TÜRKÜLERİN DİLİ
Babamız Yemen’de şehid düştüğünde 2-3 yaşında ancaydık.
Birlikte askere giden Mahmut amcamızdan ise hiçbir haber alamadık.
Etrafımızda bizlere kol-kanat gerecek büyüğümüz kalmamıştı.
Felçli dedemizin yanıbaşında büyüdük.
Sefalet çoktu, kazanç diye bir şey zaten yoktu.
Bunların üstüne bir de Yonan işgali…
İşgal yıllarında 3-5 yaşındaydık.
Zaten kıt olan mal-maşat çok değerliydi o vakitler.
İnek ve danasını çifte koşup sürmeye çalışıyorduk toprağı.
Tavukları, koyunları ve danaları “mutfaklık” diye toplayıp götüren düşman,
Öküzleri de nakliye işlerinde kullanmak için alıp götürüyordu.
Seferberliklerden dolayı köyde sağlam adam da kalmamıştı. Kör, sağır, yaşlı yatalak ve küçük çocuklar. Haa, bir de asker kaçağı eşkıyalar...
Korucu Sağır Omar, düşmanın hayvanları doldurduğu yerin kapısını kıytararak(aralık bırakarak) kurtardığı koyunlarımız eve döndüğünde dünyalar bizim olmuştu.
Bizim Gara İbiram da boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlamış, “mutfaklık” diye götürülen danası kaçıp tarla yolunda karşısına çıkınca…
Yokluğun, çilenin, zilletin, hasretin hangı birini anlatam?…
Şimdilerde ise yaşamak ne kadar kolay.
Bolluk olunca beğenemez oluyor insanoğlu.
Varlığın değeri yeterince anlaşılamıyor.
Hürriyete ne zorluklarla erişildiği unutuluveriyor…
İnsan önce dinlemeyi bilmeli.
Dinlediğini de iyi duymalı.
Duydukları iyiyse yapmaya çalışmalı, kötüyse bırakmalı…
Göremiyorum, duyamıyorum gayrı.
Eskiden kafamda kalanları anlatabiliyorum sadece.
Bizler bugün var, yarınsa yokuz.
İsteseniz de konuşturamazsınız toprağa girince.
Bizleri anlatacak tek bir şey kalacak geride;
Türkülerin dili…
(Ve başlıyor “Fahrettin Altay Paşa Türküsü”nü söylemeye, Memiş oğlu Halil İbrahim Çavuş)
“Fedâkârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı.”(Torlakon öğretisi)
VASİYET
Yaşlı anam oğul diye ağlarken,
Yeşil yurda düşman ağu çalmasın.
Altın ırmak şırıl şırıl çağlarken,
Ocağıma düşman ateş salmasın.
* * *
Malım-mülküm helal olsun millete,
Canım kurban olsun ulu devlete,
Katlanırsam eğer ben bu zillete,
Yere batsın soyum-sopum kalmasın.
* * *
Ulu Mevla'm şudur ancak dileğim,
Bükülmesin boynum, kolum, bileğim,
Yas tutmasın evde güzel meleğim,
Yanağında taze güller solmasın.
* * *
Toprağıma düşman tohum atarsa,
Mahsulümü malı gibi satarsa,
Can yurdumda yerleşerek yatarsa,
Dünya benden rahat yüzü bulmasın.
* * *
Düşmanları öne katıp sürmezsem,
Defterini birer birer dürmezsem,
Öç alarak muradıma ermezsem,
Kıblem Kâbe dinim İslâm olmasın.
* * *
Yalın kılıç düşmanıma çalmazsam,
Bir başıma ordusuna dalmazsam,
Güzel İzmir eğer seni almazsam,
Leşim koksun kara toprak almasın…
(Bu şiir, İstiklâl Savaşımız süresince mücadele edip, İzmir’in kurtuluşu sırasında şehid düşen bir Mehmetçiğimizin cebinden çıkmıştır.)
Millî Mücadele yıllarında, askerlere cephane ulaştırmak için insan üstü çaba sarf eden, sert geçen kış şartlarında üzerindeki giysiyi ve yorganını, mermilerin üzerine örterek koruyan ve soğuktan donarak şehit olan Şerife Bacı.
Mevlâ mekânlarını cennetin en güzel köşesi eylesin...