“Hedeflerini yüksek tut ve asla pes etme! Yüce dağlar kendilerine yaklaşıldıkça uzaklaşıyormuş gibi görünürler. Oysa aynı hızla yaklaşmaktadırlar.”(Torlakon öğretisi)
Yaşlı fakat dinç olup da henüz ihtiyarca davranışları gözlenemeyen yabancıların, dünyayı ve ülkemizi gezmeye çıkarak, yüce dağların zirvelerine tırmandıklarına şahit olup durmuşuzdur. Onlara imrenenlerimiz çok olmuş olabilir fakat özenenlerimiz pek yoktur. Çünkü;
İmrenmek: Beğenilen bir kişi veya şeye benzemeyi istemek, gıpta etmek.
Özenmek: Beğendiği şeye benzemeye çalışmak, aynı şeyi veya daha iyisini yapmaya kalkışmak…
Kelimelerin anlamından da çıkarılacağı üzere; imrenişte sadece isteyip geçmek, özenişteyse bir çaba söz konusudur. “Ismarlamayla hacı olunmaz” Atasözümüz de bu durumu özetlemektedir. O yolda bir atım atarak işe koyulmak gerekmektedir. Hz. Ömer’e (R.A) imrenenler onun öykülerini anlata dururlarken, O’na özenenler O’na benzemek için çabalar dururlar…
Ortaokula giderken bir inşaat vardı yolumun üzerinde. Genç işçilerin arasında dedeleri yaşlarında bir de emmi vardı. Gençlerin çalışmaları ‘hasta cavırın angaryaya gidişi gibi’ sallana sallana ve içleri geçmiş bir şekilde olduğu halde, yaşlınınki son derece enerjik ve şevkleydi. Aynı yükleri hoplaya zıplaya hızlıca ve gülerek taşıyor, merdivenleri de ikişer üçer aşıyordu. İşte, dedim. İşte bu emmi gibi olmalıyım. Özenmem gereken örneklerden birini bulmuştum. Bu özentinin verdiği şevk ve azimle, otuz yaşına kadar bir maraton koşucusu olup sonrasındaki çevikliği ve dayanıklılığı da edinebildim. O emmi, örnek davranışıyla bu ülkeye bir Torlakon kazandırmıştı. Torlakon da altıbin kadar torlakoner…
Evet; özentileri ertelemeyip, bir adım atarak işe başlamak gerekiyordu. Oysa hep erteleyip duruyor insanımız:
* Hele bir düzeltelim ekonomik durumu,
* Hayırlısıyla bir iş güç sahibi edelim de çoluk çocuğu,
* Emekliliğe bir erişelim, ondan sonra rahatça istediğimi yapabilirim…
Bunlara daha çokça bahaneler eklenebilir. Fakat sonrasındaki kaçınılmaz âkibetlerden en önemlisi şu olur:
“Kalk gidelim” dese de beyin, “otur oturduğun yerde” diye karşı çıkar beden.
Canlılık, bedenin beyini ikna etmesi üzerine kuruludur. Beynin telkinlerini zamanında değerlendirerek çabalayan beden bir süre sonra beyni ikna eder. İkna olmuş beynin de bedene yaptıramayacağı bir şey yoktur, uçurabilir bile…
Oysa, zaten hareketsizce geçen yılların sonunda gelen emeklilik, bir takım sağlık sorunlarıyla birlikte gelmektedir. Tipik bir örnek verecek olursak:
Herhangi bir sipor veya ağır iş yapmayan ve “Otuz yaşımdan beri hep sabit bir kiloda(80 Kg) kaldım” diyen 60 yaşındaki bir emekli, kaslarının 20 Kg kadarını kaybetmiş ve yağa bürünmüştür. Çünkü; 30 yaşından sonra azalmaya başlayan beden metabolizmasıyla birlikte her yıl kaybedilen 600-700 Gr kasın yerini yağ almıştır. Kollar, bacaklar ve göğüs incelmiş; yağ kitlesinin deri altında ve özellikle karın çevresinde birikmesiyle de ‘armudî’ bir şekil ortaya çıkmıştır. “Zaten gerektiği gibi kullanmıyorsun, ben de bu kasları eritiyorum” diyen beyin, alınıp da kullanılmayan enerjiyi de yağ olarak depolamayı sürdürmektedir. Ve işin daha kötü tarafı da, iç organları sarıp onların işleyişini zorlaştıran yağlardır. Beden beyne kulak vererek kalkıp gitmeye çalışsa bile, “Hoop! Yavaş ol da takımları dağıtma!” sesleri yükselecektir kalpten, karaciğerden, dalaktan, akciğerden, yürüyen aksamlardan…
Yaşlanan ve kısıtlı hareket eden bedenlerdeki kayıplar bu kadarla da bitmez. Beş duyu ile birlikte kemik ve sinir ağları da yıpranmıştır. Etraftan, daha çok saygı ve anlayış bekleyip “Aaah ah! Bizim zamanımızda daha çok sevgi, saygı ve anlayış vardı. Şimdiki gençliğe bakıyoruz da, üüf üf!” diye yakınır dururlar… Oysa hayatın değişmez bir kuralı vardır; gençliğinde, yaşlılara karşı saygı ve yardımda kusur etmeyenler, yaşlandıklarında da kendilerine saygı ve yardımda bulunacak gençlerle karşılaşırlar…
Sırası gelmişken metabolizmadan da iki söz edelim; Vücudun temel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için yakılan enerjiden… Metabolizma, gün içersinde tükettiğimiz gıdaların ve yapmış olduğumuz hareketlerin etkisiyle hızlı veya yavaş çalışmaktadır. Bazal Metabolizma vücudun istirahat halindeyken ne kadar enerji yaktığıdır. Bu da metabolizma hızının %60 kadarına denk gelmektedir. Metabolizma hızı çocuklarda, çalışanlarda, siporcularda ve çok kaslılarda, erkeklerde, ergenlikte, hamilelikte, menopozda, troit bezi fazla çalışanlarda, genetik yatkınlığı olanlarda, ateşli hastalıklarda, sıcakta, protein ve baharat ağırlıklı beslenenlerde, çok su içenlerde(4-5 Lt) ve sık yemek yiyenlerde daha yüksektir… Özellikle kahvaltıyı iyi yapmaya önem verilmeli, öğle yemeği normal, akşam yemeğiyse hafif tutulmalı, yemek sonrası sakince yürüyüş yapabilmeli, kışın soğukta yavaşlayan metabolizmayı hızlandırabilmek için de daha hareketli olunmalıdır. Hızlı metabolizma demek, daha sağlıklı ve yağsız bir beden demektir…
Ülkemizin dağlarında hızlarını alamayıp da başka ülkelere giderek oraların dağlarına tırmanan az sayıdaki gencimiz ve yaşı sekseni aşmış maratoncu istisna dedelerimiz de var bir parça sevinebileceğimiz. Fakat insanımızın büyük çoğunluğu, komşu köy veya ilçesini bile doğru dürüst gidip görememiş(Bu durum, beden sağlığının yanında hafızayı da önemli ölçüde zayıf bırakmaktadır)…
Bir başka dert ise ihanet, nankörlük ve terör nedeniyle yaşanan veya yaşanamayanlar. Birkaç istisna mıntıka dışında kalan vatan topraklarımızın tamamını gezip incelemek nasip oldu. Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde dolaşırken (Amerikalı sanmaları nedeniyle) oldukça rahattım ve hep güleryüzle karşılanıyordum. Türk olduğum açık edilince de tılsım bozuldu ve suratlar da birden asıklaştı. Kalender ve misafirperver korucularımızın evlerinde çok kaldım… Bir Güneydoğulu yurttaşımız çıkıp gelerek Batı Anadolu’nun dağlarında rahatça çadırını kurup keyfine bakabilir ve kimse de onu rahatsız etmez. Oysa, Denizli’li mühendisimiz, öğretmen eşini ziyaret etmek için Hakkari’ye geldiğinde “Defolup gidin buradan!” denilerek sokak ortasında vurulup katledilmiştir. Bereket versin ki, yüce yaratılışlı Türk insanı “Sizler de buralardan defolup gidin!” diyerek karşılık vermiyor, onların seviyesine inmiyor… Umut verici bir gelişme ise, yeni yeni oluşmaya başlayan sağlıklı beslenme ve hareketli hayat bilinci…
Öte yandan, günübirlik;
* Kumar oynamak için Kıbrıs’a,
* Akşam yemeği yemek için Paris’e,
* Sabah namazı kılmak için Mekke’ye,
* Zamparalık yapmak için bilmem nereye gidenler de var.
O tür istisnalar beni ırgalamıyor “Peşinden koşturur beyin, derdini çektiği şeyin” der geçerim, fakat; yoksulluktan dolayı evine bir şey götüremediğinin utancı ve mahçubiyetiyle, bedeni evine doğru yaklaşırken, ayakları da geri geri giden babaların kahırları beni pek ırgalar, beynimi de tırmalar durur… Herhangi bir değer üretme derdinde olmayıp da, elindeki sigarayla salâvat getirip durarak cennete ve hurilere kavuşmayı umup duranlara tahammülüm de çok zordur. İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır buyuruyor iki cihan güneşi(A.S.V). İnsanlara, doğaya, börtü böceğe nasıl faydalı olabilirim derdiyle kendimi sorgular ve çabalar dururum…
Hızır’a(A.S.) özenenlerden olmak dileğiyle, esen kalsın kavim kardaş…
(Filozof Torlakon)