*** Bizim Mahalleyi Kundaklayanlar ***
Kuzey Kore’nin caydırıcı gücü ve kararlı
duruşu nedeniyle kuyruğu kıvırmak zorunda kalan ABD, karizmasının çizilmesini
bir türlü gururuna yediremez ve teselli girişimlerine yönelir. Siyonizmin
sıradaki beklentilerinden birisi Kudüs’ün başkent olarak tanınması, diğeri ve
daha önemlisi ise İran’ın nükleer güce erişemeden vurulmasıdır. ABD daha kolay
olanı seçer ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti îlan eder. İran’ın vurulması içinse kılıç
dansları eşliğinde Arap taşeron arar…
***
Şimdiye kadar İran’ın vurulması isteğini
defalarca dile getiren İsrail, “ABD bu işe yanaşmazsa kendi başına hâlledeceği”
blöfünü tekrarlayıp durmuş fakat bir türlü yedirememiş, kendisi de yememiştir.
İran ise en baştan beri “Saldırı, ister İsrail’den isterse ABD’den gelsin,
hedefinin kesinlikle Tel Aviv olacağını ve İsrail illetini de haritadan
sileceğini, bunun için de gerekirse halkının yarısını gözden çıkarabileceğini”
en net şekilde haykırmıştır. Böyle davranmasının nedeni hem ABD’nin çok uzak
menzilde ve geniş bir coğrafyada oluşu, hem de asıl çıbanbaşının ve
emperyalizmin de beyni olan siyonizmin ocağının İsrail oluşudur…
***
Şekilden de anlaşılacağı gibi İran’a
müdahâle, dar zamanda(1981) reaktörü vurulan Irak’ın durumuna hiç
benzememektedir… Hâl böyle olunca da mezhepsel koz kullanılarak uygun taşeron
bulma yoluna gidilmiştir. Bunun için de Suudlar biçilmiş kaftandır ve zaten
Yemen üzerinden İran’la savaş hâlindedirler. Öte yandan da Hariri kullanılarak
Lübnan’da istikrarsızlık oluşturmak ve iç savaşla kıvrandığı 1975-1990 arası
yıllara döndürmek, böylelikle de İsrail’in daha rahat at oynatması
amaçlanmaktadır. Çünkü; geçmiş yıllarda olduğu gibi, İran destekli Hizbullah
milislerince tahrip edilmiş meşhur Merkava tankları yanında ağlaşan İsrail askerlerinin
görüntülerinin bir daha tekrarlanmasına hiç tahammülleri yoktur. Öyle ya! Üstün
kılınan efendinin, köle önünde salya sümük ağlamasının açıklaması olamaz…
***
Harabeye çevrilen Suriye konusunda ise
Siyonistler oldukça rahatlamış durumdadırlar ve ağızları da kulaklarındadır…
Çünkü bu; Armageddon (Büyük Savaş) yolunda çok önemli bir gelişmedir. DAEŞ
bahanesiyle yığdıkları binlerce tırlık silah da bunun hazırlığıdır. Yahudiler
savaşı sığınaklarda yönetip canlı kalmaya özen gösterirken, açıkta savaşıp
ölecek olanlar; silahlandırıp eğittikleri müttefikleri Suriye Dangalak Güçleridir…
Sırada, 3. Tapınağın yapılabilmesi için Mescid-i Aksa’nın yıkılması kalmaktadır.
Kudüs’ün başkent îlan edilmesinin ardındaki asıl niyet de zaten budur!...
Onlar, büyük savaşla dünyayı cehenneme çevirdikten sonra cennetle
ödüllendirecekmiş Tanrıları(!). Ve onlar kendilerinin üstün ve zekî
yaratıldıklarına da inanıyorlar. Bu durum, hem dünyanın hem de insanlığın
başına bela ve âcilen ruhsal tedaviye muhtaç birilerinin olduğunu gösteriyor…
Bizim Deli Hüsam ise habire ağaç ve çiçek ekiyor; dünyayı cennete çevireyim
diye…
“Yeryüzünü cennete çevirme gayretinde
olmayanların, Tanrının cennetini istemeye de hakları olmaz.”(Torlakon öğretisi)
Küresel kirlilik nedeniyle oluşan iklim
kaymaları ve kuraklıklar bir yana, çevremizde onlarca yıldır süren savaşların
kirlettiği hava, toprak ve suyun zararlı etkilerine bizler mâruz kalıyoruz,
bölgemizi ateşe verip duran ABD veya diğer haydutların halkları değil…
Neredeyse 40 yıldır sürmekte olan bu
yangını özetle inceleyelim ve “ulusal çıkarların ulusları nasıl insanlıktan
çıkardığını” ve aptala acıyan olmadığını ibretle görelim…
***
Ortadoğu'nun en güçlü ordusuna sahip olan İran
Şahı Rıza Pehlevi "ABD'ye bağımlılıktan kurtulmak ve tek başına
Ortadoğu'nun lideri olabilmek" hesapları yapmaya başlayınca, Rusya'nın da
destek verdiği ABD'nin "Humeyni" kozunu oynayıp halkı sokağa
dökmesiyle, ülkesinden kaçmak zorunda bırakılır (16 Ocak 1979)… Fakat
bu, ABD için, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan farksızdır. Çünkü bu yeni
gelen "gideni aratan" türden bir "Millî Önder"dir
(1 Şubat 1979)… Garipliğe bakın ki Şah’ın dönüp dolaşarak sığınacağı yine ABD
olur (Eylül 1979). ABD’yi “Büyük Şeytan” olarak vurgulayan İranlı öğrenciler 4 Kasım 1979’da Amerika’nın Tahran
Büyükelçiliğini basarak 55 görevliyi rehin alırlar. Bu baskın sırasında arka
kapıdan gizlice kaçıp Kanada elçiliğine sığınan 6 görevliyi kurtarmak için düzmece
bir film senaryosu hazırlanır. Sözde İslâmi kahramanlık konusu işlenecek “Argo”
filmidir bu. Oyuncuları, sahte Kanadalı kimlikleri hazırlanan rehineler olan senaryo
tutar ve 28 Ocak 1980’de tereyağından kıl çeker gibi kurtarılırlar. Diğer 55
kişi içinse 24 Nisan 1980’de
fiyaskoyla biten bir kurtarma operasyonuna girişir ABD. Gece operasyonuna
katılan 8 helikopterden 3’ü kum fırtınası nedeniyle çarpışarak düşer ve diğerleri
8 cesetle birlikte kaçmak zorunda kalırlar. İster şapşallık densin isterse
Tanrının cezalandırması; karizma fena çizilmiştir…
***
Devrimin ardından sanki bir iç savaş havasına bürünen
İran’da îdamlar, cinayetler, kundaklamalar, bombalamalar kırıla gitmektedir.
İşinin ehli olan pek çok beyin "Şah yanlısı" oldukları sebebiyle îdam
edilir. Bulanık ve sığ suda balık avlamanın kolay olacağına kolaylıkla
inandırılarak dolduruşa getirilen Saddam, İran'ın üstüne sürülür. Her iki
ülkenin de ekonomik kaynaklarını büyük ölçüde yok eden, bir milyondan fazla
insanın ölümüne, milyonlarcasının da sakat ve mağdur olmasına sebep olacak,
sekiz yıllık (22 Eylül 1980 – 20 Ağustos 1988) bir savaş
başlatılmıştır… Kazanan tarafı olmayan ve sadece Siyonist çıkarlara hizmet ederek
İsrail’in elini rahatlatan bir savaştır bu…
***
Savaşın başlangıcında İran, işinin ehli
adamları idam ettiği ve ABD'ye olan silah bağımlılığı sebebiyle yedek parça
sıkıntısı çektiğinden oldukça etkisiz kalmıştır. Bu savaşın kendilerine hizmet
ettiğinden emin olan Siyonistler, ABD silah ve yedek parçalarını İsrail
üzerinden sevk ederler İran'a. Ayrıca İran, savaş boyunca Suriye ve Libya
üzerinden Scud (Hızla giden); Çin ve Kuzey Kore üzerinden de Silkworm
(İpekböceği) füzelerini alır…
***
Irak ise, başta Rusya olmak üzere, Fransa,
İtalya ve Çin'den silah almıştır. Ayrıca ABD ve İngiltere 1986 Mart'ında,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin "Irak'ın İran'a karşı kitle imha
silahları kullanımını eleştiren" kararlar almasını engellerler. Bununla
birlikte, İran'a karşı kullanılacak silah, borç para ve kitle imha silahları
(kimyasal ve biyolojik) sağlanmasına aracı olurlar…
Hazır iki komşu ülke, başta Siyonistler ve
silah üreticileri yararına birbirini boğazlıyor iken, bulanık ve sığ suda balık
avlamanın tam zamanı olduğunu düşünen Küresel Sömürü'nün katılımcıları,
çalkantıyı hızlandırırlar:
Düşman ülkelerin sevk ve idaresinde olan bütün
terör örgütleri gibi, Halkın Mücahitleri örgütü de İran'a karşı devreye
sokulup 28 Haziran 1981'de Tahran'daki İslam Cumhuriyeti Parti
Merkezi'nde, en büyük çaplı bombalama eylemini gerçekleştirir… Örgütleri idare
eden istihbarat birimleri, eylemi bizzat gerçekleştirmiş de olsalar, bunu
örgütlere "hibe" etmeleri geleneksel bir "tatlı ikramı"
hükmü ve nezaketi(!) taşımaktadır… Sonuçta bu olayda, başta Cumhurbaşkanı, çoğu bakan ve milletvekili olmak üzere 73 kişi can verir. Bu olayın yaklaşık iki ay kadar sonrasında
(30 Ağustos 1981)de, başbakan ve yeni
Cumhurbaşkanı, başbakanlıkta meydana gelen patlamada ölür…
ABD, Körfez Savaşının bitimine yakın 3
Temmuz 1988'de İran yolcu uçağını füzelerle düşürür ve 290 masum insanı
katleder.
Sonuç itibariyle İran halkı bu büyük çaplı
yıkımları birkaç günlük yas ile geçiştirip ulusal bütünlüğünü korumayı
başarır. Ve bugün İran nükleer güce erişen
2.Müslüman Ülke olabilmek için Pakistan'ın açmış olduğu yolda kararlı
ilerlemesini sürdürmektedir…
***
Irak tarafında ise bir başka yıkım
yaşanır. 7 Haziran 1981 Pazar günü Bağdat'ın 18
km güneyinde bulunan inşaat halindeki nükleer reaktör 14 uçaklı
bir İsrail filosu tarafından bombalanır. Santralin yapımında çalışan
Fransız uzmanlara zarar gelmesin diye saldırı Pazar gününe denk getirilmiştir…
Bu olaya tepkisini; "Uygun bir
zamanda hesabını soracağım!" diye
dile getiren Saddam hiçbir zaman bu olayın hesabını soracak gücü ve fırsatı
bulamayacaktır. İran'a karşı başlattığı sekiz
yıllık savaşın ardından harcadığı "savaş kredileri"ni ödeme zamanı
geldiği halde, elde avuçta hiçbir şey kalmamıştır çünkü…
***
Emperyalistler, Saddam'dan sipariş
alarak yola çıkardıkları ve hiçbir zaman da O'nun eline geçmesini zaten
istemedikleri "Cehennem Silahı"nı oluşturan sekiz parçadan birini
1990 Nisan'ında, yine kendi kendilerini ihbar ederek Middlesbrough liman
gümrüğünde yakalatmışlardı. Parasını peşin almışlardı nasıl olsa… Her hâl kel
olunca, çözüm yolunun bir başka ülkeye saldırmaktan geçtiğini tavsiye eden
"Küresel Sömürü"nün akıl vericileri, petrol zenginliğinin üstüne
oturmuş üç buçuk şeyhin idaresinde, kolay ve hazır bir lokma gibi duran
Kuveyt'i adres gösterirler…
***
Ve Irak 2 Ağustos 1990'da Kuveyt
çöllerine yürür… Saddamın yeterince "dağıttığını" ve ülkesinin
yıkılıp parçalanması için uygun bir konuma geldiğinden emin olan akıl hocaları;
"BU SADDAM DÜNYA'NIN BAŞINA BELA!!!..." diyerek 17 Ocak 1991 tarihinde
"Çokuluslu güç" olarak isimlendirilen "Sırtlanlar sürüsü"nü
Irak'ın üstüne sürmüşlerdir… Durum birden tersine döndürülmüştür: Irak'ı İran
üzerine saldırtan, silah ve para sağlayanlar, 12 Aralık 1991'de Irak'ı
"İran ile olan sekiz yıllık savaşta" saldırganlıkla suçlayıp da
saldırmaktadırlar…
***
“Buş'un Fino köpeği" olarak
adlandırdıkları İngiliz Başbakanı Blair'in, Irak'ta yapılan yanlış ve
haksızlıklardan söz etmesi üzerine, 11 İngiliz yolcu uçağının Müslüman
teröristler(!) tarafından, losyon-parfüm-bilmem ne abdestsuyuyla patlatılıp
düşürüleceği yalanını uydurup alârmlar vermelerinin nedeni de; "Ulan
Blair!... Sen neler söylüyorsun oğlum!!!... Biz, Müslümanları terörist olmakla,
İslam ülkelerini de teröre destek vermekle suçlayacağız ki, oraları işgâl ve
talan edebilelim!..." diye uyarmak içindir…
***
Sonuçta, Kuveyt'ten çekilmek zorunda bırakılan
ve aylarca bombardımana tutulan Irak üç ayrı bölgeye bölünmüştür. Yıkıktır… Aç
ve ilaçsızdır… Sefildir… Garipliğe bakın ki; Kuveyt Dışişleri Bakanı 23 Ekim
1994 tarihinde "Sekiz yıl süren İran – Irak savaşı sırasında, ülkesinin
Irak'a verdiği destekten dolayı" İran halkı ve devletinden özür diler… Bu
da, Dünya'daki zengin ve kalburüstü pek çok kişinin, aslında geri zekalı ve aptallardan
oluştuğuna açık bir örnek olsa gerek…
***
Bundan sadece 7 yıl
kadar önce komşumuz Suriye’nin bu hâllere düşebileceği konusunda uyarı yapıp
duranlara belki de “paranoyak” damgası vuruyorlardı. Yıllarca bizler de yazıp
çizdiğimizde “çok karamsar” olmakla eleştirildik. Yanılmış olmayı çok isterdik.
Keşke bütün bunlar bir rüyadan ibaret olmuş ve güzelim Halep de harap olmamış
olsaydı…
***
Son söz: Uçurumun kenarından döndüğümüz 15
Temmuz sonrası bir yandan toparlanmaya çalışırken, kuşatma gayretlerinin de artarak
sürmekte olduğunu görüyoruz. Zaman daralmakta, elimizi çabuk tutup hata da
yapmamamız gerekiyor. Darda olan İran’ın üstüne Irak’ı sürdükleri gibi,
güneyimizde Armageddon için yığdıkları binlerce tırlık silaha karşı uğraşırken,
burnumuzun dibinde silahlanıp hazır bekleyen Yunanistan’ı da üstümüze
sürebilirler. Ve öyle bir durumda ülkemizdeki NATO radar ve unsurları da Yunanistan
ve Armageddon unsurlarına hizmet edecektir…