*** HOMURTU ***
“Acıları hissettiriyorlar diye sinirlerime sinirleniyordum; onların
beni hayâta bağlamaya çalıştıklarını anlayınca da özür dileyip teşekkür
ettim.”(Torlakon)
Kaza, kanser veya çeşitli olaylar sonucu
ölümün nefesini ensesinde hissedip de hayata dönebilenler yeniden doğmuş gibi (bir
nevi formatlanmış) oluyorlar. Dünyada veya ülkemizde bunun pek çok örneklemesi
olsa da, en öne çıkan ikisiyle özetlemek istiyorum. İngiliz Bear Grylls ve Türk
Kazım Gürbüz…
Televizyonlardaki survival (hayatta kalma)
belgeselleriyle dünyada tanımayanın neredeyse hiç kalmadığı Bear Grylls,
İngiliz ordusunda üç yıllık askerken başına gelen bir paraşüt yırtılma olayı
sonucu sertçe yere düştüğü için omurgası kırılır ve bir daha ayağa
kalkamayacağı söylenir. Tedavi olur, dokuz ay sonra ayağa kalkar ve birbuçuk
yıl sonra da Everest tepesine tırmanır. Ondan sonra da “ver elini macera!”
diyerek dünyanın tanıdığı olur…
Bizim Yogi Kazım’ımız(Gürbüz) ise Bear’in 20’sinde
yaşadığı travmayı 41’inde bir trafik kazasıyla yaşar ve beli kırıldığı için O’na
da aynısı söylenir. Tıbbî tedavilerin peşinden kendi geliştirdiği yoga (YoKa)
idmanlarıyla eski sağlığına kavuşur ve başka insanların da bu yöntemle
sağaltımı için ömrünü adar. 1920 doğumlu olup bugün itibariyle 97 yaşında olan
ustamız halen sıradışı esneklikteki bedeniyle uyguladığı yoga ve meditasyon
sanatıyla, ihtiyarlamadan yaşlanıp sağlıklı ve uzun yaşamanın canlı ispatı
niteliğinde. Umarız 130’larını da görür…
Şimdi de bu iki örneğin yansımasına bir
bakalım… İngiliz Bear, dedesinden daha yaşlı bir Türk’ten çok daha fazla
tanınmakta ve dünyalıları da fazlasıyla etkilemektedir. Aynen spordaki dünya
çaplı başarılar gibi bir psikolojik baskılama söz konusudur. Barış şartlarında halkları
esir alabilmenin bir başka yolu… Zaten katakullinin kompetanı(piri) olan İngilizler
için sıradan bir başarı(!). Bu konuda haklarını yemeyelim çünkü bu bir devlet
politikası. Yani, sıradan gibi bir belgesel için devletin tüm imkânları
seferber ediliyor; her türlü uçak, helikopter, gemi, tren, iş makinaları vs.
Ekipte zaten ‘hayatta kalma - urgan kullanımı – yenebilir bitki/böcek – yerel rehberler
vs’ konularında ayrı ayrı uzmanlar olduğu halde sadece tek bir kişi (Bear)
kahraman olarak öne çıkartılıyor. Günde bir iki böcek yemekle (onların da
çoğunu “Böeğh iğrenç!” diye tükürerek) bir ayda kolum kadar kalınması
kaçınılmazken, vücut yağlarında hiçbir eksilme olmaması da zaten bir komedi… Ve
her bölümde en az bir kere onun askerlik dönemine atıfta bulunularak İngiliz
Özel Kuvvetlerine vurgu yapılıyor. Yani demek istiyorlar ki; İngiliz ordusunun
tamamı en az işte bu Bear gibidir ve her şeyin de üstesinden gelebilir. Çünkü onun
sadece üç yıl orduda kalması bile bu becerileri kazanmasına yetmiştir…
(Araları
açılmış kardeşlere “N’oldu, yoksa aranızdan İngiliz mi geçti?” der bizim yörükler.)
Bu işin bir de Amerikan ayağı var “Dual Survival”
Çifte Kurtuluş diye. Bunların mayasını oluşturanların; zenci terleri ve Kızılderili
kanları üzerine tahakküm kuran Avrupa haydutları oluşundan mıdır veya Oturan
Boğa’nın lanetine uğradıklarından mıdır nedir, her şeye lanet okuyorlar; sanki
lanetle yaşıyorlar:
*Susuzluktan
idrarlarını içmek veya kafalarına döküp serinlemek arasında tartışıp dururken
birden suya kavuşunca bağırıyorlar; “Lanet olsun bu bir su!”
*Açlıktan
fil dışkısını doğrudan yemek mi yoksa sıkıp suyunu mu içmek arasında
bilimsel(!) atışma yapıp dururken tuzaklarına bir tavşan takıldığını görüp
çığlık atıyorlar; “Lanet olsun bolca et yiyeceğiz ve midemiz bayram edecek!”
*Hayatta
kalma dirençleri tükenip de kuyruklarını titretmek üzereyken bir helikopter
çıkagelince de pek seviniyorlar; “Lanet olsun bizi buldular kurtulduk!”
Bunları
kurtaranda kabahat!...
(Lanet
etmenin çok kötü bir şey olduğu kültürüyle yetiştiğimiz için, hayatımda hiç
yapmadığım üç şeyden biridir; yemin etmek, lanet etmek, sokağa tükürmek.)
Öz eleştirimizi göz önüne serecek olursak…
Kazım hocamızın kendi halkımızca bile yeterince tanınmamasının nedeni, böyle
bir değerin televizyon dizilerine konu edilmemiş olmasıdır… Hayatta kalma ise sadece
bir magazinsel yapımla veya cılız girişimlerle kalmamalı, konuya etkin
simgelerle ve ciddiyetle el atılmalıdır. Elin oğlu kurgulanmış mizansenlerle
toplumları şoka uğratıp dururken, bizimkilerin bir bıçak sapı yapımıyla bölüm
dolduruyor olmasının komik ve ilgisiz kalacağı bellidir. Özgüvenimizi
yükseltmek için bizim insanlarımızın rol modelleri de kendimizden olmalıdır…
Yazımızın konu başlığı olan ‘homurtu’ya
gelince… Hepimiz bu hayata atalarımızdan aldığımız genetik mirasla başlıyoruz.
Bu miras kimilerimiz için (+)lar, kimilerimiz için de (-)ler içermekte.
Artıları olanlar bunun değerini hakkıyla bilemez veya değerlendiremezken,
eksileri olanlar bunları artılara çevirebilmek için kıvralanıp dururlar.
Dünyaya sağlıklı ve dirençli olarak gelmek de bu artıların başında gelmekte…
Beden etkinliklerimizin veritabanı demek olan DNA mirasımızı değiştiremiyoruz
fakat yanlış beslenmeyle veya nefeslemeyle (Özellikle de katkı, kaplama ve
paketleme malzemeleriyle) bozabiliyoruz. Bu da kanserleşmenin başlangıcı demek
oluyor. Bunun yanında bir umut ışığı destekçimiz var; EPİGENETİK (Genler Üstü
Genetik)…
Kazım ustanın 40 yaşından sonra, Bear Grylls’in
de 20 yaşından sonra yaşadığı kırılma noktasını ben de 40’ından sonra kanserle
tanışarak yaşadım. Hiç sigara kullanmadığım halde, başkalarının hisseme düşen
havayı kirletmeleri nedeniyle hastalanmıştım. Dedem 75’inden sonra, Annem ve
kardeşi 70’inden sonra, babam ise 60’ından sonra kanser olmuştu… Ellerinde
olmayan nedenlerle (savaş, yokluk, yetersiz beslenme, ve bunlara bağlı stres)
bizlere neden çürük miras bıraktılar diye onları suçlayamayız. Atalarımda hiç olmayan
tembellik veya kötü alışkanlıklar(alkol, sigara vs) nedeniyle ise
sorgulayabiliriz. Çünkü bütün bunların birikimi çocuklara ve torunlara miras
olarak devrolmakta. Yani; DNA’da bir değişiklik olmamakla birlikte, EPİGENETİK
değişim olup genlerin çalışma şekli yaşam boyunca değişmekte ve böylelikle de:
*Kötü
yöndeki değişikliklerle kanser gibi bir takım hastalıklar ortaya çıkmakta,
*İyi
yöndeki değişikliklerle de hayat düzeyini yükseltip ömrü uzatabilmekte…
Hal böyle olunca da çocuklarımıza ve
torunlarımıza sağlam bir miras bırakabilmek ve kendimiz de sağlıklı
yaşayabilmemiz için nefeslenme, beslenme ve yaşamsal alışkanlıklarınıza dikkat
etmeli ve epigenetik değişikliğimizi iyi yöne kanalize etmeliyiz. Fukaralıktan
dolayı iyi ve sağlıklı beslenemiyor olabiliriz fakat tembel olmamak ve temiz
havalı ortam konusunda seçici olmak kendi elimizdedir. Özellikle stres
hormonlarımızla ilgili genlerin çalışmasında değişiklik oluşturabilmek hele de
günümüzde çokça önemlidir…
Stres bizim hayattaki yardımcımız, BEKÇİ
KÖPEĞİMİZDİR. Kötü olan o değil, onu denetleyemediğimizdir. Sürekli olarak
sahibini kemirip duran o köpeğe görevini iyi belletip doğru adrese yönlendirmek
gerekir. İşte bu noktada beynimizdeki çöpleri öğütüp enerjiye dönüştürme
yöntemi olarak karşımıza homurtu çıkmaktadır. Hipotalamus-Timüs ve Böbreküstü
eksenindeki güçlü titreşimle sağlanan anlık alarm durumu ve hemen ardından
patlatılan bir kahkaha… Kazım ustanın meditasyon ve yoga ile yaptığını ben bu
trans uygulamasıyla yapıyorum ve 35 yıl önceki halimden de iki kat daha
güçlüyümJ. Demem o ki;
Sinirlendiğinizde
gülebiliyorsanız inadına devam ediniz. Hayat bize güldü de biz mi kahkaha
atmadık demeyiniz, kahkahanızı peşinen atınız da hayat ister gülsün, isterse
somurtmayı sürdürsün…
Kaynak: TORLAKON