HERŞEYE RAĞMEN İNSANİ DEĞERLERİ DUMURA UĞRAMAYAN TÜM CANLARA SELAM OLSUN.
"Çağın hastalığı" dedikleri "stres"ten muzdarip olanlar, YUNUS'a kulak verirlerse, zaman ötesine taşınabilirler. Stresin hızı, onlara erişmeye yetmez. TORLAKON DAĞARCIĞI'ndan dökülen bu yazı " ELİF " i anlatmaktadır. "Esen kalsın kavim kardaş"...
Yakut rengi çayın içine birkaç damla gözyaşı düştü mü, Yunus gelir yanımıza.
"Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun." derdi ya hanı. Yalan nedir bilmezdi. Selamını kendiciği getirirdi.
O gelince ortalığı rahmet bürür, zulmet kaçar giderdi...
Bayramlığına sevinen çocuktan daha da çocukça zıplar kalp. Bendini yıkarak coşar gönül. Göz pınarları sel olup taşar.
Kızılırmağın çağıldayarak sürüklediği yonga gibi ıralanıp çalkalanır bütün beden. Telaşlanıp ayağa fırlar oğul Alperen.
Olanları ifade etmek zor zanaattır. Coşan gönüller, göz pınarlarından taşar oğul, der; sesimi keserim.
Çıt çıkmamalı, sadece Yunus söylemelidir gamlı gönlüme. Dertli kavalım eşlik eder kimi zaman dualarıma. Kavalın dua ettiğine, adım gibi inanırım. Kasavet, keder yok olup gitmeli; yeniden doğmuş gibi olmalıyımdır. Ağırlığım, kilolardan gramlara düşmelidir...
"Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm." ne demekti, anlatmalıdır.
Zaman yumağına bizi kimin sardığına birlikte akıl yormalı; Abdurrahim Karakoç da çağrılmalıdır.
Dikenli yavrusunu bağrına basan kirpiye merhameti bağışlayanı;
Küçücük böceklere ve tohumlara sorumluluğu yükleyeni;
Ademoğlanını ucalar ve çukurlar arasında yayanı;
Bütün Elifleri, önce ortaya getirip dikelten, sonra devirip toprağa karıştıran ve daha sonra tekrar diriltip dikeltecek olanı algılamalıdır.
Elifi görünce mertek sanan adam mı; yoksa mertek olabilecek elifi bilen adam mı daha uyanıktır, bilinmelidir...
Mertek olabilecek elif, önce dosdoğru olmalı; zamana, zorluklara ve şartlara göre dayanıklı olmalı; kolay çürümemelidir.
Bizim Yunus da, Adem-oğlanı içindeki çürümeyen eliflerden biridir.
"Aşık öldü diye sala verirler, ölen hayvan olur, aşıklar ölmez."
En uzun ömürlü elifler üç- dört bin yıl ayakta kalıyor; devrildiği zaman da bir o kadar yıl mertek olarak görev yapıyor, kahır çekiyordu.
Bizim yörüklerin en çok tercih ettikleri mertekler, devrilen ardıç eliflerinden seçiliyordu.
Tapduk'un kapısına, hiçbir zaman eğri elif getirmemişti Yunuscan...
Kimi zaman da, bir ırmakta dolap olur inilerdi bir elif:
"Beni bir dağda buldular, kolum kanadım yoldular,
Dolap'a layık gördüler, derdim vardır inilerim."
Elif harfinin, ebced hesabına göre değeri bir(1)dir. Elif, birliği temsil eder. Bütün harfleri birleştirdiği için bu adı almıştır. Allah adının ilk harfidir. Elif, Tanrının mutlak varlığına işaret eder. Bugünkü manasına, İslamdan sonra büründüğü belirtilen elifin, Arapçaya Hind taraflarından geldiği söyleniyor. Elifin, kalem ucundaki bir noktadan aşağıya doğru doğup büyüme ve şekil alması, Allah'ın yarattığı bütün eliflerin bir noktacıktan hasıl oluşlarına işaret eder. Çekirdek(nüve)den bedenin, ağacın, çiçeğin meydana gelmesi gibi...
Her yan "Elif" doluydu;
Koca dağlar, ağaçlar, börtü böcek, çayır çimen, menekşe, ısırgan.
Selvi, kavak, meşe, ardıç, koca çınar, koca Osman,
Elif ana, Nene hatun, Bilge Kağan, Alparslan.
Musa, Firavun, İbrahim, Nemrut, Haman.
Peygamberler, yamyamlar, sadıklar ve zalim olan.
Her ne kadar birbirinin aynısı gibi görünse de, çayırdaki her bir çim, ayrı bir elifti.
"Miskin Adem-oğlanını, benzetmişler ekinciye;
Kimi biter, kimi yiter, yere tohum saçmış gibi.
Gelin hey yarenlar gelin, bu menzil uzağa benzer.
Nazar kıldım şu dünyaya, kurulmuş tuzağa benzer.
Gelin bir nazar eylen, n'oldu cihan içinde;
Niceler toprak oldu, bu az zaman içinde.
Bütün çürümüş eller, o dudak ve o diller,
O sevgili oğullar, kalmış toprak içinde."
Yunus'u tuzağa düşmekten koruyacak biri gerekliydi:
"Ben dost ile dost olayım, ölmezden evvel öleyim,
Canımı kurban vereyim, dünya baki kalmaz bana."
Yunus'un dostu, ezeli ve ebedi olan "Hayy" idi.
Ağaca dayanma, kurur; insana dayanma ölür, der atalar.
Ölümsüz olan Elife dayanılmalıdır. Yunus bunun pek güzel farkındadır ve dediği gibi yapar.
"Beni bende demen, bende değilem; bir ben vardır, bende benden içeri."
Herşeyin en doğrusunu Kadir mevlam bilir ya; benim çayıma gözyaşı döktüren de "İçeri" olan Yunus'tur.
"Evvel benim, âhır benim, canlara can olan benim
Azıp yolda kalmışlara, Hızır medet olan benim.
Bir karara tuttum karar, sırrımı benim kim duyar
Gözsüz beni nerde görür, gönülde gizlenen benim.
Yunus değil bunu diyen, kendiliğidir söyleyen
Kâfir olur inanmayan, evvel-âhır-heman benim."
Bunları söyleyecek "Babayiğit" acep varmıdır bugün bu alemde der, sarsılırım. Bardağım dolu ise, bir kısmı üstüme yağar.
İçilen çay mideye değil de gönüle akmaktadır sanki. Öyle ya; ağlamak rahmettir, ağlamayan ne bilir...
Ve, gözyaşı döktürmeye devam eder KOCA YUNUS:
"Yunus der ki, gör takdirin işleri,
Dökülmüştür kirpikleri, kaşları,
Başları ucunda hece taşları,
Ne söylerler, ne bir haber verirler."
Devrilen "Elif"lerin başını bir süre de hece taşları "Elif" olup bekler. Üzerlerinde türlü otlarla beraber. Her biri bir Elifciktir. Vakti gelince onlar da devrilirler. Toza toprağa karışılmıştır gayrı. Bilinmez olmuştur Elifler; "Bey hangısı, ya kulları?"...
"Hani mülke benim diyen, köşk ü saray beğenmeyen,
Şimdi bir evde yatarlar, taşlar olmuş üstünleri.
Hani o şirin sözlüler, hani o güneş yüzlüler,
Şöyle kayıp olmuş bunlar, hiç belirmez nişanları."
Yeniden elif olup dikilmenin zamanı Mahşer günüdür.
"Eliften beyi bilmeyen, okur kişi olur bir gün."
O gün bilinecekler, feryadı bastırtacak cinstendir: Hayvanların hallerine bakıp ta;
"Ahh!.. Keşke biz de toprak olsaydık!!!..." pişmanlıkları fayda vermez.
Fani olan elifler, baki olan bir tek Elif'in huzurunda yeniden dirilir ve derilirler.
O Elif; hiç devrilmeyen, diri, ölümsüz, ezeli ve ebedi olan "HAYY" mı dersin, KOCA YUNUS?.
Şehadet edenlerin, göğe kalkan işaret parmakları, hep O Elifi mi anlatır?...
"Dört kitabın manası, bellidir bir elifte, sen elifi bilmezsin, bu nice okumaktır.
Yiğirmi dokuz hece, okursun uçtan uca, sen elif dersin hoca, manası ne demektir.
Yunus Emre der hoca, gerekse var bin hacca, hepisinden iyice, bir gönüle girmektir."
(YERYÜZÜNÜ CENNETE ÇEVİRME GAYRETİNDE OLMAYANLARIN, TANRININ CENNETİNİ İSTEMEYE DE HAKLARI OLMAZ. GÖNÜLLERİ ŞENLENDİRMENİN İLK ADIMI, GÖNÜLDEN BİR TEBESSÜMDÜR - Torlakon öğretisi)
"Erenler meydanı, arşdan yücedir."
"Eren"(veli) olmanın ilk adımı da "kabir keşfi" olup, mezardakilerin hallerine ermiş olmaktır.
"Gitmiş gözünün karası, hiç işi yoktur durası,
Kefen bezinin parçası, kemiğe sarılmış yatar."
Yunus bunu nerde gördü, gelip bize haber verdi,
Aklım vardı ilmim şaştı, nitekim bunları gördüm.
Kimisi boynunu eğmiş, tenini toprağa salmış,
Anasına küsüp gitmiş, boynun buranları gördüm.
Yunus bilmez kendi halin, Çalap'tır söyletir dilin,
Bir nicesi yeni gelin, ak değirmi yüzler gördüm."
Bütün elifler Hayy'dan gelmişler ve yine O'na(Hu'ya) döndürüleceklerdir. Bizim yayla(Torlakon)daki kınalı Elif de...
"Ölümü çiçekler öğretti bana; açılıp saçılıp solan çiçekler. Ben size borcumu nasıl öderim; beni tefekküre salan çiçekler." diyor, bir düşünürümüz. Yaratılan en güzel elifin insan yavrusu olduğuna inanırım; imanıma inandığım gibi. Mis gibi... Tertemiz... Pırıl pırıl...
Yüzüne baktıkça, yaratanını düşündürür; "Onlara, siz mi can veriyorsunuz?" diyen...
Toprağa karışan babamız, dedemiz, atalarımız da öyle değiller miydi, bebekken; taze "Elif"ken?...
Daldık yine ummana be Yunus'um... Çaydan söz ediyorduk... Çay olmasa ne yapardık acaba, diye düşünürken, cevap kendiliğinden geldi: Çay olmazsa; her daim hazır ve nazır olan "HAYY" var... Zaten, gönül ne çay ister ne de çayhane; gönül dostu ister, gerisi bahane.... Sen, her baktığın şeyde O'nu görüyordun ("Bir zerrece Hak'tan gayrı gözüm nesne görmez benim"). Sen O'nda yok olmuş(fenafillah), beka'ya(bekabillah) konmuştun; ("Günümüzde, hayattakiler; mezardakilerden daha yalnız olduklarının farkına varamadan mezara giriyorlar."-Abdurrahim Karakoç-) oysa benim halim perişan; dünya curcunası içinde kayboluyorum.
Zulmet sarmış dört yanımı. Kalbim yangında mahpus, gönlümse viran... Arasıra sepeleyen rahmet, kalbimi serinletmeye yetmiyor.
Delik deşik olan gönlümdense, akıp gidiyor içtiğim çay. Yakut rengi çaya dökülen gözyaşlarımla yamamaya çalışıyorum onu.
Ben hepsine dünden razıyım; çay içerken beni yalnız koyma, olur mu?...
Oğul!... Alperen!... Hemen ocağa bir çay koy!...
Evimize, eşi bulunmayan bir misafir gelecek!!!...
Yavrum!... Yunushan!... Derhal dilsiz kavalımı getir!...
Dillilerin söyleyemediklerini o söyleyecek!!!.....