***KURŞUNUN SORGUSU***
*Kanun Kurşun’a sordu;
Niçin vurdun?
*Ben vurmadım, dedi Kurşun. Manyak mıyım ki durduk yerde birine vurayım! Beni iten Barut’tadır kabahât!
*Barut hemen atıldı;
Kapsül beni ateşlemeseydi, ben hiçbir şey yapamazdım! Onu sorgulayın!
*Sözü hemen kaptı Kapsül;
Peki bana çarpıp kıvılcım çıkarmama neden olan İğne’ye ne demeli?!.
*Hoop hooop, dedi İğne;
Benim arkama vuran Horoz’dan haberiniz var mı?!
*Horoz da hiç durur mu;
Tetik ayağımı kaydırınca, başımı İğne’ye çarpmak zorunda kaldım!.
*Beni bir parmak çekti, dedi Tetik. Bana dokunan olmasaydı, hiç kimsenin ayağını filan kaydıramazdım!
*Suçlamanın kendisine uzandığını anlayan İşaret Parmağı hemen savunmaya geçti;
Kesinlikle tek başıma değildim, isterseniz Kabza’ya sorabilirsiniz!
*Evet, diye destekledi Kabza; dördü beni tutarken, beşincisi tetiği çekmişti!
*Suçun üzerlerine yıkılmakta olduğunu sezen Dört Parmak hep birlikte;
Buraya kadar söylenenler doğru elbette fakat, asıl suçlu da biz değiliz! Bizi kullanan İrâde’dir, dediler.
*Bütün gözler İrâde’nin üzerine yoğunlaşmıştı ki;
Bana niye öyle suçluymuşum gibi bakıyorsunuz?! Kendimde değildim! Kendimde olmadığım için de cezâi ehliyetim olmamalıdır, diye kendini savundu…
*Peki neredeydin öyleyse, diye sordu Kanun.
*Nerede olduğumu da hatırlayamıyorum, diye dayılandı İrâde…
*O onu itti, beriki diğerini tepti; Namlu Kurşun’u, Kabza Namlu’yu yönlendirdi; en arkaya kalanı kullanan İrâde de ortadan sıvışmış… Bu durumdan acayip bir şekilde bunalan, terleyen ve çuvallayan Kanun, olayın tek görgü tanığı durumundaki Deli Hüsam’a yöneldi;
Sen söyle bâri Hüsam bey!
(Vay be! Bugüne kadar hep “Deli Hüsam”dık; en nihayet “Hüsam Bey” olmak da nasip oldu, diye mırıldandı Deli Hüsam.)
Hüsam Bey! Ne sorduğumu anladın mı?
*Anlamayacak ne var bunda, dedi Deli Hüsam; İrâde’nin olay anında nereye gitmiş olabileceğini soruyorsunuz. Sizin nazarınızda benim tanıklığımın zaten bağlayıcılığı yok. Adı üstünde “deli”yim. Ne söylesem havada kalır. Sorunuzun cevabını daha oturaklı alabilmeniz için, memleketimizin yarım akıllısı olan Filozof Torlakon’u önerebilirim…
*Derhal bulunup getirilsin öyleyse, diye buyurdu Kanun.
*Bulunulup getirilen Torlakon kısaca özetledi İrâde’nin nerede olduğunu:
İrâde ve İrâdecikler bizim uzağımızda değil, üstelik, bizleri kuşatmış haldedirler.
“Hayat denilen şey, irâdelerin mücâdelesinden ibarettir. Barış ortamında yarışan irâdeler, savaş ortamında kapışırlar.”(Torlakon öğretisi)
Büyük İrâde bir tektir ve Tanrı’nın İrâdesidir.
İrâdecikler ise üç tanedir: Öz(Yerli) İrâde, Ismarlama(İthal) İrâde ve Dayatma(İşgâl) İrâde…
Öz İrâde reddedilirse, yerine Ismallama, hemen ardından da Dayatma İrâde gelir.
Reddedilerek, dışlanarak, garip edilerek eli kolu bağlanıp boynu bükülen Öz İrâde, birlikte hareket eden Ismarlama ve Dayatma’nın insafına terk edilmiştir.
Sözde hayatta olup da özde varlığını hissettiremeyen Öz İrâde’nin yokluğu, her sorunda, “NEDEN?” sorusuna net bir yanıtın alınamayışı ve çözüm de bulunamayışıyla anlaşılır.
Bilenler ya söyleyemezler, ya da seslerini duyuramazlar veya söylemek istemezler. Bilmeyen veya yanlış bilgi vermek isteyen her kafadan ise cayırtılar yükselir, ağzı olan konuşur durur…
Ve böylelikle de;
Vurulanlar kim vurduya, sorulanlar da gümbürtüye gitmiş olur…
Hak haktan yanadır fakat Hakkın İrâdesi, hâkim irâdeden yanadır.
İşte onun için de;
“Aklını güzelce kullanmayanların üzerine pislik yağdırırız.” buyurulmuştur…
Hâkim İrâde; aklını en güzel kullanan, azmi ve çabayı elden bırakmayan, birlikte hareket eden, bilgiyi en önde göğüsleyip de derhal hayata geçirenlerin irâdesidir.
“En kötü gurbet, ilimden uzak kalmaktır. İlim ipini en önde göğüsleyenler, geride kalanların efendisi olurlar.”(Torlakon öğretisi)
“Zihinleri işgâl edilmiş olanlar, düşmanlarının istediği şekilde düşünür ve davranırlar. Bencillik hâkim olur ve herkes her türlü fedakârlığı başkasından bekler. Fedakârlık sahipsiz kalınca da, vatan ve insanlıktan eser kalmaz. ‘Titre ve kendine dön!’ demek, zihnini işgâlden kurtar demektir.”(Filozof Torlakon)