Açılış Sayfam Yap   Sık Kullanılanlara Ekle   

   Anasayfa          Künye          Yazar Girişi         Sitene Ekle         Arşiv
 
TORLAKONDAN - SEN ARABANIN ŞOFÖRÜ MÜYDÜN? - TÜRK FİLOZOF TORLAKON
   
 SEN ARABANIN ŞOFÖRÜ MÜYDÜN?

SEN ARABANIN ŞOFÖRÜ MÜYDÜN?
 Yazı Boyutu

 Tarih : 24.10.2014 - 17:01:56


Bu arada ben de şahsın üstündeki çamurlardan ve o konuştukça kürek yaralarından büngüldeyip akan kanlardan etkilenmemek için pencereye doğru epeyce yapıştım ve iyice kan ter içinde kaldım. Mağdur şahıs kararında ısrarcı olunca ortalık duruldu ve tam

 

“SEN ARABANIN ŞOFÖRÜ MÜYDÜN?”

Bayramların ardından bir bayram sonrası hatırası, bir dram anlatayım dedim. Yani; güler misin, ağlar mısın cinsinden bir olay. Kültürümüzde yer edinmiş bir deyişi doğuran bir olay: “Sen arabanın şoförü müydün?”…

Bu deyiş; konunun içinde olduğu halde konuya ‘fransız’ kalmış olanların, konu tamamıyla kapandıktan sonra sorduğu alâkasız sorular karşısında söyleniyor ve “şırak” diye kesilen mevzu da herkesi dut yemiş bülbüle döndürüyorJ

Özel aracı olmayıp da bayram ziyaretine gitmek isteyenlerin yaşadığı ‘bilet bulma’ telaşını ve ‘taşıma aracını kaçırmama’ stresini ben de yaşamak istemediğimden dolayı önceden bilet almak hiç işime gelmez. Hal böyle olunca da sıkıntılara katlanmayı göze alır, maceralara yelken açmanın da heyecanını yaşarımJ

Evrenkent döneminde yine bir bayram dönüşündeyim ve sınavlarım var. Köyden ilçeye yaya olarak, ilçeden ile de minibüsle ulaştım. İlden sonrası bilet bulabilme olasılığı da sıfır olunca, yol üstünde bekleyip ‘otostop’ yapmaya umut bağladım. En yakın ile kadar gidebileceğim bir yakıt tankeri veya ne tür bir kamyon filan olursa… Ondan sonrasının kolay olacağını düşünüyorumJ

Fakat o da ne! Aradan saatler geçtiği halde kamyonlarda da yer olmayınca traktörlere umut bağladım. Bulunduğum yerde 8-10 kişi daha birikti… Olmayınca olmuyor işte! Beş saat sonrasında da bir sağanak yağmur başladı ki ortalığı sel alıyor. Fakat ne olursa olsun bi’ şekilde menzile erişmemiz gerekiyor, umudu yitirmek yok!...J

Beklemeye başlayalı tam altı saat olmuş, yağmur da hafiflemişti. Sığındığımız çatı altlarından tekrar yol kenarına sıralanmış ve her araca yeniden el kaldırır olmuştuk… Amanın! Hızla geçen bir minibüs 70-80 metre ötede durmuştu. Bir umutla cümbürcemaat koşuşturduk. Bu arada yanımda koşanlardan birinin bavulu paldırtdadanak açılınca bütün temiz çamaşırlar çamurlara saçıldı. Alelacele toplayıp bavula depiştirerek minibüse yetiştik. Olur şey değil! Üzerinde Malatya-Doğanşehir yazan bu araç, içinde bir şoför ve muavinle bomboş olarak nereden gelip nereye giderdi acep?! Soracak halde değildik. Sadece düşündük; günübirlik kiralanmış ve Aydın taraflarına bir düğün veya cenaze kafilesi filan taşımış olabileceğini… Her neyse! En yakın ile kadar ‘hem de oturarak’ gidilecek bir araç bulabilmiş ve derin bir oh çekmiştikJ

Yarım saat kadar ya gitmiş ya gitmemiştik ki aracımız yavaşlamış ve durmuştu. Herkesin üzeri ıslak olduğu için camlar tamamen buğulanmış ve çevrede olan biten de görülemiyordu. Fakat en önde bulunan şoförle muavin her şeyi görüyor olmalıydı… Duran aracımızın açılan kapısından bir adam girdi; üstü başı çamur, kan revanL… Hepimiz ilk anda bir “trafik kazası” olabileceğini düşündük ve “Çok geçmiş olsun, nasıl oldu, araçta kaç kişi vardı?” cinsinden sorular sorduk… Boş koltuk olarak sadece benim yanım olduğu için gelip oturan şahıs heyecan ve öfkeyle anlatmaya başladı:

“Tek tek gelseler ben onlara gösterirdim dünyanın kaç bucak olduğunu! Fakat dört yerden kazma kürekle saldırdılar!”

Hımmm! Durum anlaşılmıştı. Bu bir kaza değil, kavgaydı. Peki neden olmuştu? Anlatmaya devam ediyor:

“Onların çatıdan akan su benim harıma(bahçe duvarına) akıyordu. Niye halletmiyorsunuz deyince dellenip üstüme saldırdılar ve kafamı gözümü yardılar!”

Evet… Kavganın nedeni de anlaşılmıştı; bir buçuk saat kadar önce yağan sağanak yağmur… Peki bu perişan haliyle nereye gidiyordu? Bir hayli kan kaybetmişti ve kaybetmeyi de sürdürüyordu. Elbette ki en yakın hastaneye gidiyor olmalıydı. Sordular, yanıtladı:

“Mahkemeye gidiyorum! Yıllardır bıktım yav! Ben uğraşacağıma devlet uğraşsın!...”

Araçtaki ‘güngörmüş’ vatandaşlar onu bu karardan vazgeçirmek için epeyce dil döktüler; şunun şurasında komşusunuz, ölünceye kadar küslük dâvâlılık olmaz, onlar etmiş sen etme, af et de barışın, büyüklük sende kalsın dediler. Fakat o adamakıllı isyanlardaydı:

“Yıllardır af ede ede hep benim anam ağladı; devletin tokadını yesinler de biraz da onların anası ağlasın!”…

Bu arada ben de şahsın üstündeki çamurlardan ve o konuştukça kürek yaralarından büngüldeyip akan kanlardan etkilenmemek için pencereye doğru epeyce yapıştım ve iyice kan ter içinde kaldım… Mağdur şahıs kararında ısrarcı olunca ortalık duruldu ve tam da bir ‘ölü sessizliği’ oluştu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu ki, zurnanın zırt dediği noktaya gelindi. En öndeki muavin koltuğunda oturan şahıs geriye döndü ve o efsanevî soruyu sordu:

“Kardeeş, sen arabanın şoförü müydün?”…

Bir anda herkesin üzerine ‘bir kazan buzlu su’ dökülmüş gibi oldu. Fena bir pot kırdığını anlayan şahıs da hiçbirşey olmamış gibi susup önüne döndü ve paçayı yırttı. Peki ya benim halim n’olcekti?... Çocukluğumda yeterince gülemediğimden veya gülme kotamda noksanlık oluştuğundan mıydı neydi; en ufak bir bahanede kayışı kırıyor ve gülme krizine giriyordum. Zaten, yediğim dayakların %99.98’i de işte bu krizler yüzündendi. Okulda, evde, camide bileL… Niye gülüyorsun dediklerinde de krizden yanıt veremiyor ve daha çok dayak yiyordumLLL

Zaten adamakıllı bunalmıştım ve zar zor nefes alıyordum ki, dramatik durumun getirdiği böylesi bir noktada “kayışı koparmamak” için dudaklarımı ısırıp kanattım. Yönümü puslu pencereye doğru çevirip yüzümün ifadesini saklamaya çalışsam da, oynayan karın kaslarımın etkisiyle sallanan koltuk adamı huylandırıyordu. Gözümün köşesinden baktığımda oluşan puslu siluet, kafasından boynundan kanlar sızan öfkeli adamın görüntüsüydü. Haklı olarak “Ne sırıtıyorsun ulan, açıkta bir şey mi var?!” diyerek hıncını benden çıkarmak isteyebilirdiL

Ve o kâbus dolu yolculuk sona erdiğinde:

Pencereye doğru baka baka boynum tutulmuş,

Dudaklarımı ısıra ısıra kanatıp davlumbaz gibi yapmış,

Engelleyemediğim gülme kriziyle karın kaslarım zırlamıştı…

Kısacası; vardığımız şehirde araçtan indiğimdeki ferahlığı tahmin etmek hiç de zor değildi. Fakat ben o Doğanşehirli muavin arkadaşın, o meşhur soruyu sorduktan sonraki duygularının çözümünü merak ediyorum. Eğer halen hayatta ise ve bu yazıyı da okuyabilirse, yanıtını bekler ve buraya da eklemek isterimJ

Ha bu arada:

Kâlp krizine, hayır!

Sinir krizlerine, hayır

Ekonomik krize, hayır!

Gülme krizine ise selam!

Çevremde dayak accek kimse de galmadı garik. Aha da gayışı gopardımJJJ

(Torlakon)


  Editör :  TORLAKON

5724 Kişi Tarafından Okundu.

Yazdır Yorum Ekle Tavsiye
 
1 2 3 4 5   Bu Habere Toplam 35 Puan Verildi
 Kaynak :  TÜRK FİLOZOF TORLAKON

 Kategori ¬ TORLAKONDAN

  Yorum ( 0 )   

Kayıtlı Yorum Bulunmuyor.

 

 Bu Kateoriye Ait Diğer Başlıklar

 
 
 

 Duyuru
  DEĞERLİ CANLAR MERHABA Torlakon ocağı, Türk Milletinin ve insanlığın bekâsı için tütmektedir. Nefesi olmak istiyorum, kâlbi vatan için atanın; sesi olmak istiyorum, toprakta kefensiz yatanın(TORLAKON)  

 
Henüz Haberlere Puan Verilmemiş..
 
Bugün için Haber Eklenmedi.
Bu Hafta içinde Haber Eklenmedi.
Bu Ay içinde Haber Eklenmedi.
 
 Takvim
 
 Ziyaretçi İstatistikleri
   
 Online : 1
 Bugün : 185
 Dün : 223
 Toplam : 1074285
 Ip No : 3.229.122.112
     
 
 Vatan Size Minnettar
 

 
 Son Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi
 
 Popüler Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi.
 
 Döviz Bilgileri

  Döviz Alış Satış
  Dolar 32.2448 32.3029
  Euro 21.5681 21.7109
 
 Hava Durumu



 
 Reklam



 

 



 
 

   © Copyright - 2008- TÜRK FİLOZOF TORLAKON - Tüm Hakları Saklıdır. 

TÜRK FİLOZOF TORLAKON

 Çilem.Net altyapısını kullanmaktadır.