Yurttan Üç İbret
“Kelimeler anlamlarına göre hecelenir.”(Torlakon öğretisi)
Öyle bir hecelenir ki kelimeler kimi zaman, her bir hece bin parçaya ayırır yürekleri; gözyaşları sel olup akar yürek kıymıkları arasında. Sürüklenir her bir parça, mâzideki bir zamana; yaşanmışı geri getirip bir daha yaşatır. Yaşatır da; onu anlatmaya ne dil döner, ne de kelime yeter…
Anadolu’nun vefalı Mehmet emmilerinden biri, kendi yaptığı ağaç kaşıkları satarak geçimini sağlıyor. Biricik eşi ve can yoldaşı yıllardır yatalak halde, eli ayağı tutmuyor; her hâliyle onun yardımına muhtaç…
Bir diyeceğin var mı diye soruyorlar yaşlı kadına, dudaklarından şu kelimeler dökülüyor:
“Aha bu adamcağızım var ya; benim elim ayağım, gören gözüm her şeyim…”
Eşinin kendinden evvel ölmesinden kaygılı, onun iyiliği için edebildiği tüm duaları ediyor…
Vefâlı Mehmet emmi, eşinin yeme-içme-temizlik gibi tüm ihtiyaçlarını giderdikten sonra yatağına yatırıyor ve yaptığı ağaç kaşıkları satmak üzere pazarın yolunu tutuyor. Üş beş liralık kaşık satabilirse eğer, evini geçindirebilmek için harcayacak.
Hayatından memnun musun diye soruyorlar;
“Bu hâlimize bin şükür” diyor…
Yusuf henüz 19 yaşında bir delikanlı. İki kolu ve sağ ayağını doğuştan beri kullanamıyor. Hiçbir eğitim almayıp sadece hayal gücünü kullanarak sol ayağıyla resimler yapıyor. Dokuz yaşından beri 1500 kadar yağlıboya resim yapmış ve “Sol ayağım” adını verdiği kişisel sergilerini açmış. Eğitim alarak kendini daha da geliştirmek derdinde… Konuşmakta zorluk çekse de, dilinden dökülen cümlelerin her biri birer ibret levhası niteliğinde. Diyor ki;
“Sol ayağım benim her şeyim; tutan elim, gören gözüm, düşüncelerim, arzularım, hayallerim… Sol ayağım benim hayatım. Sol ayağımı çok seviyorum. Allah’ım bana sol ayağımı bahşetmiş, beni de böyle sevmiş.”…
Komando Murat’ın öyküsü ise bir başka… Kısa süren evliliğinden bir çocuğu var fakat kendi yanında değil, yeniden evlenen annesiyle kalıyor… Bu ayrılığın üzüntüsüyle beyin kanaması geçiren Murat’ın bir tarafı felç oluyor. Sakatlık derecesi %55 olarak bir yerde asgarî ücretle çalışmaya başlıyor… Sırım gibi fakat felçli bir vücuda sahip olan komando Murat; “Allah’ım, sen bu derdi bana verdin, başım gözüm üstüne. Fakat ben senin huzûruna yamuk halde gelmek istemiyorum.” diyerek, haftanın yedi günü hırsla spora yöneliyor. Haftalar, aylar, yıllar yıldıramıyor onu. Gelinen noktada Murat felçli kolunu diğer kolundan ayırt edilemeyecek şekilde kullanabiliyor; aynı ağırlığı kaldırabiliyor. Bacağındaki aksama ise, pek dikkât edilmedikçe fark edilemiyor. Yani; %55 sakatlıktan %5’i ya kaldı, ya kalmadı…
Yuvanızın yıkılma sebebi neydi diye soruyorum, “Ailelerimizin inadı” diyor ve ekliyor; “Kabahât gariptir, kimse üstüne almak istemez ve ortada kalır. Kabahâti telli duvaklı gelin etmişler de, bedavaya kimse almak istememiş. Kabahât ortada kaldı fakat bizler darmadağın olduk, yüreklerimiz parçalandı.”… Annesinin yanında kalan oğlu gelmiş geçenlerde ziyaretine, spor salonuna birlikte geldiler. Çocukcağızın ezikliği yüzünden okunuyor. Hemen ellerini tutup öpüyorum. Amcalarının hocasının onun elini öpmesi, garip bir sevinç yansıtıyor yüzünde. Onların durumuna daha önce açıktan dökmüştüm gözyaşlarımı. Yüzüm gülümserken, gizli yollardan yüreğime akıtıyorum bu sefer…
“Çocuklara elimseyin ezilmesinler;
Çiçeklere gülümseyin üzülmesinler.”(Torlakon öğretisi)
(Elimsemek: kol kanat germek)