Benim Adım Hidâyet
Ârifoğlu Hidâyet,
Anadolu’nun orta yerinden,
Kırşehir’in bir köyündenim.
1927 Doğumlu olduğuma göre,
Uzun sayılabilecek bir ömrü geride
bırakmışım.
Köylülerim adımı Hidiyat diye söylerler,
Bundan da hiç hoşlanmam aslında,
“Hadi yat!” denmiş gibi gelir bana.
Oysa ben “İş canlısı” bir adamım;
Çalışmadan nasıl durarım…
İşim rençberlik benim,
Dilimde "Yeşil ördek gibi daldım
göllere" Türküsü,
Her işimi kendim yapmaya,
İle küne muhtaç olmamaya,
Çorbamı da komşumla paylaşmaya çalışırım…
“Kafası zehir gibi çalışanlar”a beni de
eklemişlerdi ilkokuldayken,
Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne
göndereceklerdi,
Ârif dedeniz okutmak istemedi beni,
İki evlatlı bir evin bir oğluydum,
“Ne’decen Hasanoğlan’a gidip muallim olup
da!
Aha sana iki öküz, aha da sana tarla!.”
dedi,
Mesleğimi belirledi…
İçimde bir okuma arzusu mahpus kaldığından
mıdır nedir,
O gün bu gündür “Talihsiz Hidâyet” adını
taktım kendime.
Bugün bile gözlük takmadan ne bulursam
inadına okurum…
Hep merak eder dururdum;
Acaba, okuyup da öğretmen olsaydım,
Çalışma delisi bir öğretmenin yetiştirdiği
öğrenciler nasıl olurdu diye.
Öğretmen arkadaşlarım, yüzlerce öğrenci
yetiştirmenin bahtiyarlığına erdiler…
“Bir milletin bahtını, adam yetiştirmeye
adanmış ömürler belirler.”(Torlakon öğretisi)
Bugüne bugün 84 yaşındayım ve yerimde
duramıyorum.
Kışın ortası olduğu için tarla bağ işleri
baharı beklemekte,
Köylerde artık mal maşat diye pek bir şey
de kalmadı,
Kala kala bir boz kediye kaldık…L
Bahçe işleri, ev tâmirat işleriyle
uğraşıyorum bu aralar,
Duvarların dağılan çelanlarını onarmaya
çalışıyorum…
Nasıl bir cesaretsizlik veya mahçubiyet
duygusundandır bilinmez,
Bugüne kadar ismiyle hitap etme nezâketini
hiç gösteremeyip,
Sevdiğimi de söyleyemedim can yoldaşım
Münevver’e.
Bu tuhaf hastalık Anadolu adamının
genelinde de vardı,
Ya lâkab takar ya da başka isimlerle
çağırır veya "Şşşş-Gııı-Hoop-Alôo ..." diye seslenirdi.
Anadolu gezgini ve düşünürü Torlakon’un,
hayat yoldaşına;
“Sen olmasan ben mezbelelikte boğulurum”
dediğini duyduktan sonra,
Birden cesarete geldim ve
“Öldükten sonra mı nezâket gösterip
sevdiğimi söyleyeceğim yahu!” diyerek
“Nazlı cânan!” diye seslenmeye başladım.
Aslında Nazlıcan demek daha dile kolaydı
fakat,
Patlıcan gibi anlaşılıp alay konusu
olmasın istedim.
Hem, gerçek sevgide cânan, candan önce
gelmeli değil midir?.
O her seferinde bana “Nazlıbaam(Nazlı
beyim!) diye seslenir ve
Düşüp şaşarak bir yanımı sakatlayacağım
endişesiyle,
Bu yaşta çalışıp durmayı artık bırakmamı
ister.
Benim aklımın erdiğiyse şudur;
Koşabilene yürü denmez,
Hızlı yürüyebilene yavaş git denmez,
Gidene dur ise hiç denmez…
Durmanın sonu oturmak,
Oturmanın ardı yatmak,
Yatmanın sonu da “İmamın kayığı”na binip
gitmektir…
Emekli olup da çalışmayıp erken göçenlerin
hâli işte böyledir.
Onlar düşünürler ki;
“Çocuktuk, oynadık büyüdük,
Çoluk çocuğa karışıp anne-baba olduk,
Çalıştık çabaladık koşturduk, ömür
yumağına sardık,
Torunlarımızı görüp dede-nine de olduk,
Emekli de olduğumuza göre,
Bundan sonra geriye ne kalıyor,
Ömür yumağının son kısmını da dolayıp,
İmamın kayığına binip gitmek…”
Hattâ kimileri,
“Mezarlığın neresine-hangi çeşit toprağa”
konacakları ayrıntısına da kafa yorarlar.
Oysa biz,
Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın
ölecekmiş gibi de âhiret için çalışmakla mükellefiz.
Son nefese kadar hayat yarışından kopmamak
gerekir.
Dünya koşturup dururken, yürümek bile
geride kalmaktır.
Geride kalanlar, önden gidenlerin kirli
nefeslerini ve kötü kokularını solumak,
Hattâ, dışkılarında kayıp yüzüstü düşmek
zorunda bile kalırlar…
Yerinde sayanların durumuysa hepten
maskaralıktır.
Müslüman kişi tembel-ilkel-kirli ve
acınacak halde hiç olmamalı,
Tam tersi,
Çalışkan-çağdaş-temiz-yardım eden ve örnek
alınan olmalıdır…
Ekonomileri iflas eden kimi memleket
yöneticileri derlermiş ki;
“Bizler, insan ömrünün uzaması ve yaşlı
nüfusun artmasından battık.”
Halbuki onlar yaşlıların değil, tembel ve
yavşakların yüzünden battılar;
Üreticiliği bırakıp, tüketim hastalığına
yakalandıkları için battılar…
Hidayet der ki;
Ömrünü boşa harcama!
Gücünü ve nefesini boşa harcama!
Ekmeğini yediğin vatana sağladığın katkı
sadece dışkı olmasın!
Özgürce yaşamana neden olanlar yatıyor o
tükürdüğün toprakta!!!
Vatanı sev! Toprağı sev! O toprakta bulunan
her şeyi sev!
Ve
Elin ayağın tutuyor, nefesin yetiyorken,
Sevdiklerin için, vatan için de bir şeyler
yap!
“Demir tava geldi kömür tükendi,
Akıl başa geldi, ömür tükendi.” olmasın
sonra!!!...
Yurdum musîbet, milletim de zevâl görmesin
hiçbir zaman!
84 yaşındayım, çalışıyorum ve son nefesime
kadar da çabalayacağım,
Vatanım tehlikeye girerse de derhâl
cepheye koşturacağım!
Eğer günün birinde beni,
Çalışmayıp esneyen, hasta tavuk gibi
cülüşleyen veya uyurgezer gibi görürseniz,
Derhâl çukurumu hazırlayın!
Etrafıma uyuzluk saçmayı hiç mi hiç
istemem…
Çalışanı hiçbir zaman aç koymaz Tanrı’nın
toprağı,
Nüfus ne kadar artsa da, bulunur yeni
üretim yolları.
Âdemoğlu öldürmek için değil, güldürmek
için çabalamalı.
Gönül böyle istese de, hiç böyle
olmayacak;
İbret alınmayan târih tekerrür edip
duracak,
Tanrı’nın kırbacı Türk hep güçlü olursa
eğer,
Düşman kötülük düşünmeye cesaret
bulmayacak…
Selam, sevgi, saygı, emek ve barışçı
paylaşımla,
ESEN KALSIN KAVİM KARDAŞ…