***BİTKİLER BİZİ BİLİR (Telepati)***
“Zihinlerini yeterince yoğunlaştırabilenler, bazı cansız nesnelere de irade yükleyebilirler.”(Torlakon öğretisi) Bu öğretiyi doğrulayan örneklendirmeleri, insan, hayvan, bitki ve cansız varlıkların iradeleri arasındaki farklılıkları bir başka yazıya konu edeceğim. Bu yazımızın konu örneklendirmeleri sadece “canlı” nesnelerle ilgili…
Dostlarımdan biri şöyle sordu:
--- Babamızın ölümünden sonra içine kapanan ve çoğunlukla yalnız yaşadığı evinde saksıda yetiştirdiği çiçekleriyle teselli bulmaya çalışan annemizi kaybedişimizin ardından, ondan geriye canlı yadigârlar gibi kalan çiçeklerine özenle bakmaya çalışmamıza rağmen gün be gün solup gitmelerine engel olamadık. Hiç susuz filan da bırakmadığımıza göre niçin kurumuş olabilirler ki?
Yanıtım şöyle oldu:
*** Evet, siz onları hiç susuz bırakmadınız fakat, annenizin verdiği sevgiyi de veremediniz. Sizler onları ‘çiçek’ olarak değerlendirdiniz. Oysa anneniz ‘insan’ gibi değerlendiriyor ve her birine sevdiklerinin, senin ve kardeşlerinin isimleriyle hitap ediyor, sevip okşuyordu. Bulundukları ortamın ısı, ışık, nem ve havası sağlıklı kalmalarına pek uygun olmasa da, onlar, annenizin sevgisinden, ilgisinden ve kokusundan direnç kazanarak hayata tutunuyorlardı…
Türkçe karşılığı “uzaduyum” demek olan telepati, insan, hayvan, cin ve bitkiler arasında günlük hayatta sıklıkla gerçekleşen bir zihinsel bağlantıdır. Amaca yoğunlaşmakla geliştirilebilir ve aradaki uzaklığın değişikliği de sonucu değiştirmez… Bitki ve hayvanlar, insanları “dost, düşman ve sakıncalı” olmak üzere üçe ayırırlar.
İnsan, hayvan veya hastalık yapıcı mikroorganizmaların saldırısına uğrayan bitkiler, başlarına gelen kötü durumun niteliklerini belirleyerek kimyalarını ve yoğunluklarını değiştirip önlem almaya, çevrelerindeki bitkileri de kimyasal ve titreşimsel olarak uyarmaya çalışırlar “Biz yandık sizler de yanmayın” diye… Ormanı kesenle koruyanı birbirinden iyi ayırırlar. Ya dostsunuzdur, ya düşman veya sakıncalı bir Âdemoğlu…
Yıllarca aynı yastığa baş koyan eşlerde olduğu gibi, bilgi, birikim ve hayat deneyimleri birbirine çok yakın olan insanlarda telepatik algılamalar çokça görülür. O anki durumu değerlendirmeye yönelik olarak eşlerden birinin verdiği tepki önce zihninde oluşup dalga şeklinde yayılır ve ardından dile dökülür. Sözden önce dalgayı algılamış olan diğer eş de der ki “Ben de aynı şeyi düşünmüştüm, sen söyledin”. Kimi zaman da düşünen değil, dalgayı algılayan söze döker. İlk düşünen isteksizlikten dolayı söylemeyi ertelemiş veya diğerine söyletmek istemiştir. Sizler de deneyip görebilirsiniz. Bir iki denemede başarısız olmanız yeteneksiz olduğunuzu göstermez. Unutmayın! Otuz metre yüksekteki ipin üstünde taklalar atan canbaz, o seviyeye gelinceye kadar nice tekrarlar yaptı, düştü, şaştı fakat pes etmedi. Her yolculuk tek bir adımla başladığı gibi, o da ilk adımını yere serdiği bir ipin üstünde attı…
Deneysel olarak düşünülen bir şeyin telepatik algılanma başarı oranı; ortamın rahatlığına ve sessizliğine, algılayıcının da huzurlu ve sağlıklı oluşuna göre değişir. Günlük yaşantıda ise algılamayı sağlayan en önemli etken düşkünlük ve bağlılık derecesidir. Çünkü; meşgûl zihinler, sevgiliden gelen çağrılara daima öncelik tanırlar…
Haydi, siz de uzaktaki en sevdiğinize zihninizi yoğunlaştırarak ve tekrar tekrar “Beni cepten hemen arar mısın? Benim kontörüm yok!” diye düşünün. Eğer aranırsanız, başardınız demektir. Yok öyle değil de, zihninize “Toplantıdayım” veya “Mutfaktayım ellerim yağlı” ya da “Tuvaletten çıkayım hemen arayacağım” şeklinde dalgalar geliyorsa, daha da başardınız demek oluyor. Çünkü, hem okuttunuz, hem de okudunuz. Yani telepati tamam oldu…:-))…
Zihinleri bizler gibi çok fazla ve çoğu da gereksiz şeylerle meşgûl olmayıp sade bir yaşam sürdüren Avustralya Aborjinlerinin eskiden beri telepatik olarak haberleştikleri bilinir. Onlarca kilometre uzakta bulunan avcı, avladığı kangurunun çok iri olduğunu ve bütün olarak getirebilmesinin uzun zaman alacağını zihinsel olarak kabilesine bildirerek ne yapması gerektiğini sorar ve yanıtını da zihinsel olarak alır… Benzer bilgi ve kültür birikiminin etkisiyle birlikte telepatideki en dikkât çekici husus; zihinden yayılan dalgaların herhangi bir dili olmadığıdır. Yani; karşınıza çıkan ve dilinden de hiç anlamadığınız bir ilkel kişinin bile zihninden yayılanları ‘nesnel olarak bilmedikleriniz askıda kalmak kaydıyla’ tercümesiz anlayabilirsiniz. Örneğin; hayatında hiç uçak görmemiş bir ilkel yerlinin yanında uçakla gitmeyi düşünüp duran bir kişinin zihninden yayılan dalgalar, yerli tarafından ‘fırlatılmış ok üzerinde veya kartal sırtında yolculuk ediliyormuş’ gibi algılanabilir…
Dumanlı ve kirli ortamlardan hep uzak durmaya çalıştığım gibi, kahvehane oyunlarından da hiç anlamam, anlamayı da istemem. Köy çevresindeki kırlık alanlarda Geven mantarı(Pleurotus eryngii var.) araştırmaya giderken peşime takılan bir ahbap “Cebimde bir domino taşı kalmış, bakalım tahmin edebilecek misin?” diye sorduğunda “Sen sayılara yoğunlaşarak düşün, ben de senin zihninden geçenleri algılamaya çalışayım” dedim ve söyledim;
--- 2 var mı?
- Var.
--- 4 var mı?
-- (Gülerek) O da var…
Başarmış olduğum için ben de gülümsüyorum… Burada söz konusu olan, zihinden geçenleri ‘okuyabilme’ydi. Bunun ‘okutabilme’ konusundaki bir örneği ise şöyle:
Sınıfımdaki otuz kadar öğrencimle bir deneme yaptım. Gözlerini kapatıp derin derin nefes almalarını söyledim. Onlar nefes alıp verirken de avucuma 84 yazdım ve bir sayı düşünmelerini istedim. Bu arada da zihnimden sürekli olarak 84 yazmalarını pompalayıp duruyorum. Gözlerini açıp da düşündükleri sayıyı yazmalarını istediğimde sonuç şu olmuştu: bir öğrenci 8, bir öğrenci 4, sınıfın geri kalanı da 84… Demek ki o iki öğrencime yeterince nefes aldırıp yoğunlaştıramamışım…:-((…
Hayvanları ve bitkileri zihnen etkilemek ise çok daha kolaydır. Çünkü onlar için sadece; besin bulma, güven içinde olma ve hayatta kalıp neslini sürdürme kaygısı söz konusudur. Âdemoğullarında ise kaygı üstüne kaygı; geçim derdi, sağlık endişesi, ekonomik dalgalanmalar, siyasi çalkantılar, onun dediği bunun düdüğü, ana muhalefetin ‘yan cebime koy’ demesi, yavru muhalefetin hariçten gazel okuması, piç muhalefetin mayın döşemesi… Zihinler çoğu zaman zaten işgâl altındadır ve farkında olunmadan ömürler törpülenip durarak tüketiliyor, nasıl geçtiği anlaşılamayan yıllarla birlikte hayat da yaşantı olmaktan çıkıyordur…
Vahşi hayvan bakıcılarının bir sözü vardır: “Aklımızdan bir an bile ‘acaba bir şey yaparlar mı?’ diye bir düşünce geçse, işte o anda saldırıp parçalarlar”. Evet, en vahşi hayvanlarla bile dostluk kurulabilir, nankörlük etmezler fakat güvensizliği de hiç affetmezler. Bir kadın, yavruyken aldığı aslanı besleyip büyüttükten sonra hayvanat bahçesine teslim eder. Ziyaretine gidip de kafesin korkuluklarına yanaşınca, aslanın ayağa kalkarak ona sevgi ve özlemle sarılması görülmeye değerdir. Bir başka örnekte de; yavruluktan itibaren tanıyıp besledikleri aslanları Afrika’daki vahşi ortamında ziyaret eden hayvanseverler, onlara dostça ve hiçbir endişe taşımadan yaklaştıkları için hiçbir zarar görmeden kucaklaşıp güreş tutarlar. Olayın püf noktası, zihinden yayılan dostluk ve sevgi çağrılarının hayvanlar tarafından okunmasıdır. Korku veya endişe dalgaları yaysalardı halleri perişandı…
Geçen yıl çevredeki ormanlık alanda doğa incelemesi yaparken uzun otların bulunduğu bir yerde ayakta durup bana doğru bakan bir köpek gördüm. “Hayırdır ne işin vardı buralarda?” diye soruyordum ki, onun bulunduğu yerde yatmakta olan bir sürü köpek varmış. Kafalarını yerden kaldırıp üzerime doğru hışım ve havlayışla koşuşturmaya başladılar. Ağaca filan çıkmayı hiç düşünmedim. Kollarımın gücüne güvenerek onlarla boğuşmayı göze almak da hiç sağlıklı olmazdı. Çünkü, bir değil, beş değil, on değildi. O kargaşada yirmisekiz tanesini sayabilmiştim. Memleketin bütün köpekleri oraya toplanmıştı sanki… Her zaman yaptığım gibi olayı zihnimle çözmeye karar verdim. “Ben sizlere düşman değil, dostum! Siz bana düşmanlık etmek isterseniz eğer, hanginizi elime geçirirsem ikiye böleceğim!” diye düşünerek ve hiç tereddütsüz bir kararlılıkla üzerlerine koşturdum (Bunu sizler sakın uygulamaya kalkmayın çünkü ben çok iri bir köpeğin rahatlıkla boynunu veya belini kırabilirim). Zihnimden geçenleri iyi okumuşlardı. Saldırgan tavırları birden değişti ve hırslı havlayışları da cılızlaşarak, kuyruklarını da altlarına alarak kaçışıp uzaklaştılar…
Çomar adlı köpeğimizin kırlarda gezinmesini öğretmenlik yaptığım okulun bahçesinden izliyordum. Tahminen 400 metre ötedeydi ve beni görmesi de mümkün değildi. Orada durmasını zihnen istediğimde durup bu yana bakıyordu. Dalgaların yönünü algıladığı için bakıyor ve görmeye çalışıyor fakat duvar arkasında gizlendiğim için göremiyordu. Bulunduğu yerde yatmasını düşündüğümde de yatıp beklemede kalıyordu…
Kışın aç kalan kuşlar uğruyor bizim gölete. Bir iki yemlemeden sonra tanış oluyoruz. Beni uzaktan görür görmez hemen kıyıya doğru yanaşıyorlar. Bir zaman sonra yine de tanıyabiliyorlar mı acaba diye yüzümü saklıyorum, yiyecekleri gizliyorum, kıyafetimi ve yürüyüşümü değiştiriyorum, fakat değişen bir şey olmuyor. Çünkü beynimi değiştirmiyorum ve zihnimden de aynı dalgalar yayıldığı için beni ele veriyor…
11.000 metre yüksekte ve bir uçağın içindeyim. Baktım ki kuyruk kısmındaki en son pencere kenarı koltuk boş kalmış, görevliden izin isteyip oraya geçtim, etrafı daha iyi görebileyim diye. Bu arada hafif manevralar yaparken kanatçıklarını oynatan uçağın bazı kablo veya bağlantıları gözüküyor. Uçakta 200’e yakın yolcu var ve ben o kablolara bakmaktan çekiniyor ve gözümü başka yerlere kaydırıyorum. Olayın bu bölümü, konumuzun en başında değindiğimiz “cansız” nesneler kısmına giriyor. Bakışlarımla sakatlama iddiasında falan değilim fakat yine de ‘uçağın arka tekerlekleri yere değene kadar’ aman diyeyim…:-))…
Olayın cinlerle ilgili kısmı ise çok karmaşık, sinir bozucu ve oldukça da tehlikeli… Bu konuda bir hayli tecrübe edindim fakat, akılları bulandırmamak, konuyu daha fazla uzatmamak ve kısa keserek yanlış da anlaşılmamak için girmek istemiyorum. Belki ilerde uygun havayı yakalarsam konu edebilirim. Sadece şu kadarını söyleyebilirim; onları zihnen etkilemeyi veya kullanmayı hiç düşünmediğim gibi, uzun süre etki altında tutulan ben oldum ve zihnimi rahatça arındırabilmek için de dağa çıkmak zorunda kaldım…:-(…
Bazı bitkiler dokunulduğunda hemen tepki verip büzüşürler. Bu durum halk dilinde “küsme” olarak nitelendirilir. Birçoğunda ise bu tepki zamana yayılır ve gözle görülemeyip ancak kimyasal incelemeler veya elektiriksel bağlantılarla izlenebilir… Gövdesine balta inen, hayvanlar tarafından kemirilmek istenen veya ateşle yaklaşılan ağaçlar büzüşür ve bir çocuğun yanan sobadan kendini sakındığı gibi geri durmaya çalışırlar…
Bütün canlıların sudan yaratıldığı bilinir ve görülür. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve hattâ yerkabuğundaki cansız kayaları oluşturan taşların büyük bölümü su(taşsuyu) içerir. Suyun iradesi ve canlı gibi davranışlar sergilediği de deneysel olarak izlenebilmektedir. Güzel sözler ve dualar eşliğinde çok mükemmel kristallenmeler oluşturan sular, çirkin sözler ve kötü düşüncelere muhatap olunca da bozuk şekilli kristallenmektedir. Dolayısıyla; saksılarımızdaki çiçeklerin içerdiği su miktarı %90’ın üzerindedir. Onlara güzel sözlerle ve düşüncelerle yaklaşıp gülümsersek sevinir, çirkin söz veya asık suratlarla yaklaştığımızda da üzülürler…
Zihinsel etkileşmede konunun özü:
Daha dinç ve uyanık olanlar daha güçlü dalga yayarlar. Güçlü dalgalar zayıf olanları söndürür ve etki altına alırlar. Eğer iş geliştirilir ve rezonansa dönüştürülerek kükretilebilirse, işte o zaman, cansız nesneler bile kalkıp yürürler…
Diyeceğim o ki; çiçekler de bizi bilirler ve biz üzülürsek onlar da üzülürler…
“Çoçuklara kanat gerin ezilmesinler, çiçeklere gülümseyin üzülmesinler.”(Torlakon öğretisi)