İster İnan İster İnanma-6 (Ebâbil)
Köyümüzde doğduğum toprak damlı evimizin tavanındaki kirişlerde her yıl 7-8 yuvada yavruladıkları için kırlangıçları kendimi bildim bileli yakından tanıyordum. Metalik mavi-yeşil parıldayan tüyleri, ağızlarıyla çamur taşıyıp yuva yapışları, duvara çakılı çivi ve ağaçlara konup şakıyışları, ninelerin tercümesiyle(!) “Er kazanır avrat yer, kazanana yazzzzzık” diye sohbet edişleri, tehlikeyi sezince “liklikiy liklikiy” diye bağrışmaları ve “tivis tivis” diye alârm verip çığrışarak kaçışmaları, yavruların yuvada saf düzeninde kocaman sarı ağızlarıyla bekleşmeleri, kakaları geldiğinde arkalarını dönerek yuvanın dışına yapmaları ve ebeveynlerinin bu kakaları ağızlarına alıp giderek evden uzaklara atmaları…
Ev sahiplerine bu kadar saygılı olmasalar ve yavrularını da bu kadar sevmeseler, kakayı ağızlarına değirmekten tiksinirlerdi herhâlde diye düşünür dururdum… Bizim büyükler de, saygı duydukları bu misafirlerin kakalarından fazla muzdarip olmamak için, yuva altlarına teneke veya tahta parçaları çakar; yavruların, ebeveynleri yokken yaptıkları kakaların yerlere düşmesini önlemeye çalışırlardı. Yumurtadan çıktıkları andan îtibaren, kakalarını yuvanın içine yapmamaları gerektiğini, o yavrulara bir öğreten olduğunu ibretle düşünerek hayran olur dururdum…
Ebâbilleri yakından tanıma fırsatını ise ancak dört yaşındayken ve bir dağ köyünde yaşıyorken bulabildim. Yerde sürünürken yakından görebildiğimiz bu yay kanatlı siyah kuşların, yaralı veya yavru oldukları için uçamadıklarını sanırdık. Hâlen, bu kuşları yakından tanımayan herkes de aynı düşünceye kapılmaktadır. Oysa işin şekli daha bir başkadır ve bu kuşlar herhangi bir nedenle yere düşecek olurlarsa, bir daha uçup havalanamazlar…
Yurdumuzda dört türü(Kara sağan- Apus apus, Akkarınlı sağan- A. melba, Boz sağan- A. pallidus, Küçük sağan- A. affinis) bulunan ve halkımız tarafından “Ebâbil” diye adlandırılan sağanlar, tıpkı kırlangıçlar gibi “yaz göçmeni” olarak nisan ayı başlarında ülkemize gelir, güz ayları başlarında da Afrika’ya giderler. En yaygın bulunanları Kara sağandır. Boyları 18, kanat açıklıkları da 45 santimi bulabilir. En irileri olan Akkarınlı sağanın boyu ise 23, kanat açıklığı da 60 santime erişebilir…
En çok hayranlık duyduğum canlılardan olan bu kuşlar;
* Ömürlerinin çok büyük bir kısmını uçarak geçirirler, uçarak beslenirler, uçarak su içerler ve uçarak uyurlar. Geceleri gökyüzünün yükseklerinde uçarkenki çığrışmaları duyulabilir.
* Yılda yüzbinlerce kilometre yol kateder, sekizbin metre yükseğe kadar çıkabilirler.
* Yiyeceklerini, uçarken yakaladıkları böcekler teşkil eder.
* Sularını, göllerden veya durgun akan ırmaklardan teğet uçup gagalarıyla sıyırarak alır, yağmur damlalarını da havada kapabilirler.
* Karaya inme nedenleri sâdece kuluçka ve yavruların bakımı içindir. Yuvaya konmaları, aşağıdan yukarıya doğru uçup hızlarını düşürerek olur. Çünkü aşağıya doğru firenleme yapamazlar.
* Yuvalarını da yerden en az beş metre yüksekte olan duvar, sarp kaya ve yaşlı ağaç kovuklarına yapmak zorundadırlar. Aksi takdirde, yuvadan ayrılırken gerekli hızı sağlayıp yükselemeden yere düşerler.
* Yuva yapmak için kullanacakları tüy, yün, pamuk, ip, çöp gibi şeyleri de uçarken gagalarıyla kaparlar ve tükrükleriyle yapıştırarak yuvaya döşerler. Yere inebilen kırlangıçların aksine olarak, yuvalarına yerden çamur taşıyamazlar.
* 10-20 yıl arası ömürleri vardır, tek eşlidirler, sırayla kuluçkaya yatarlar ve her yıl aynı yuvayı kullanırlar.
* Çok hızlı uçarlar ve dünyada hızı 350 Km’yi aşan üç uçucu(Atmaca, Doğan, Sağan)dan biri de yine bu aile(Apodidae-Ayaksızgiller)den olan ve bizdeki Akkarınlı sağanı andıran Sivrikuyruklu sağan(Hirundapus caudacutus)dır. Saatte 360 Km’yi bulan hızları, Gökdoğan(Falco peregrinus)larda 420 Km’ye kadar ölçülebilmiştir.
* Kırlangıçlar kötü hava koşullarında fazla direnemezken, ebâbiller en şiddetli fırtına ve yağışlarda bile dirençlerini ortaya kor; avlayacağı böcekler böyle havalarda uçmakta zorlanacakları için, yere yakın uçarak, sıçrayıp zıplayanları avlamayı sürdürürler.
* Eğer hava şartları avlanmalarına da olanak bırakmazsa ve yavrular da çok küçükse, anaçlardan biri yavruların başında yarı uyku halinde kalıp enerji harcamasını da en aza indirmeye çalışırken, diğeri yuva bölgesini, hattâ ülkeyi bile bir süreliğine terk edebilir. Anaçlar 4-5 gün açlığa direnebilirken, yavrular 9-10 gün kadar dayanabilmektedirler. İzmir’in ebâbili İran’a gidecek olsa, sabahtan akşama rahatlıkla geriye döner. Bu arada avlanmayı da sürdürür ve yutaklarında yumak halinde depoladıkları besinle, yuvada bekleşen yavrularına erişip paylaştırarak sevindirirler…
“Doğayı sevmek doğamızda var; sevdiklerimizi korumak da doğamızda olmalı.”(Torlakon öğretisi)
Çocukluk yıllarımda köylerde henüz elektrik olmadığı için, elektrik telleri de yoktu. Fakat telefon telleri vardı. Evlerin üzerinde ve çevresinde sürü halinde çığrışarak uçuşan bu kuşlar kimi zaman tellere çarpar ve hızları kesildiği için de havalanamayıp yere düşerlerdi. Zamanla yaygınlaşan elektrik telleri ve yüksek gerilim hatları, özellikle göçmen kuşlar için önemli telefatlara ve sakatlanmalara neden olup durdu… Bu arada; her geçen gün artan araç sayısıyla birlikte yoğunlaşıp hızlanan tırafiğin neden olduğu telefatlar da hayli kabarmakta…
Doğaya duyarlı dostlarım, çevrelerinde buldukları yaralı veya hasta hayvanları alıp getirirler ve “Nesi var bunun?” diye sorarlar. Ben de elde avuçta olanlarla çare bulmaya gayret eder, hayâta kazandırmaya çalışırım onları… Tellere veya araçlara çarpıp yollara kaldırımlara düşen ya da çatı altlarında yuva edinme mücadelesi sırasında balkonlarda mahsur kalan ebâbilleri getirirler. Tabi uçamadıkları için yaralı veya yavru sanmaktadırlar.
Ardından da genellikle şu şekilde cereyan eden bir konuşma geçer aramızda:
*** Hiçbir şeyi yok bunun, sapasağlam!
--- Peki niçin uçamıyor öyleyse?
*** Bu kuşlar herhangi bir nedenle yere düşecek olurlarsa, bir daha uçamazlar. Çünkü; bunların yay gibi uzun ve ensiz kanatları “pırlama” yapmalarına fırsat vermez. Kısa bacakları, küçücük ayakları ve dördü de öne doğru olan parmakları da, diğer kuşlar gibi dik durduramaz, sıçrama ve zıplama yaptıramaz, yerde çaresizce sürünür dururlar. Zaten bunlara verilen bilimsel ad “apus” da “ayaksız” demektir…
--- Nasıl olacak da tekrar uçabilecek peki?
*** Onu elimizle 4-5 metre yukarıya fırlatacağız, o da hızını alarak uçup gidecek!
--- Öyleyse bizim mahalleye gidip orada uçursak! Hani yuvasını bulamaz filan…
*** Hiç dert etme dostum! Bu kuş tâ Güney Afrika’lardan her sene gelip sizin mahalledeki yuvasını buluyor. İki sokak öteden mi bulamayacak!...
Havaya fırlatırız ve aynen eliyle koymuş gibi doğruca yuva bölgesine kırar dümeni…
Nisan ayına eriştiğimiz şu günlerde tekrar mavi göklerimizde görünmeye başladı bu yay kanatlı hârikulâde misafirlerimiz. Eğer onları yerde görürseniz ve kanatlarında da bir anormâllik bulunmuyorsa (ki genellikle de bulunmaz), alıp göklere doğru fırlatınız. Bu hareketinizle belki, yuvada aç susuz yol gözlemekte olan 3-4 yavruyu da ölümden kurtarabilirsiniz. Ve onların duaları da nice belâları def eder, kim bilir?…
Kimi zaman, dili söyleyemeyen bir hayvancağıza yaptığımız iyilikle aldığımız fakat duyamadığımız bir dua; kimi zaman da, yaptığımız duaya kulak misafiri olan duası makbûl bir delinin âmin demesi. İşte budur nasibin ibretlisi…
(Filozof TORLAKON)