Olacağı buydu...
Anıtkabir’deydim
Geçen gece seyrimde.
Atatürk’ün mirasçısı kılığındakiler,
Boyluboyunca yere uzatmışlar Ata’nın cesedini;
İki yanına da koskoca levhalarla sıralamışlar O’nun ilkelerini,
Mumyasında güya bakım yapıyorlarmış…
Onlar ilaç bez öteberi ile meşgûlken,
Ata’nın fersiz gözlerine ilişti gözlerim;
Pınarlarından sessizce yaşlar boşanıyordu.
“Bu ağlıyor! Hiç mumyanın gözleri yaşarır mı?!” dedim,
“Yaşarabilir” dediler, şaşırdım…
Dudaklarından bir şeyler döküldüğünü fark ettim,
Sanki; “Bana bir yerlerden sağlam bi sopa bul gel!” der gibiydi.
“Atamız bir şeyler söylüyor! Bir mumyanın konuştuğu hiç görülmüş mü?!” dedim,
“Konuşabilir” dediler, afalladım…
Boyluboyunca uzalan koskoca beden çırpınmaya başladı;
“Bu şimdi yerinden ha kalktı ha kalkacak! Mumyalar hiç çıldırır mı?!” dedim,
“Çıldırabilir” dediler, çıldırasım geldi…
Pişkinlikleri her hâllerinden belli olan bu hoşaf soğutuculara,
Birilerinin yerlerinden kalkıp “dur!” demesi gerekiyordu.
Çünkü, binbir fedakârlıkla oluşturulan Ata emâneti,
Hainlerin ve çapsızların elinde çarçur ediliyordu.
Tam o anda;
“Hastrin gidin ulan …kodumun zibidileri!” sesiyle rüyam koptu.
Hemen sesin geldiği taraftaki pencereye koştum;
Zıvanadan çıkan bir duyarlı komşum,
Sokaktaki Atatürk büstünün etrafındaki oturamaklara kurulup bira içerek sabaha kadar anıran ve güvenlik güçlerinin de seyirci kaldığı serserileri,
Eline geçirdiği balta sapıyla dağıtmaya çalışırken bağırıyordu;
“O elinizdeki şişeleri kçınıza çakmazsam bana da Deli Hüsam demesinler!!!...”
“Büyükler sandığınız kadar büyük değildir. Büyük olarak gördükleriniz, göremediklerinizin oyuncularıdır. Asıl büyükler, ya gözden ıraktadırlar ya da toprak altında.”(Filozof Torlakon)