***MERMER***
Bana sor bana, der gibiydi annaçtaki koca kaya.
Hayli zamandır iyice dolmuş olduğu belliydi.
Bitecek gibi de görünmüyordu anlatacakları;
“Sormanıza gerek duymadan verebilirim istediğiniz cevapları,
Yüz milyonlarca yılın tecrübesidir bana bunları söyleme cesaretini veren…”
…
Sessizliği bir anda gürleyerek bozan koca kaya,
Bir ağaç ile bir filozofun arkadaşlığını kıskanmış mıydı ne!
Öyle ya; sıra dışı dostluklar ve sevdalar ya alaya alınır veya kıskanılırdı…
…
Bana sor bana!
Arasıra ziyaretine gelerek arzuhâl eylediğin bu ardıç ağacı,
İkibin yaşında olsa bile, ‘daha dünkü çalı’dır!
Oysa ben milyonlarca yıldır şahidim etrafta tüm olan bitene!...
…
Peki anlat öyleyse, der gibi gözlerini kayaya diken Torlakon,
Kayanın derinliklerindeki zaman ötesine yolculuğa dalmış,
Nefes almayan taş heykel gibi donup dinlemede kalmıştı…
…
Bana sor bana!
Sadece canlıların değil, taşların da birbirini ezdiğini bana sor!
Yalnız bir farkla;
Canlar canları ezdiğinde hakir ve zelil ederken,
Taşlar taşları ezdiğinde değerini yüceltiyor, daha da güzelleştiriyor.
Üstüne üstlük bir de alttaki mağma kazanından yükselen buhar ve gazlar bunaltırsa,
Dünyanın en güzel ve değerli kristal taşlarının oluşumunu sağlıyor…
Sulardan çökmüş bulunmuştum yüz milyonlarca yıl önce,
Başka taşlar da geldi benim üzerime çöktü.
Önceleri pek de değeri olmayan gevşek bir kireçtaşıydım.
Üzerime çökenlerin baskısı ve derinlerin de ısısıyla olgunlaştım.
Sağlamlaştım, güzelleştim, değerlendim…
Beni ezip olgunlaştıranlar zamanla aşınıp taşındı, çekip gittiler.
Milyonlarca yıl önce gün yüzüne çıktığımda henüz Âdemoğlundan eser yoktu.
Oysa şimdi değerli bir taş oluşumun endişesini duymaktayım,
Bugünde yarında birileri gelip beni keşfedecekler,
Ağır makinalarla dinamitlerle girişecekler.
İşte o zaman;
Ne senin yaşlı ardıç dostun kalacak, ne de onun torunları…
…
Anlıyorsunuz değil mi derdimi?...
Acaba diyorum; ben değersizim diye haykırıp dursam işe yarar mı?
Ne gezer!
Her damlasına karşılık insan kanı dökülen petrol öyle söyleseydi;
“Ben pis ve kirletici bir yağım, benden uzak durun!” diye haykırıp dursaydı,
Hiç kulak asar mıydı Âdemoğlu, bencillik ve fesatlıktan cayar mıydı?
Son bulur muydu kara yağın al kanlara karışıp durması?...
…
Ve o korkulan gün gelecek;
Kuşlar uçarak, sincaplar teyerek, yılanlar da sürünerek terk edecekler burayı…
Yerimden söküp alacak; kesip, biçip, yontup cilalayacaklar.
Gerek ihtiyaç, gerek şatafat, gerekse iz bırakmak için kullanacaklar.
Kimi parçalarım ayaklar altında gezecek, kimileri de el üstünde tutulacak.
Belki bir makam sahibinin ismi ve ünvânı yazacak üstümde,
Belki de birilerine benzetilen heykellere dönüştürüleceğim…
Mezarlara hece taşı olacağım belki de;
Dünyasına doyamayanların kısa öyküleri yazılacak üstüme.
Beklediğim mezarların kimilerinde sık sık gözyaşlarıyla ıslanacak,
Sarılınıp öpülüp kokulacak,
Kimilerindeyse yağan yağmurları beklemek durumunda kalacağım…
Dualar, özlemler, “bekle ben de geliyorum” sözleri duyup duracağım bazılarında,
Bazılarındaysa kuru otlarla beraber yalnızları oynayacağım…
…
Kimi hece taşlarının üstündeyse, teselli veren
O en özet hayat anlatımı yazacak;
HÜVELBÂKİ…
Kalıcı olan yalnız O’dur(C.C.)…
Hepiniz geldiğiniz yere geri döndürüleceksiniz…
“Önden giderse sevilenler, kolay gelir ölümler.”(Torlakon öğretisi)