GÖNÜLLERİ GÜL BAHÇESİNE ÇEVİRMEK
"Yeryüzünü cennete çevirme gayretinde olmayanların, Tanrı'nın cennetini istemeye de hakları olmaz." (Torlakon öğretisi)
Bayram namazından döner dönmez çalındı kapımız.
Farklı yaşlarda üç çocuk gelmişti, bayram kutlamaya.
Elleri buz gibi olmuştu ayazdan.
Belki, gönülleri de üşümüştü.
Alacakları şeker ve görecekleri güleryüzle ısınacaktı.
"İki şekerden fazla almayın oğlum!. Görgüsüzlük yapmayın!..." diye uyardı, en büyükleri.
"İstediğiniz kadar alabilirsiniz, şirin canlar!. Bu evde şeker çoktur!" dedim, gülerek.
Bunlar "Görgülü" çocuklardı, ikiden fazla almadılar...
Az sonra, başka çocuklar geldi.
"İstediğiniz kadar şeker alabilirsiniz." dedim, onlar almaya başlamadan.
Bunlar da görgülüydü; ikiden fazla almadılar.
Biraz sonra tekrar kapı çalındı.
"Aynı üçlü tekrar gelmiş baba!" dedi, büyük oğlum. "Bu sefer takdik değiştirmişler." diye de ekledi.
"Desene, şenlik var!" dedim, koştum kapıya.
Birbirinin elbiselerini giyerek gelmişlerdi.
Hiç tanıyamadım(!) onları.
"İstediğiniz kadar şeker alabilirsiniz." dedim, onlar almaya başlamadan.
Görgülü çocukların hali başka oluyor canım; ikiden fazla almadılar.
Bu arada, içlerinde en küçük olanı "Belki beni tanıyabilir" endişesiyle, abisinin ardına saklanmış halde elini uzatıyordu şekerlere.
Kafamı başka yana çevirdim; korkmadan, istediği kadar alsın diye.
Uğurladım, gülümseyerek onları.
Yüzüm gülüyor, gözlerim ağlıyor, gönlümse koşup coşuyordu.
"Beni sevindirdiniz şirin canlar. Yine gelin olur mu?!" dedim, içimden.
"Ya gelmezlerse!" diye de endişe ediyordum.
En iyisi, evdeki çiçeklerin saksısını değiştirme bahanesiyle, dışarıda uğraşmalı; gelenleri, bizim kapıya yönlendirmeliydim.
O da ne?!...
Çok geçmeden, tekrar gelmişti; bizim "Şirinler çetesi"(!).
Bana doğru hiç bakmadan yöneldiler; diğer üç dairenin kapısına.
Olmamıştı, kapılara hiç çıkan.
Dedim ya; "Şenlik vardı bugün" diye.
"Gelin çocuklar!. Konya bu tarafta!.. Bayramı, bu eve getirin!.. Hem, bu evin her yanı şeker!..." dedim, onları hiç tanımadan(!).
Birisi, montunun şapkasını başına giymiş; diğeri atkısını yüzüne sarmış; en küçükleri de kocaman bir kara gözlük takmıştı.
Giydiği, abisinin ceketi çok büyük geldiği için, ellerini yenlerinden güçbela çıkarıp uzanmıştı şekerlere.
"Amca bee!. İnsanlar niçin kapıya çıkıp da şeker vermiyorlar, bugün bayram değil mi?!..." diye şikayet etti, en büyükleri.
Dedim ya; bunlar "Görgülü" çocuklardı. Bayramları, görenekleri yaşatma derdinde olan...
"Boşverin siz, başka kapıları!" dedim, "Bayram, aha bu kapının olduğu evde. Üstelik bu evde heryer şeker. Şekerin kökü kesilse bile, ne gam. Sahibi, deli(!)dir bu evin. Filozof (Torlakon dede) dedikleri; (tahtası noksan) bir koca Yörüktür.
Çocukları sevindirmek için şekerci dükkanını bile satın alır.
Siz, hepsini alın gidin şekerlerin. Sokaktaki kardeşlerinize de dağıtın!.
Bu kapıya da tekrar tekrar gelin; pekmez tabağından kovulan sineğin, inatla dönüp geri geldiği gibi!...".
Zaman ötesine gitmiş gibi oldu, minik, şirin canlar.
Kalan şekerlerin hepsini doldurdum; en küçüğün giydiği, en büyük ceketin cebine.
Nasıl olsa, kendi aralarında bölüşürlerdi, kardeşçe...
Gözlerindeki parıldama billura dönmüştü.
Ya benim gönlümün ziyası?!...
Yeniden dünyaya geliyor gibiydim; çocuklarla beraber.
Hamit dayının mevlütünde; "Niçin, bana sıra gelince bitti şeker?!" diye ağlamamak için ısırmıştım dudaklarımı, yedi yaşındayken.
Artık özgürdü dudaklarım.
"İstediğiniz kadar şeker alabilirsiniz!" diye seslenebilir;
çocuklığunda ağlayamadığı şekerler için, sevinç gözyaşlarına ortak olabilirdi şimdi.
Ağlamak rahmettir, ağlamayan ne bilir?
Cevabını, minik canlara soralım; "Rahmet" ne demektir?...
Torlakon felsefesi, insanlığa şöyle soruyor:
"Yeryüzünü cennete çevirme gayretinde olmadan, Tanrı'nın cennetine nasıl girilecek?
Gönülleri gül bahçesinin güzelliğiyle bezemeden, yeryüzü cennete nasıl çevrilecek?!..."
(Türk Filozof TORLAKON)