***Her İşdimâle Carşi***
“Vatana veya millete verilen zararın dile
getirilmesini engelleyen saygı, örtülü ihânettir.”(Torlakon öğretisi)
Asker, polis, stratejist, sporcu,
satranç oyuncusu vs gibi sürekli olarak düşmanla, suçluyla veya rakiple karşı
karşıya gelme gibi bir konumda değilseniz, çevrenizdeki kişilerin davranışları
ve size yaklaşımlarına hep şüpheyle bakma zorunluluğu hissetmeniz paranoyak
olmanızın yolunu açacak, toplumdan uzaklaştırarak yalnızlaştıracak ve sürekli
törpüleyen stresin etkisiyle çeşitli hastalıkların abonesi yapacaktır.
Issız dağ başlarında koyunlarıyla
birlikte huzur içinde hayat sürerken haftalarca insan yüzüne hasret kalan bir
çobanın yanına iki kişi geldiğinde onları Tanrı misafiri olarak görür; havlayan
köpeklerini ‘onların dost olduğu’ konusunda ikna ederek susturur; elindeki
tüfeğini de bir kenara bırakarak gâyet mutlu bir biçimde izzet-i ikramda
bulunur. Fakat bu gelenler “Biz yedik Allah artırsın, sofrayı da kuran
kaldırsın” diyerek şükranlarını bildiren türden değildir. Bir anda derdest
ettikleri çobanın tüfeğiyle de koruma refleksindeki köpeklerini vurarak
öldürürler. Sahipsiz kalan ve asıl hedefleri durumundaki koyunları da birkaç
yüz metre öteye söteledikleri kamyonlarına yükleyerek sırra kadem basarlar.
Anasından doğdu doğalı gece gündüz
çalışarak iki yakasını bir araya getirmeye çalışan bizim emmoğlu Mustafa’nın
evinin altındaki koyunlar bir gece sessizce ortadan kaybolur. Günün sabahında
olayı fark eder etmez yaptığı iz takibi sonucu beş yüz metre kadar ötedeki
ormanlık alana sötelenmiş kamyona yüklenip götürülmüş olduklarını tespit eder.
Gidiş o gidiştir; yılların emeği bir gecede asalak yaratıklar tarafından çalınıp
gitmiştir.
Osmaniye’li Koca Yörük, pazara götürdüğü
kurbanlıklarının çoğunu satmış, parasını da koynuna koymuştur. Geride
kalanların hepsine birden müşteri olan bir ekip, anlaştıkları paranın bir
kısmını verip, “Üzerimizdeki bütün para bu fakat bizim aracımız da yok;
koyunları senin traktörle bizim oraya götürelim de hem senin paranın da geri
kalanını vermiş oluruz” derler. Oldukça babayiğit olan bizim yörüğün aklına hiç
hinlik filan gelmemekte ve sadece insanî yardımseverliğini elden bırakmama
derdindedir. Zaten hiç kimsenin alnında da “kötü” diye yazmamaktadır… Dağların
arasındaki bir mıntıkaya geldiklerinde asıl niyetlerini ortaya kor ve silah
zoruyla yönlendirirler bizimkini; “Ne diyorsak onu yap ve sakın ha bir
yanlışlık filan yapayım deme! Sen tek başınasın, bizse altı kişiyiz, her
şekilde seni yeriz! Önce şu üstündeki paracıkların tamamını sökül bakalım!”…
Söte bir yerde traktörden inip istediklerini yaptırırlar. Seçmece koçlardan
birini kestirip közde çevirme yaptırır, eşkıya tarzıyla tıkınırlar. Nar gibi
kızarmış butları kemirirken öylesine keyiflidirler ki, rahmetli Erol Taş
bunları izlese belki filmlerinin yeniden çevrilmesini isteyecektir. Dağlarda
yankılanan hunhar kahkahaların bini bir paradır… Eğlenceleri bittikten sonra
bizimkini urganla bir kenara bağlar ve traktörün römorkundaki koyunlarla
birlikte fâili meçhul bir hırsızlığın aktörleri olarak tarihe karışırlar. Neden
sonra kendisini kurtaran adamımız yayan yapıldak uzun bir yol teptikten sonra
karakola koşup şikâyette bulunur. Netice îtibariyle “Üstüne bir bardak soğuk su
iç” derler. Göv gibi adamın meteliğe muhtaç bir hâlde geçirdiği bayramı zehir
olmuş; âile boyu ile küne de mahcup olmuşlardır…
Bunlar gibi bir dünya örnekleme mevcut.
Şehirdekileri bir şekilde herkes zaten duyup öğrendikleri için kırsaldan
örnekler verdim… Peki ne yapması gerekiyordu bizim koca yörüğün, işin içinde
bir hinlik olabileceğini farz sayıp da “Ben onu bunu bilmem arkadaş! Gidin
arabanızı bulun, paranızı da denkleştirip öyle gelin!” mi demesi gerekiyordu?
Ya bizim emmoğlu Mustafa neylemeliydi;
kendi yağıyla kavrulup derbederce yaşadığı köy evinin çevresine elektrikli tel
çekmeli veya bubi tuzakları filan mı kurmalıydı? Böyle bir durumda da “hırsızların
sağlığına zarar verdiği” gerekçesiyle ceza yemez miydi?
Birine kıyak geçtiği için kendisine
teşekkür edilen Temel şaşkındır çünkü ilk kez teşekkür duymaktadır ve ne demek
olduğunu da bilmemektedir. “Piri teşekkür ederim dedü bağa” diye çevresindekilere
anlatır. Onlar da “Peki sen ne dedin onun teşekkürüne karşı?” diye sorduklarında
cevabı şöyle olur: “Her işdimâle carşi furdim oni!”...
Issız dağ başlarında insan yüzüne hasret
kalan çobanımız, bizi biz yapan değerlerimizden olan misafirperverliği bir
kenara bırakarak Temel gibi mi yapmalıydı?...
En başta kanunlara ve adâlete,
dolayısıyla da devlete olan güvenin yitirilmesi; çeşitli şekillerde mağduriyet
yaşamak istemeyen sâde vatandaşı septisizm (şüphecilik) hastalığının habitatına
(barınma alanına) çekecektir. Bizi biz yapan değerlerden uzaklaştıracak ve
insan denilen canlı türünün alt türü olan Homo sapiens sapiens’in bir varyete
topluluğuna dönüştürecektir…
“Topluma kazandırılması gerekeni
toprağa kazandırmak israf, toprağa kazandırılması gerekeni topluma kazandırmak
ise topluma zulümdür.”(Torlakon öğretisi)