***SESSİZ SUİKÂSTLER***
Hayır hayır! Susturuculu silahlarla filan ilgili değil konumuz! Daha da sessiz olanlarından söz edeceğiz. Kimyasal maddelerle yapılan tıbbî suikâstlerden… Ağız, burun, damar ve deri yoluyla işlenen cinayetlerden… Geride fazla iz bırakmayanlardan…
Bu maddeler doğrudan(aktif) veya dolaylı(pasif) saldırılarla hedefe ulaştırılır. Doğrudan olan saldırılar “el altında” ve “göz altında” olanlara yapılmak üzere ikiye ayrılır. El altında yapılanlara örnek olarak; Türk Tarihinin uçlarından üçünü (Atilla-Fatih-Atatürk) verebiliriz…
Atilla (D.395-Ö.453)
Avrupalıların dilinde “Tanrının Kırbacı” diye pelesenk olan ve tarihte de böyle nam salan Atilla, son evliliğini yaptığı gece âniden ölür. Ağzından ve burnundan bolca kan boşalarak ölmüştür. Böyle bir durum, çok güçlü bir zehir verilerek iç organlarının parçalanması sonucu öldürüldüğü anlamına gelmektedir. Böylelikle; devamlı olarak diken üstünde durup titreyen Doğu ve Batı Roma İmparatorlukları “TANRININ KIRBACI KIRILDI” diye derin bir oh çekerler… Zehirlemeye aracılık edenin ise, son karısı mı yoksa yakın çevresinden bir satılmış mı olduğu belirsizdir… O günün şartlarında böyle bir zehirlemenin nasıl yapılmış olabileceği konusuna ise, eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmeme gerekçesiyle girmeyelim…
“Bilgiyi paylaşmadaki yegâne korkum; iyilerin ilgisizliklerine karşın, kötülerin o bilgiyi derhal kullanmaya kalkışmalarıdır.”(Filozof Torlakon)
Fatih Sultan Mehmed (D.1432- Ö.1481)
Atası Atilla'dan tam bin yıl sonra(1453) Doğu Roma(Bizans) İmparatorluğunu ortadan kaldırarak, tarihe “Çağ Kapatıp Çağ Açan Han” diye geçen Fatih Sultan Mehmed, Batı Roma’yı da ortadan kaldırmak için düştüğü yolda, özel doktorlarından olan Venedikli Yahudi Maestro Lacopo(Yakup Paşa) tarafından bir şerbetle başlatılıp kademe kademe zehirlenerek öldürülür… Bilmem kaç at çatlatılarak muştu yetiştirilir Roma’ya. Büyük haberi alan Papa tüm kiliselerin çanlarını üç gün üç gece boyunca çaldırtır “KOCA KARTAL ÖLDÜ” diye. Sevinçten dört köşe olup bayram eder haçlı dünyası…
Mustafa Kemal ATATÜRK (D.1881- Ö.1938)
Parçalanıp dağılan bir imparatorluğun ardından istilaya uğrayan Milletinin bir kez daha “Ergenekon”dan çıkmasına öncülük eden Atatürk’ü “Bozkurt” diye anan yabancı ülkeler veya özgürlüğe susamış olanlar, bu yakıştırmayı gâyet isabetli yapmışlardır. Birkaç yıl daha yaşayabilseydi, ülkesini süper güç yapacağı apaçık belliydi. “Beni Türk hekimlerine emânet ediniz!” diye uyarmış fakat O’nun ölümü de diğer iki atasından farksız olmuştur. “KOCA KURT ÖLMÜŞ”, sağlığındayken ülkeyi İngiliz veya Amerikan mandası yapamayanların önü açılmıştır… Ayrıca; günümüzün çapsızları da “Bu ülkede istiklâl savaşı yapılmamıştır, Atatürk de bir kukladır” diye ona sataşıp, Türk Milletine de nankörlük yaparak, kendilerine çap edinme derdindedirler. Bir avuç çapulcunun hakkından otuz yılda gelemeyerek, ülkeyi iç savaşın eşiğine getirenler, Atatürk’ün mücâdele verdiği şartlarda kendileri olsalardı ne halt edebilirlerdi acaba?!... Bunların dindar geçinmeleri de ayrı bir derttir. Oysa; Müslümana veya erdemli kişiye yakışan, yanlışları araştırıp tahkir etmek değil, yararları araştırıp takdir etmektir. Şurası da kesinlikle akıldan çıkarılmamalıdır ki;
“Nankörlük hainliğin küçüğüdür; nankör büyüyünce hain olur.“(Filozof Torlakon)
Yalan ile îman bir arada bulunmaz da, ihanet ile İslâm nasıl bulunur?...
***
Dikkât edilecek olursa; her üç Türk Önderinin ölümleri de tartışmalıdır. Öyle miydi, değil miydi şüphesiyle birlikte tarihin sessizliğine doğru sürüklenip giderler. E, adı üstünde bunlar sessiz suikâstler…
Doğrudan yapılan saldırılardan olup da “göz altında” takiptekilere yönelik olanlar ise çeşitli aktarma unsurları kullanılarak gerçekleştirilir. Bu unsurlar da elde, ayakta veya taşınan çeşitli eşyalarda gizlenmiş olabilir…
Dolaylı(pasif) saldırı yöntemlerindeyse, hedefteki kişinin eli veya cildiyle temas ettiği her türlü cisim veya yüzeyler aracı yapılır. Güncel sayılabilecek bir örnek sunalım:
Birçok ülkede devletimizi temsil etmiş olan bir emekli büyükelçimiz ile yan yana yolculuk ediyoruz. İnsanları konuşturup deneyimlerinden yararlanma sevdasından bir türlü vazgeçemediğim için, onu da çeşitli sorularla sohbete çektim. Bir kişinin ne kadar zekî veya deneyimli olduğunu, aptal ayaklarına yatmıyorsa eğer, sorduğu soruların niteliğinden anlayabiliriz. O emmim de bende ne gördüyse, sorularımın bir yerinde “Bunların cevabını verecek konumda değilim fakat, eğer bu ülkenin başbakanı olsaydım, seni kesinlikle içişleri bakanı yapardım.” deyip noktayı koydu. O öyle düşünmüş olsa da ben ‘bakan’ olmayı değil, ‘gören ve gerekeni yapan’ olmayı isterdim. Ortalık bakandan geçilmiyor zaten! Bak babam bak, nereye kadar?!... Toplumun çoğunluğu da en öndeki koyuna bakarak yön belirliyorsa eğer, yandı gülüm keten helva!...
Sohbetimizin bir yerinde anlattığı olaya gelince…
O vakitler bulunduğu şehrin bir hastanesindeki şüpheli durum polise intikâl eder. Hiçbir kâlbî rahatsızlığı olmayan genç bir adam kâlpten ölmüştür. Onun o günkü bütün etkinlikleri araştırılıp inceleme altına alınır, kamera kayıtları gözden geçirilir… Etkinlikleri arasında bir bankadaki işlem durumu da vardır. Onunla birlikte aynı bankada işlem yapmış olanlar da araştırılıp bulunur. Anlaşılır ki; aynı şekilde ölmüş olan 8-9 kişi daha vardır. Ölümler ise gece yarısından sonra ve uykudayken olmuştur. Buradaki dikkât çekici nokta; ölenlerin, öğle sonrası bir saatten sonra işlem yaptıranlar olduğudur. O saatin öncesinde olanlara bakıldığında ise; bir ülkenin elçilik görevlisi tam da işlem yaptırmak üzereyken, hızla önüne geçip de banka görevlisine bilgi danışan bir şahıs, herhangi bir işlem yaptırmadan çıkıp gitmiştir. Elçilik görevlisi olan şahıs ise, o anda gelen bir telefonla, banka işleminden vazgeçmiş ve hızla oradan uzaklaşmıştır… Elçilik görevlisinin önüne geçerek bilgi danışan şahsın görüntüleri yakın incelemeye alınır:
* Ceketinin dirsek kısımlarında yama vardır,
* Bir kolunun dirseğini masaya sürer ve kimyayı bulaştırır,
* Diğer kolunu sürmez (Bu durum, eğer hedeftekine sabah saatlerinde erişilirse kullanılacaktır çünkü ‘zaman ayarlı’ olarak hazırlanmıştır),
* Hedeftekinin gece yarısından sonra ve uyuma vaktinde ölmesi tasarlanarak, muhtemel bir müdahâleye fırsat vermemek istenmiştir…
* Sonuç îtibariyle, suçlu anlaşılıp aranmaya çıkılmış fakat o çoktan birkaç ülkeye giriş çıkış yaparak izini kaybettirmiştir.
* Olan ise, acemi bir ajanın kör kurşunlarıyla uykuda dünyalarını değiştirenlere olmuştur…
Bu şekilde kalbi etkileyerek ölüme götürenlerden daha da kötüsü, beyni etkileyerek çeneyi düşüren kimyalardır. Bir ajan veya kilit görevlerde bulunan bir kişinin çenesi düşecek olursa eğer, onu tedavülden kaldırmak da kendi devletine veya arkadaşlarına düşecektir…
Ha! Bu arada; ülkemize çağ atlatmaya çalışırken âni bir şekilde aramızdan ayrılan eski Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal’ın ölümünden önceki son etkinliği neydi? Kondüsyon âletinde çalışması mıydı? Hmmm… O âlette elinin temas ettiği yerlerde herhangi bir kimyasal araştırması da yapılmış mıydı acaba?... Yoksa;
Şişe düştü kırıldı, kan örneği buhar oldu,
Saç kılı uçtu, havalarda savruldu,
Kondüsyon âleti de yandı bitti kül mü oldu?...
***
Birkaç tavsiye:
* Özellikle işi gereği çok değişik ortamlarda bulunmaları veya seyahat edip durmaları gerekenler ameliyat eldiveniyle dolaşabilirler. Böylelikle çevrelerinde kuşku oluşturabilirlerse de, sağlıklı olmak, başkalarının kuşku duymalarından çok daha önemlidir!
* Yemek öncesi ve sonrası elleri yıykamak, buna riayet etmeyenlerle de tokalaşmamak. Kirli olanların vücut dirençleri genellikle daha yüksektir; onları hiç rahatsız etmeyen şeyler sizleri yatağa düşürebilir!
* Tokalaşma yoluyla da zehirleme veya başka rahatsızlıklar oluşturulabilir; karşınızdaki şahıs tedbirli olduğu için zarar görmeyebilir fakat siz en azından kör olabilirsiniz!
* Toplu taşım araçlarında veya toplumun ortak kullandığı yerlerde çok mecbur kalmadıkça özellikle kaygan yüzeylere(metal, plastik, cam vs) dokunmayınız!
* Sık sık ellerinizi yıykayınız veya susuz ortamlarda yumuşak toprağa sürüp oğunuz. Islak mendil kullanımı da bir ölçüde yararlı olabilir!
* Para sayarken veya okuma sayfalarını çevirirken parmağınızı dilinizde ıslatma alışkanlığınız varsa kesinlikle terk ediniz!
* Özellikle küçük çocukların ellerini, herkesin dokunduğu yerlerden koruyunuz. Onlar bilmezler; parmaklarını bir anda ağızlarına veya gözlerine sürerek zehirlenebilir, kör olabilirler!…
* Bu yazı kısa tutulmak için özetin özeti niteliğindedir. Alttaki bağlantı ziyaret edilip yorum yapılabilir, soru sorulabilir.
Hayırlı çalışmalarınızda zirve başarı dileklerimle,
Selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
ESEN KALINIZ…
TÜRK FİLOZOF TORLAKON
(TORLAKON; "Türk Savunma Sanatı{ ÇAKIRPENÇE } ve Hayat Felsefesi, Tabuların Yakıldığı Akıl Ocağı, İnsanlığa ve Gerçeğe Açılan Pencere, Batı Toroslar'dan Yükselen Işık, Gürleyen Ses ve Anadolu Türk Ruhu'nun Yeniden Şahlanışı"dır.)
ERGENEKON VADİSİ’nden sel gibi çıktık!
MALAZGİRT OVASI’ndan kasırga gibi girdik!
TORLAKON YAYLASI’ndan yıldırım gibi gürleriz!!!...
"BEN VE MİLLETİM TANRI'NIN KIRBACIYIZ. TANRI KENDİ YOLUNDAN ÇIKANLARI CEZALANDIRMAK İÇİN BİZİ GÖNDERİR."
( Türk İmparator ATİLLA )
"BU MEMLEKET TARİHTE TÜRK'TÜ, HÂLDE TÜRK'TÜR VE EBEDİYEN TÜRK OLARAK YAŞAYACAKTIR."
"HAYATTA YEGÂNE VARLIĞIM VE SERVETİM, TÜRK OLARAK DOĞMAMDIR."
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!"
( MUSTAFA KEMAL ATATÜRK )
*** Türkistan'da TONYUKUK, Türkiye'de TORLAKON ***