“SEN ARABANIN ŞOFÖRÜ
MÜYDÜN?”
Bayramların ardından bir bayram sonrası
hatırası, bir dram anlatayım dedim. Yani; güler misin, ağlar mısın cinsinden
bir olay. Kültürümüzde yer edinmiş bir deyişi doğuran bir olay: “Sen arabanın
şoförü müydün?”…
Bu deyiş; konunun içinde olduğu halde
konuya ‘fransız’ kalmış olanların, konu tamamıyla kapandıktan sonra sorduğu
alâkasız sorular karşısında söyleniyor ve “şırak” diye kesilen mevzu da herkesi
dut yemiş bülbüle döndürüyorJ…
Özel aracı olmayıp da bayram ziyaretine
gitmek isteyenlerin yaşadığı ‘bilet bulma’ telaşını ve ‘taşıma aracını
kaçırmama’ stresini ben de yaşamak istemediğimden dolayı önceden bilet almak hiç
işime gelmez. Hal böyle olunca da sıkıntılara katlanmayı göze alır, maceralara
yelken açmanın da heyecanını yaşarımJ…
Evrenkent döneminde yine bir bayram
dönüşündeyim ve sınavlarım var. Köyden ilçeye yaya olarak, ilçeden ile de
minibüsle ulaştım. İlden sonrası bilet bulabilme olasılığı da sıfır olunca, yol
üstünde bekleyip ‘otostop’ yapmaya umut bağladım. En yakın ile kadar
gidebileceğim bir yakıt tankeri veya ne tür bir kamyon filan olursa… Ondan
sonrasının kolay olacağını düşünüyorumJ…
Fakat o da ne! Aradan saatler geçtiği halde
kamyonlarda da yer olmayınca traktörlere umut bağladım. Bulunduğum yerde 8-10
kişi daha birikti… Olmayınca olmuyor işte! Beş saat sonrasında da bir sağanak
yağmur başladı ki ortalığı sel alıyor. Fakat ne olursa olsun bi’ şekilde
menzile erişmemiz gerekiyor, umudu yitirmek yok!...J
Beklemeye başlayalı tam altı saat olmuş,
yağmur da hafiflemişti. Sığındığımız çatı altlarından tekrar yol kenarına
sıralanmış ve her araca yeniden el kaldırır olmuştuk… Amanın! Hızla geçen bir
minibüs 70-80 metre ötede durmuştu. Bir umutla cümbürcemaat koşuşturduk. Bu
arada yanımda koşanlardan birinin bavulu paldırtdadanak açılınca bütün temiz
çamaşırlar çamurlara saçıldı. Alelacele toplayıp bavula depiştirerek minibüse
yetiştik. Olur şey değil! Üzerinde Malatya-Doğanşehir yazan bu araç, içinde bir
şoför ve muavinle bomboş olarak nereden gelip nereye giderdi acep?! Soracak
halde değildik. Sadece düşündük; günübirlik kiralanmış ve Aydın taraflarına bir
düğün veya cenaze kafilesi filan taşımış olabileceğini… Her neyse! En yakın ile
kadar ‘hem de oturarak’ gidilecek bir araç bulabilmiş ve derin bir oh çekmiştikJ…
Yarım saat kadar ya gitmiş ya gitmemiştik
ki aracımız yavaşlamış ve durmuştu. Herkesin üzeri ıslak olduğu için camlar
tamamen buğulanmış ve çevrede olan biten de görülemiyordu. Fakat en önde
bulunan şoförle muavin her şeyi görüyor olmalıydı… Duran aracımızın açılan
kapısından bir adam girdi; üstü başı çamur, kan revanL… Hepimiz ilk anda
bir “trafik kazası” olabileceğini düşündük ve “Çok geçmiş olsun, nasıl oldu,
araçta kaç kişi vardı?” cinsinden sorular sorduk… Boş koltuk olarak sadece
benim yanım olduğu için gelip oturan şahıs heyecan ve öfkeyle anlatmaya
başladı:
“Tek tek gelseler ben onlara gösterirdim
dünyanın kaç bucak olduğunu! Fakat dört yerden kazma kürekle saldırdılar!”
Hımmm! Durum anlaşılmıştı. Bu bir kaza
değil, kavgaydı. Peki neden olmuştu? Anlatmaya devam ediyor:
“Onların çatıdan akan su benim harıma(bahçe
duvarına) akıyordu. Niye halletmiyorsunuz deyince dellenip üstüme saldırdılar
ve kafamı gözümü yardılar!”
Evet… Kavganın nedeni de anlaşılmıştı; bir
buçuk saat kadar önce yağan sağanak yağmur… Peki bu perişan haliyle nereye
gidiyordu? Bir hayli kan kaybetmişti ve kaybetmeyi de sürdürüyordu. Elbette ki
en yakın hastaneye gidiyor olmalıydı. Sordular, yanıtladı:
“Mahkemeye gidiyorum! Yıllardır bıktım yav!
Ben uğraşacağıma devlet uğraşsın!...”
Araçtaki ‘güngörmüş’ vatandaşlar onu bu
karardan vazgeçirmek için epeyce dil döktüler; şunun şurasında komşusunuz,
ölünceye kadar küslük dâvâlılık olmaz, onlar etmiş sen etme, af et de barışın,
büyüklük sende kalsın dediler. Fakat o adamakıllı isyanlardaydı:
“Yıllardır af ede ede hep benim anam
ağladı; devletin tokadını yesinler de biraz da onların anası ağlasın!”…
Bu arada ben de şahsın üstündeki
çamurlardan ve o konuştukça kürek yaralarından büngüldeyip akan kanlardan etkilenmemek
için pencereye doğru epeyce yapıştım ve iyice kan ter içinde kaldım… Mağdur
şahıs kararında ısrarcı olunca ortalık duruldu ve tam da bir ‘ölü sessizliği’
oluştu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu ki, zurnanın zırt dediği noktaya
gelindi. En öndeki muavin koltuğunda oturan şahıs geriye döndü ve o efsanevî
soruyu sordu:
“Kardeeş, sen arabanın şoförü müydün?”…
Bir anda herkesin üzerine ‘bir kazan buzlu
su’ dökülmüş gibi oldu. Fena bir pot kırdığını anlayan şahıs da hiçbirşey
olmamış gibi susup önüne döndü ve paçayı yırttı. Peki ya benim halim n’olcekti?...
Çocukluğumda yeterince gülemediğimden veya gülme kotamda noksanlık oluştuğundan
mıydı neydi; en ufak bir bahanede kayışı kırıyor ve gülme krizine giriyordum.
Zaten, yediğim dayakların %99.98’i de işte bu krizler yüzündendi. Okulda, evde,
camide bileL…
Niye gülüyorsun dediklerinde de krizden yanıt veremiyor ve daha çok dayak
yiyordumLLL…
Zaten adamakıllı bunalmıştım ve zar zor
nefes alıyordum ki, dramatik durumun getirdiği böylesi bir noktada “kayışı
koparmamak” için dudaklarımı ısırıp kanattım. Yönümü puslu pencereye doğru
çevirip yüzümün ifadesini saklamaya çalışsam da, oynayan karın kaslarımın
etkisiyle sallanan koltuk adamı huylandırıyordu. Gözümün köşesinden baktığımda
oluşan puslu siluet, kafasından boynundan kanlar sızan öfkeli adamın
görüntüsüydü. Haklı olarak “Ne sırıtıyorsun ulan, açıkta bir şey mi var?!”
diyerek hıncını benden çıkarmak isteyebilirdiL…
Ve o kâbus dolu yolculuk sona erdiğinde:
Pencereye doğru baka baka boynum tutulmuş,
Dudaklarımı ısıra ısıra kanatıp davlumbaz
gibi yapmış,
Engelleyemediğim gülme kriziyle karın
kaslarım zırlamıştı…
Kısacası; vardığımız şehirde araçtan
indiğimdeki ferahlığı tahmin etmek hiç de zor değildi. Fakat ben o Doğanşehirli
muavin arkadaşın, o meşhur soruyu sorduktan sonraki duygularının çözümünü merak
ediyorum. Eğer halen hayatta ise ve bu yazıyı da okuyabilirse, yanıtını bekler
ve buraya da eklemek isterimJ…
Ha bu arada:
Kâlp krizine, hayır!
Sinir krizlerine, hayır
Ekonomik krize, hayır!
Gülme krizine ise selam!
Çevremde dayak accek kimse de galmadı
garik. Aha da gayışı gopardımJJJ…
(Torlakon)