Kuşlarda izlem (strateji) örneği
Komşuların getirdiği veya etraftan topladığım ekmek ve yemek artıklarıyla, yazları balıkların, kışları da kuşların günlük ziyaretçileri olmaya çalışıyorum. Bugün kuşlara atarken, gün gelir, kullara da ekmek atabilirim umudunu hep içimde yaşatarak…
Bir kış günü, insanın burnunu sızlatan ayaza karşı yürüyüp, yakındaki göle doğru yaklaşıyorum. Büyük bir kısmı buz tutmuş olan göl ile aramdaki ahlat ağacının tepesine bir Kızıl Şahin konmuş. Buranın yabancısı olduğu belli ki; ona doğru yaklaşıyor olmamdan tedirgin fakat uçup gitmek de istemiyor. Çünkü o da, buzların üzerinde bekleşen Yeşilbaş Ördekleri gözetliyor. Ördekler saldırıya karşı hemen suya atlayabilecek şekilde, buzlu kısmın kenarında tetikteler, çünkü, şahinin suda kendilerine saldıramayacağını biliyorlar. Balık Kartalı ve Deniz Kartalı(Akkuyruk Kartal) dışındaki yırtıcı kuşlarımız, sudaki avlara ilişmezler, çünkü, kanat ve tüy yapılarının suya uygunsuzluğu, onları avcıyken av durumuna düşürebilir…
Bu arada, ördekler de benden tedirgin. Çünkü onlar da buranın yabancıları. Bulundukları sulak alanlar tamamen buz tuttuğu için geçici olarak gelmişler. Her ne kadar tedirgin olsalar da, kalkıp gitmek istemiyorlar, çünkü, şahinin hücumuna uğramaktan çekiniyorlar.
Gölün buz tutmamış kısımlarında yüzüp duran Sakarmeke ve Dalgıç kuşları ile, kıyılarda balık arayan Balıkçılların ise tuzları kuru; ne benden ne de şahinden korkmaları için ortada neden yok…
Daha fazla yaklaşmam, tedirgin şahini yerinden ediyor. O gözden kaybolup gidince de Yeşilbaşlar havalanıyor… Balıkçıllar kenara çekilip, suya yem atmamı izliyor; saksağanlar, çevredeki ağaçlarda çaktırmadan olan biteni gözlüyor; ben gölden uzaklaşmaya başlayınca da derhal gelip, yemlere üşüşen balıkları avlamaya başlıyorlar. Sıcak mevsimlerde kurbağalar da gâfil avlıyor ekmek peşindeki küçük balıkları. Bu durumda “Acaba balıklar beni kendi düşmanlarının işbirlikçisi gibi düşünürler mi?” endişesi yaşıyorum. Bu da benim kuruntum işte. Yok canım, olur mu öyle şey! Dostu düşmanı ayıramayacak kadar deli mi bu balıklar…
Saksağanlar… Karga ailesinden olan fırsatçı saksağanlar. Yiyeceği bol bulunca çeşitli yerlere gömüp saklayan, kumru-güvercin-doğan dahil diğer kuşların yumurta ve yavrularını çalıp yiyen, serçe-ispinoz gibi küçük kuşları kapıp avlayan, evlerin balkonlarına konan kafes kuşlarını ustalıkla öldüren, tavuk ve ördek yavrularını alıp götüren(Alican! Onikinci kattaki evinizin balkonunda beslediğin şirin ördek yavrusunun nereye gittiğini bir türlü çözememiştin. Saksağanlar yemek için götürürken kaldırıma düşürdüler. Yanına koştuğumda yapacak bir şey kalmamıştı.), gece gündüz birbirleriyle iletişim ve dayanışma içinde olan saksağanlar. Onların niçin siyah-beyaz renklerde olduğunu bir başka yazıya bırakıyorum. Ellerim dolu olduğu zaman uzaklardan sessizce izleyen saksağanlar, ellerimi boş gördükleri zaman derhal etrafıma üşüşüyor ve öfkeyle bağırıp çağırıyorlar. “Bu hâl sana yakışmıyor!” demek istiyorlar. Saksağanlar yerden göğe kadar haklı. Ben de kendime yakıştıramıyorum L…
Kerkenezler… Onlardan biri sekiz yıl boyunca yakaladığı avlarını hep pencereme getirip yedi. Aylardır ortalarda görünmüyor. Başına kötü bir hal geldiği kesin… Göl çevresinde avlanan bir başkası, yakaladığı avı tâ uzaklardan getirip yakından gösteriyor ve geldiği gibi geri gidiyor. Demek istiyor ki; “Senin derdini ben biliyorum. Görüyorsun ki ben kendi yiyeceğimi bulabiliyorum. Benim için endişelenmene gerek yok”. Küçücük beyniyle beni kaygıdan kurtarma düşüncesiyle zahmete katlanıyor…
Çakırlar… Büyük Atmacalar. Kimilerinin yakıştırmasıyla “Kuşların Azraili”. Türk dünyasındaki ünüyle “Kuşların Şahı”. Bilimsel adıyla “Accipiter gentilis”… Onlarla muhabbetim çok derin. Benim Türkçeme oldukça âşinâlar. Yakından görüşme dileğimi pek boş çevirmezler… Her cins yırtıcı kuşumuzu elimde besledim. Haftalarca aynı odayı paylaştım. Onlarla uzun süre göz göze bakıştık ve ortak bir dil oluşturduk. Hepsi bir yana; beynin ürettiği enerjinin gözlerden fışkırarak rakibi nasıl felce uğrattığını, korkusuzluğun ve asâletin ne demek olduğunu, hızlı çevik ve cesur Çakır kuşlarında gördüm. Türk Savunma Sanatı Torlakon’un yoğunlaşma(trans) ve mücâdele yöntemlerinde temel teşkil eden davranışların, Çakır Atmacalardan esinlenmiş olması da işte bundandır. Ve işte bundan dolayı da, Torlakon eğitimi-felsefesi almış olanlar(Torlakonerler) Çakırkuşuna “Torlakon kuşu” demişlerdir. O bir “baskın” ustasıdır. Zaten konumuzun başındaki Kızıl Şahinin yerinde Çakır olsaydı, gitmiş gibi görünerek çevreyi dolanır ve baskın ânını kollardı. Ayrıca o, şahin gibi tepede durup dikkât çekmez, dallar arasında gözlerden ırak durur fakat etraftaki hiçbir şeyi de gözden kaçırmazdı… Özellikle iri ve daha güçlü dişi çakırlar, kendi bölgelerine giren bazı kartalları, doğanları, şahinleri ve küçük atmacaları avlayıp yemekten çekinmezler. Ağırlıkları 1200-1650 gr kadar olsa da, 15 kg’ın üzerindeki Toy ve Turnaları avlayabilirler. Mutfağı en çeşitli yırtıcı kuştur(karatavuktan-turnaya, sincaptan-domuz yavrularına kadar) ve karga sülâlesinin korktuğu yegâne canlıdır. Yuvasına 500 metreden fazla yaklaşan avcı veya ormancılara âniden ve hiddetle saldırır. Hangi yönden saldıracağı(basacağı) da belli olmadığından, batılılar “Hayalet Atmaca” olarak adlandırmışlardır… Her işin başı, iyi bir eğitim almış olmaktır. Asâlet, eğitimin gücüyle ihtişam kazanır. Altı haftada yumurtadan çıkar, altı haftada yuvadan uçar ve altı hafta da ebeveynlerin eğitiminden geçirilerek özgür hayâta başlarlar. İki yaşından sonra da gözleri kızarıp ateş saçmaya başlar. Hiçbir şeyi kaçırmayan göze de “Atmaca gözü” derler…
Kışın balıklar gıdaya pek ihtiyaç duymasalar da, kuşlar açlıktan ölebiliyorlar. Bazı ağaçların dallarına ekmek asarak “Ekmek ağacı” oluşturmaya gayret ediyorum. Kuşlar bu ekmekleri yerken de, yırtıcıların baskınına uğramasınlar diye, uygun ağaçları seçmeye özen gösteriyorum. Neme lâzım; serçecikler de “Atmacaların işbirlikçisi olduğum” fikrine kapılmasınlarJ…
Doğa bana her şeyini sevdirdi. Kuşlara ise hayran bıraktı. Ben bir kuş olsaydım, yuva yapmak için aldığım ilk çöpü hangi dala koyacağıma karar veremez, belki de yuvasız kalırdım. Oysa kuşlar ne kadar da yetenekliler…
( Filozof Torlakon )
Asâlet ve cesâret timsâli Çakır Atmaca az önce avladığı Sülün ile birlikte görülüyor.
Tavşanın da pek şansı görünmüyor…
Pençe gücü: Bir kartalın pençeleri, avını, santimetrekareye 1.8 tonluk bir kuvvetle sıkar. Bu basınç; 7.65 mm çaplı tabanca mermisinin namluya yaptığı basınca eşdeğerdir. Çok daha keskin pençelere sahip olan Atmacalarda ise bu kuvvet neredeyse iki katı kadardır; 9 mm Parabellum mermisinin namluya yaptığı basınç(3 ton) gibi.
Hal böyle olunca; ne Mançurya Turnaları(Grus japonensis, 15 kg) ve ne de uçan kuşların en irisi olan Toy'lar(Otis tarda, erkeği 18 kg) kurtulabilir Çakır Atmacanın pençesinden. Kendi ağırlığı(dişisi 1200-1650 gr)nın on katı bir avı, sadece Atmaca avlayabilir. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ona verilen isim "Kuşların Şahı" şeklindedir...
Doğanın her türlü güzelliğinin korunması dileğiyle...
Yavrularda açıksarı olan gözler iki yaşından sonra turunculaşmaya başlar ve yaş ilerledikçe de kızarmaya devam eder. Tüy renk ve desenleri de iki yaşında ergin şekline bürünür. Resimler iki ayrı alt türe aittir(Dünyada 12 alt türü bulunur). Tüy desenlerinin dağılımına dikkat!.
Sık engeller arasından ustalıkla ve kurşun hızıyla geçip hışımla gelen hayalet…
(Çevre ve Orman Bakanlığı ile Merkez Av Komisyonu’nca koruma altına alınan bu doğa hârikası kuşumuz, diğer Atmacagiller ve Doğangiller ailesindeki bütün türlerle birlikte, avlama cezası 6.500 TL olmasına rağmen, kimi bilinçsiz veya başıboş avcılar ile kimi güvercin besleyicileri tarafından acımasızca öldürülmeye ya da tuzakla yakalanıp özellikle Arap tüccarlara satılmaya devam edildiği için ne yazık ki sayıları oldukça azalmıştır. Umarız ki bu yazımız onların ve doğamızın tüm güzelliklerinin korunmasına katkı sağlar…)