***Başparmak***
Gazi- Merhaba ya üstad! Ne o, biraz tatsız gibisin? Oysa, şekeri filan da çok tükettiğini bilirim! Bu hal ne hal?
Torlakon- Toplumumuzdaki yozlaşmışlığın ve yöneticilerimizdeki seviyesizliğin önünün alınacağı yolundaki umutlarım gittikçe törpülenip aşınıyor ve sanki yolumuz çıkmaz sokaklara çıkıyormuş gibi geliyor.
Gazi- Aşınan umutların daha fazlası sende mi yoksa bende mi?… Her neyse… Sağlık durumlarından ne haber?
Torlakon- ‘Memleketin en sağlam çürüğü’ olduğum iddiasını hâlâ sürdürüyorum, lâkin… Kargaşa veya gürültünün yükü tahammül sınırlarını zorlamaya başlayınca, ıssızlık ve sessizlikte alırdım soluğu, bundan üç yıl öncesine kadar. Oysa şimdilerde ıssızlık da kalmadı sessizlik de…
Gazi- Nasıl yani?
Torlakon- En son başıma gelen zehirlenme olayından sonra, hiç gitmek bilmeyen bir kulak çınlaması kaldı geriye. 7/24 hiç ara vermeden bağırıyor kulaklarım. Issızlık ve sessizlikte daha da şiddetleniyor. Kısacası; sanki dişçide dişleri tornaya tutarmış gibi ve gerçekte de hiç olmayan bir ses sürekli aşındırmaya çalışıyor beynimi…
Gazi- Yani diyorsun ki; kulaklarım var fakat ben kulaklarımı tıkadığım halde, gerçekte olmayan sesleri beynimde duyuyorum ve sürekli bunun ızdırabını çekiyorum… Peki benim durumuma ne diyeceksin?
Torlakon- Hayrola, ne gibi bir durum?
Gazi- Sen üç yıldır çekiyorsun, ben de otuz yıldır çekiyorum.
Torlakon- Kulak çınlamasını mı?
Gazi- Hayır, sağ ayak başparmağımın sızlamasını…
Torlakon- O nasıl bir dert?... Peki nasıl başladı?
Gazi- Şırnak kırsalında operasyondaydık. Ortalığı kasıp kavuran güneşin altında, sırtımızda otuz kilo yük ve günlerdir ayaklarımızı pişirip şişiren botlarla, bitimi belirsiz bir yürüyüş içindeyiz… Tırnak batması sonucu oluşan iltihap iyice azmış olmalıydı ki, başparmağımın sızlamasını azaltmak için yan basarak yürümeye çalışıyordum. Operasyon bitince ilk işim hastaneye gitmek olmalıydı. Ah, ahh! Bir çatışma çıksaydı da, kendimi yere atıp çatışırken bir yandan da azaltmaya çalışsaydım ızdırabımı… Böyle duygular içinde ilerlemeye çalışırken koptu, kulakları sağır eden bir gümbürtü! Rüya mıdır yoksa eşkere midir diye anlık ve karmaşık duygular içinde savrulup düştüm toprağa. Beledi her yanımı toz, duman, barut ve kan… Terim ve kanım yoğruldu, uğrunda nice canlarımızı kurban verdiğimiz vatan toprağıyla… Helikopterin içinde hastaneye doğru uçarken, bedenimin nerelerini alıp gittiğini bilmiyordum kancıkların hain mayınının. Fakat hâlâ sızladığına göre yerinde olmalıydı başparmağım… O gün bu gündür de sızlamaya ve beni uykusuz bırakmaya devam ediyor…
Torlakon- Peki doktorlar ne diyor bu duruma?
Gazi- Uyuyabildiğim kimi zamanlarda daldığım rüyalarda gittiğim hastanelerde tartışıyorum doktorlarla. “Yapacak bir şey kalmamış, parmağı kesmemiz gerekecek” deyişlerini duyup durdukça da “Koskoca parmak kesilir mi hiç? Bunu kurtarmanın bir yolu olmalı!” diye dellenip çıkıyorum hastaneden… Telaşla koşuştururken çarpıyorum ayağımı bir kaldırım çıkıntısına ve başparmağımın zonklamasıyla uyanıyorum uykudan. Hemen oğup sızıyı hafifletmek için arıyorum başparmağımı, yerinde bulamıyorum.
Torlakon- Nasıl, yoksa…?
Gazi- Evet, protez olan benim sağ bacağım…
”Fedakârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı.”(Torlakon)