EY DOST!
Dünyanın karanlığında kaldığını düşünüp, aydınlığa kavuşarak huzur bulmak mı istiyorsun? Her Mevlâna’nın bir Şems’i vardır; sen de kendi güneşini bulmak için aramalısın. Bulamadım diye umutsuzluk ve üzüntüye kapılma sakın; güneş olup da şavkıyan sen niye olmayasın?... Gülümseyen ey dost! Ben sende kendimi görüyorum. Senin yüzün gülerse, benim de gülüyor; mahzun olursan, ben de sararıp soluyorum…
Ve inatla soruyorum ki;
Yeryüzünü cennete çevirme gayretinde olmadan, Tanrının cennetine nasıl girilecek? Gönülleri gül bahçesinin güzelliğiyle bezemeden, yeryüzü cennete nasıl çevrilecek?!...
Yürekten inanıyorum ki;
Seni gördüklerinde, sesini duyduklarında, adın anıldığında huzur bulan kullar, kuşlar ve çiçekler senin için duadalar demektir…
Bildiğini düşünüyorum ki;
Hayvanların en vahşi ve en iğrenç görünenleri sırtlanlardır. Oysa bir sırtlan, kendi yavrularını olduğu gibi, başka sırtlanların yavrularını da özenle koruyup bakar ve Âdemoğullarından bâzılarını insanlığından utandırır. İnsanlık derdinde olanlardır o utananlar. Herkes o dertte değildir. Çünkü herkes insan değildir. İnsan; cana yapılan haksızlığı kendisine yapılmış gibi tepki veren canlıdır…
Haykırıp duruyorum ki;
Gerçek özgürlük; istediğini yapabilme değil, iyilik yapabilme gücüdür!
Fedakârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı!
İbrahim’in torunu olup da insanlık düşmanı olmaktansa, Nemrud’un torunu olup da insanlık derdinde olunmalıdır!
Hayvanlara hayranlığımın asıl sebebi; onların, çoğu zaman insanlardan daha insanca davranış sergiliyor olmalarıdır…
Şu hayat gerçeğini kabûllenmelisin ki;
Yırtıcı kuşlarda dişiler erkeklerden daha iri ve güçlü olduğu için onlarda biraz adâlet vardır. İnsanların da dişileri daha güçlü olsaydı, dünyada adâletten söz edilebilirdi... Ayrıca; dünyada adâlet olsaydı, cehennem boş kalırdı. Âdemoğlu, yüceler ve çukurlar arasında yerini alacak; cennet de, cehennem de müşterisini bulacak…
Hâlimi şöyle ifade edebilirim ki;
Gözyaşlarıma çoğu zaman hâkim olamadığımın nedeni: Ya beynim rûhumun feryâdını algılamak için acele ediyor, ya da rûhum beynimin sırlara vâkıf olma zamanı gelmedi diye sarsılıp didiniyor…
Nasihâtleri önce kendime, sonra da sana yapıyorum ki;
Doğruları takdir edemiyorsan, eğrileri de etme ki; eğrilik mârifet sanılmasın!
Öyle bir dâvânın inatçısı ol ki; yolunda öldüğünde, kul da takdir etsin, Tanrı da!
Önder bekleme, örnek ol! Toplumun takdîrine mazhar olan örnekler, kendileri istemeseler bile, önder olmaya sevk edilirler.
Tüm yaratıkların hayat hakkına saygılı ol; karınca da dünyâya bir kez gelir!
Acıları hissettiriyorlar diye sinirlerine sinirlenmeyi bırak! Onların seni hayâta bağlamaya çalıştıklarını anla da, özür dileyip teşekkür et!
Sen iyilik tohumları saçmaya bak; nerede çimleneceğini Tanrıya bırak!
Çocuklara kanat ger ezilmesinler; çiçeklere gülümse üzülmesinler!
Sev-sevil, say-sayıl, dost kazan!
Ve unutma ki;
Asıl nasihâtin kimden geleceği hiç belli olmaz. Hayâtî önem taşıyan kimi nasihâtler, halk içinde ‘kılıksız’ olarak adlandırılan kimselerden gelmektedir. Çünkü onlar hayâtı yaşayıp da öğrenenlerdir.
Ayrıca;
Akıllıların çaresiz kaldığı durumlarda delilere akıl danışmak aklın tesellisidir.
(Filozof Torlakon)