ARDUÇ – ARDIÇ
(Arda Kalan, Geriye Kalan, Arkaya Kalan Uç)
Doğadaki cansız uçlar genellikle aşındırıcı etkenlere karşı dirençli olan kuvarsit, granit gibi silisli kayalardır. Çünkü bu kayalar, en sert madde olan elmasın 10 olarak değerlendirildiği sertlik ölçeğine göre, 7 olan dereceleriyle, 4 derecede bulunan demirden çok daha serttirler. Yaygınlıklarının bir başka nedeni de, silisyumun, yerkabuğunda en çok bulunan oksijenden sonraki ikinci madde oluşudur…
Doğadaki canlı uçlar ise genellikle ardıçlardan oluşmaktadır. Sevilen kimselerin mezar başlarında binlerce yıl canlı ve yeşil olarak bekleyip anıtlaşan ardıçlar… Kuruduğu(öldüğü) halde bile yüzlerce yıl dimdik ayakta durabilen ardıçlar… Harap olup antikleşmiş bir yerleşim yerinde “Ben buradayım!” der gibi duran ve oradaki evin ortadireği veya damının kirişleri olan ardıç kütükler… Gömüleli binlerce yıl olduğu için, kemiklerden bile eser kalmadığı halde, mezarı hiç çürümeden korumaya devam eden ardıç mertekler…
Dünyada 70 kadar türü görülen ve daha çok da kuzey yarıkürede yayılış gösteren Ardıç(Juniperus- sağlam, dayanıklı, dirençli) ağacının, ülkemizde 8 türü bulunmaktadır:
Âdi ardıç (Juniperus communis)
Andız ardıcı- Enek ardıcı (J. Drupacea)
Bodur ardıç- Cüce ardıç (J. Nana)
Boylu ardıç- Yüksek ardıç- Kaba ardıç (J. Excelsa)
Finike ardıcı- Fenike ardıcı (J. Phoenicea)
Katran ardıcı (J. Oxycedrus)
Kokar ardıç- Kara ardıç- Yağ ardıcı (J. Foetidissima)
Sabin ardıcı- (J. Sabina)
Ayrıca; endemik ardıcımız olan yani dünyada sadece bizde görülen Juniperus oxicedrus oxicedrus spilinanus, Manisa Spil dağında yayılış gösteren bir Katran ardıcı çeşididir…
Ardıç türleri, uçucu yağ, reçine, tanen, flavanoit, lignan ve triterpen içeriğiyle oldukça zengindirler. Ayrıca; uçucu yağının içeriğinde de 100’den fazla etkin madde bulunmaktadır. İşte bu etken maddeler onu hastalıklara, mikroplara, bakterilere ve böceklere karşı korumakta, dirençli ve çürümez kılmaktadır…
Türk ekininde(kültüründe) çok köklü bir yer edindiği için adı da öz Türkçe olan ardıç ağaçları, benim de gözdemdirler. Özellikle, yaşamın zorluklarına karşı direnirken eğri büğrü, beli bükük ihtiyarlara benzemiş halde, bir tepeyi tek başına bekleyen ardıçları kendimle özdeşleştiririm hep. Yaşama şevkini yüzlerce yıldır hiç yitirmeden, çevreye enerji yaymayı inadına sürdürüp duran o ağaçları dedem yerine koyarım. Yanıbaşlarına oturup nasihâtlerini dinlemeyi pek severim… ”Bir ağaca baktığımda, onun şöyle söylediğini düşünürüm; Ben sesli konuşmam. Benim ne dediğimi dinleyenler değil, düşünenler duyar.”(Torlakon öğretisi)…
Bu hikmetli ağaçlar binlerce yıldır insanların hizmetindedir.
Evlerde barınaklarda direk olur, çatı olur, korur…
Ellerde mis kokulu karakalem olur, yazar, okutur…
Esnek ve dayanıklı olduğu için iyi yay olur, avlandırır, savundurur…
Demiryollarında tabanlık(travers) olur, dünyanın yükünü üstünde taşır…
Mevzîlerde dayanak olur, askerin hayatta kalmasına yardımcı olur…
Mezarlarda örtü olur, mevtânın gözüne kulağına dolacak toprağı önler…
Muzdarip hastaların dertlerine derman olur, ızdıraplarını dindirir…
Evet… Binlerce yıldır…
Hasta insanların, hayvanların, hattâ bitkilerin yaralarına merhem olup durdu. Yaralı ağaçlar ardıç katranı sürülerek korunup iyileştirildi…
Herşeyin başı sağlık. Sağlığın başı da iyi nefes almak…
En başta solunum yolları olmak üzere, baştan ayağa hemen her hastalığın dermanı olup durdu… Çağımızın korkulu hastalığı olmayı sürdüren kanser çok korkar ardıçtan. Özellikle de ardıç yağından… Yapılan tetkikler, bu yağın, kanser hücreleri üzerinde %100 öldürücü etki yapıp yok ettiğini göstermiştir…
Aydın’da yaşayan 80 yaşındaki Kore Gazisi Bayram Ali Efe, yakalandığı gırtlak kanserini ardıç tohumu tedavisiyle yenmeyi başarır. Müezzinlik yapıp dururken bu hastalık ortaya çıkar ve zaman geçtikçe de sesi bozulup ezan okuyamaz olur. İçine düştüğü durumun üzüntüsüyle kıvranıp dururken bir gece rüyasında ardıç tohumu yiyerek iyileştiğini görür. O günün sabahı ilk iş olarak aktara gidip ardıç tohumu alır ve on tane tohumu bir fincan suda kaynatıp akşama kadar üç kerede içer. Bu uygulamaya hergün devam ettikçe iyiye doğru gittiğini görür ve sonuçta da kanserden eser kalmayıp, eski sesine de kavuşur. Onun durumu doktorlarını da şaşırtır. Ayrıca; bu tedaviyi tavsiye ettiği kanser dertlileri de derman bulurlar…
Değerli dostum Sebahattin Beğ, bundan altı yıl kadar önce pankreas kanserine tutulduğunu öğrenir. Pankreasının baş kısmında 35mm çapında tümör tespit edilmiştir. O anki durumu çok morâl bozucudur çünkü doktorlara göre birkaç ay sonrası karanlık görülmektedir. En hızlı gelişip götüren bir türdür pankreas kanseri ve kurtulan da pek çıkmaz… Kendisine doğal çareler arayıp dururken, emekli bir öğretmenimizin geliştirdiği şurubu öğrenir ve uzun süre içmeye devam eder. Şurupta, andız ardıcı pekmezine üç madde daha ilave edildiği belirtilmekte ve haklı olarak da ayrıntı verilmemektedir. O şurubun tadına birkaç kez ben de baktım. Uzun süre kullanıp yararını gördüğüm ve tadını da gayet iyi bildiğim andız pekmezinden pek farklı tarafını hissedemedim. Her neyse, sonuç olarak arkadaşım pankreas kanserinden tamamen kurtulur ve kendisiyle güreş tutacak kimseler arar. Onun durumuna şaşıran doktorları da “Sen bizi ve tıbbı yanılttın” demekten kendilerini alamazlar…
Hastalık raporuna “sigara bağımlısı” yazılmış fakat hayâtında hiç sigara kullanmamış olup sâdece “irâde özürlüsü” vatandaşlarımızın, gerek içtikleri sigaraların dumanıyla, gerekse kokuşmuş ciğerlerinden çıkardıklarıyla, hisseme düşen havayı kirletmeleri sonucu yakalanıp, yıllarca kanserle mücadele etmiş birisi olarak ben de kendimle yarış halindeyim Mevlâ’ya şükürler olsun. Bâzı komşularım, “Seni zorvayvıra gaydediyoh! Hele bi get de zorvayvırcı gorsünner!” diye takılıyorlar. Ben de, “Orada lökür lökür moka mola içirdiyollarımış! Gansere dâvetiye cıkardıp yenüden yakalanmaya heç niyetim yok! Benüm içün Yörük ayranı şartı gollarısa belki gatılabülürüm!” diye karşılık veriyorum…
“Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhât gibi.” diye ne güzel ifâde etmiş Kanûnî.
Bilmez… Nefes alma zorluğunu hiç yaşamamış olan birisi, astım hastasının çekmiş olduğu sıkıntıyı bilmez, anlayamaz… Nefes darlığı, sahne sanatçılarının meslek hastalıklarının da başında gelir. Perde gerisinin oksijensiz, tozlu, genellikle de sigara dumanlı havasını soluyup durmak. Hani şu kısaca “sahne tozu yutmak” dedikleri şey… Halk müziğimizin simge isimlerinden olan merhum Özay Gönlüm’ümüzü de aynı dertten yitirdik. Vefâtının bir gün öncesi katıldığım bir televizyon izlencesinde onun seslendirmelerinden de örnekler vermiş ve rahatsızlığının ilerlediğini bildiğim için de “yeri nasıl doldurulur bilinmez” ifâdesini kullanmıştım. Bir gün sonrası sabahı vefat haberini alınca da şaşırıp oldukça hüzünlenmiştim. Her görüşmemizde “Bu hastalık öldürmüyor da süründürüyor” diye dert yanar dururdu. Avrupalardaki tedâvi arayışlarının da yararı olmamıştı.
İbrete bakar mısınız:
“Ardıçtandır kuyuların kovası”,
“Ardıç biter Eşelerin dağında”,
“Koyu olur kaba ardıcın gölgesi”,
“Karabaş koyunu güde güde getirdim de gaba ardıcın dibine yatırdım”,
“Yaslaneydim gaba ardıcın pürüne, dinleyeydim kekliklerin sesini”…
Evet… Onun çoğu Türküleri ardıç üzerineydi ve ardıç da onun derdinin çaresiydi. Fakat O, o turne senin, bu şehir benim diye sahne sahne ekmek peşinde koşuşturmaktan, Torosların yamacına varıp da ‘Gaba ardıç’ın pürüne yaslanıp, mis gibi kokusunu ciğerlerine çekmeye hasret kala kala gitti…
Siz siz olun;
Yaslanın kaba ardıcın pürüne ve çekin derin derin onun antibiyotik, antimikrobik, antikanserojenik olan kokusunu, arıtın akciğerlerinizin bronşlarını,
Ardıçtan kovaların, testilerin, maşrapaların suyunu için,
Suyunuzun veya çayınızın içine 4-5 ardıç tohumunu her zaman atamasanız bile, benim gibi yapın; demliğin ağzına bir parça ardıç pürü koyun, hem süzgeç görevi görsün, hem de mis gibi koku versin,
Evinizin köşelerine, özellikle de güneş gören yerlerine ardıç kozalakları veya tahtaları koyun, gün vurdukça buharlaşan yağları tedavi edip dursun, siz hiç farkında olamasanız da…
Özellikle ulu(DEDE) ardıçların yanına vardığınızda da beni hatırlamayı unutmayın olur mu? Batı Torosların deli Yörüğünün selamı var deyiverin. Onlar alırlar, emin olun. “Kendisi niye gelmedi?” diye soracak olurlarsa, “Yolları bağlı olduğu için gelemiyor fakat gelemese de gönlü hep sizinle” deyin, aman küsmesinler…
(Filozof Torlakon)