olduğunu anlamakta da gecikmedi. Çünkü alkış, insanlar için
takdîr demekken, hayvanlar için “git burdan!” anlamı taşıyordu. Onun yerine
“aferin, helâl!” demeyi tercih etti…
Bağırmak, ağlamak, gülmek… Gerektiği gibi
bağırmasını bilenin, ürkütüp kaçıramayacağı canavar yoktur!... Ağlamak ve
sızlanmak, kimileri için kolay bir av, kimileri içinse iyilik fırsatıdır. Köpekbalığı
saldırısına uğrayan veya alabora olan teknelerden suya kapılan insanların
sızlanmalarını duyan yunus balıkları, bir iyilik fırsatı yakaladıklarını
düşünerek yardıma koşarlar. İlk önce kurtarmaya çalıştıkları ise hamile olan
bayanlardır. Bir gayretle iki can kurtarmanın daha akıllıca olacağını
düşünmektedir Allah’ın balığı…
Eski Roma’daki arena eğlencelerinde,
günlerce karanlık odalarda aç olarak bekletilen ve meydana salınmadan önce
kızgın demirlerle dağlanıp daha da saldırganlaşması istenen vahşî hayvanların
karşısına atılan kölelerin en güçlüleri bile ancak birkaç saniye direnebilmekte
ve parçalanarak yem olmaktan kurtulamamaktadır. İşte böyle bir eğlence(!)
töreninde ortaya salınan aslan hızla köleye saldırıp tam da pençeyi indireceği
sırada birden durur ve yere yatarak özür diliyormuşçasına kıvranmaya başlar. Bu
durum karşısında aptallaşan imparator ve seyirciler, kölenin büyücü olabileceği
düşüncesine kapılır ve ifadesini alırlar. Kendisinin büyü nasıl yapılır
konusunda hiçbir bilgisi olmadığını söyleyen köle, aslan ile de hayatında bir
kez karşılaştığını ve sızlanıp durmakta olan hayvana yaklaşıp parmaklarının
arasına çakılmış olan akasya dikenini çıkararak iyilik yaptığını, bu aslanın
belki de o aslan olabileceğini belirtir. Araştırırlar ki, aslan ve kölenin
yakalanıp getirildiği bölge aynı bölgedir. Köle tanımasa bile aslan unutmayıp
tanımış ve almak istememiştir kendisine yardım eden canı…
Ağlayıp sızlayanı, darda kalanı kolay av
olarak gören hayvan veya insan örneklerini ise bolca gördüğümüz için değinmek
gereksiz… Gülme konusu ise biraz farklı; rahatlatır, caydırır, güven verir ve
merak uyandırır. Merak uyandıran şeylerse çekicidir, yakınlaşmayı getirir. İşte
bundan dolayı Münir Bey sanki yanındaki biriyle konuşuyormuş gibi bıdırdayıp veya
kıkırdayıp durdukça, hattâ uludukça çevredeki hayvanları da kendisine
yakınlaştıracak ve sevimli komşularıyla daha yakından haşır neşir olacaktır…
Ağaca astığı ekmekler sayesinde baştankara kuşlarıyla, eline konacak kadar
arkadaş olmuştur bile… İhtiyarlayıp da çaptan düşen tilkiler de merak uyandırma
yoluna başvururlar. Gerektiği kadar atik olamadıkları için yakalayamadıkları avlarını
yanlarına çekmeye çalışırlar. Bunun için de garip hareketler yapar; hoplayıp
zıplar, taklalar atarlar. Bunun neyi var acaba diyerek merâka kapılıp fazla
yakınlaşan hayvanlardan biri de ansızın av konumuna düşüverir…
Kışın ardından doğanın ısınıp da canlanmaya
başladığı günlerde ziyarete gelen Torlakon, münzevi dostunu bahçe işleriyle
uğraşır bulur, üstelik de peşinde gezip duran bir kedi vardır:
-
Vay vay vay! Demek yoldaş da edindin, nerden buldun bunu?
Münir
- Erzak için gittiğimde marketin oralarda dolaşıyordu, peşime takılınca
sahipsiz herhâlde diye aldım getirdim.
Torlakon
- Ziyaretine başka gelen oldu mu bu arada?
Münir
- Trekkingciler geçerken takıldılar da, burada yalnızlıktan sıkılmıyor musun
diye canımı sıktılar.
Torlakon
- Peki sen ne dedin?
Münir
- Sizler gittiğinde yalnızlıktan kurtulacağım dedim, devreleri yandı
gariplerin. Dumûra uğramış gibi oldular, hi he he!...
Torlakon
- Hua ha ha!... Oldukça çok bilinmeyenli bir denklem gibi ağır olmuş be!
Münir
- Hie he he!...
Torlakon
– Huah ha! Boşuna debelenme dostum! Rahmetli Erol Taş’ın (28 Şubat 1926 – 8
Kasım 1998) taklidini benden daha iyi yapan yok bizim mahallede! Seninkisiyse
Süheyl Eğriboz (25 Haziran 1927 - 10 Ocak 2014) rahmetlinin seviyelerinde… Fakat
buralarda bol bol antrenman yaparak kendini geliştirebilirsin…
Münir
- Hüe he he!...
Torlakon
- Olacak olacak!... Bakıyorum da biber domates ekerek bahçıvanlık işlerine de
el atmışsın! Umarım bir soğuk dalgası gelip de buruşturmaz bunları…
Münir
- Olsa da dert değil! Bir daha deneriz…
Torlakon
- O! Görüyorum da bir hayli direnç kazanmış ve dereceler atlamışsın! Beş ay
öncesinin Münir’i nire, şimdikininki nire!... İntihar eden arkadaşın olsaydı
senin yerinde, o da benzer direnç kazanıp aynı tepkileri verecek ve hayâta
şevkle sarılacaktı…
Münir
- Ya, hiç deme! İnsan nasıl oluyor da bir anda pes edip bütün şartelleri
indirerek kendi kendini boğabiliyor anlaşılır gibi değil…
Torlakon
- Ve o pes etme bariyerini aşanların tümü de şu duygulara kapılır; hiç de
değmezmiş kendimi o kadar strese esir ederek hastalığa veya toprağa düşmeye…
Arkadaşın da o engeli atlatabilseydi aynı pişmanlıkları yaşayacaktı.
Yaşayamıyor, çünkü hayatta değil…
Münir
- Keşke…
Torlakon
- Her neyse!... Kışı başarılı bir şekilde hayatta geçirdiğin için yüksek
lisansın kabûl oldu, yılı tamamlayabilirsen doktoranın da üstesinden gelmiş
sayılırsın. Ondan sonra istersen profesörlüğe devam eder, istemezsen eski
dünyana dönebilir; bu formatlanmayla daha dinç ve hayat dolu bir biçimde sosyal
faaliyetlerde bulunarak topluma faydalı olabilirsin… Elden ayaktan düştüğünde
de, geride mirasçın filan bulunmadığına göre, kalan gideni bir güzel Mehmetçik
Vakfına bağışlar, sonrasında da, ver elini huzur evi! Orada bir yandan huzurla
çayını yudumlarken, bir yandan da burada yaşadığın maceraları paylaşırsın pamuk
elli yarenlerinle; “Münzevî Münir’den Heyecan Dolu Maceralar!”...
Münir
- Hie he he…!
Torlakon
- Gülersin di mi! Hayâli bile yetiyor mutluluk vermeye...J
“Hayâlin bitmesi hayâtın da bitmesidir. Hayâllerin rengârenk
olsun ve hiç soldurma! Çünkü, tek renge düşen hayâllere kefen diyorlar.”(Torlakon
öğretisi)
2018 Yılının Sağlık Huzur ve Mutluluk
Getirmesi Dileklerimle, ESEN KALINIZ…
Kaynak: TORLAKON