*Karada, denizde ve tatlı suda yaşayan kaplumbağaların
vücutlarına hususî olarak yerleştirilen anatomik ve fizyolojik cihazlar...
* Deniz kaplumbağalarındaki “gözyaşı”...
* Doğar doğmaz sevk-i ilâhî ile denize koşan kaplumbağalar...
* Sıcaklığın kaplumbağa cinsiyetleri üzerindeki tesiri...
* Kaplumbağa yavruları yumurta kabuklarını nasıl kırmaktadır?
Merhaba insanoğlu;
Uzun zamandır sizinle irtibatımız kesikti. Bunun sebebi benim; çünkü sohbet sırası bana geldiğinde hemen yola çıkmama rağmen huzurunuza ancak bugün gelebildim. Zîrâ benim adım kaplumbağa.. yavaş ve telâşsız hareketlerimle meşhur olmuşum. Rabb'imiz bazı hayvanlara çok süratli hareket etme kabiliyeti verirken, bazılarına da (benim gibi) yavaş hareket etmeye uygun bir vücut yapısı vermiş. Bu yüzden sizler, biraz da tembellik sebebiyle ortaya çıkan yavaşlığı "kaplumbağa gibi yavaş" şeklinde benim adımla kullanarak, bana mâl ediyorsunuz. Halbuki bu durum benim yaratılış hususiyetim. Bir eksiklik gibi gördüğünüz, ağır hareketlerim, yaratılışımda Rabb'imin ihsan ettiği anatomik ve fizyolojik vasıflarım sebebiyledir. Çitalar ve ceylanlar çok hızlı da ne oluyor ki? Neticede onlar da bu dünyada yaşayarak nesillerini sürdürüyor, biz de binlerce, belki milyonlarca seneden beri yeryüzünde üzerimize düşen vazifeleri yerine getiriyoruz. Onların anatomisini hızlı yaşamak üzerine yaratan Rabb'imiz, kudretinin tecellisini ayrı bir sahnede, üzerimizde farklı sanat eserleriyle göstermiş.
En ayırt edici hususiyetimiz, vücudumuzu saran sağlam kemik zırhtır. Sadece baş, ayak ve kuyruğumun çıkabilmesi için bırakılan küçük açıklıklar dışında bütün vücudum, hem alttan hem de üst ve yanlardan birbirine sıkıca kenetlenmiş kemik levhalardan yapılmış zırhla kuşatılmıştır. Bu kemik zırh iskeletimin bir parçası olduğundan içinden çıkma imkânım yoktur. Çünkü boyun ve kuyruk omurlarım dışında bütün omurgam iç taraftan bu kemik zırh ile kaynaşmıştır. Tabii ki, böyle ağır bir zırh ile karada hızlı koşmak çok zor olmaktadır.
Ancak şunu da unutmadan söyleyeyim: Biz kaplumbağalar sadece karada yaşamak için yaratılmamışız. Kara kaplumbağası (Testudo) olarak ben ağır hareket etsem de, mensubu olduğum kaplumbağalar (Testudines) takımından bir kısım türlerimiz denizde, bazı türlerimiz de tatlı sularda yaşayacak şekilde yaratılmıştır. Denizde yaşayanlarımız (Chelonia, Caretta ve Dermochelys gibi cinslerimiz) bize göre çok hızlı hareket edecek tarzda hususî yüzgeçlere sahip kılındıklarından, birçok canlıdan daha hızlı yüzer. Meselâ çorba kaplumbağası olarak bilinen Chelonia mydas 10 günde 480 km yüzebilir. Dermochelys coriacea'nin saatte 35 km hızla yüzdüğü ölçülmüştür. Karada ise, bizler genellikle saatte 0,2-0,4 km gibi yavaş hareket ederiz. Dev Galapagos kaplumbağalarının da bütün gün boyunca toplam hareketlerinin 6 km kadar olduğu ölçülmüştür.
Bu arada evrimcilerin, hakkımızdaki bazı iftiralarına temas etmeden geçemeyeceğim. Fotoğraflarda da göreceğiniz gibi ayaklarım kalın
|
Karada, denizde ve tatlı sularda yaşayan kaplumbağalara, Yüce Yaratıcı tarafından ihtiyaçlarına göre en uygun ayaklar verilmiştir. Karada yaşayan kaplumbağalar kalın tırnaklı iken, denizde yaşayan kaplumbağaların ayakları yüzgeç biçimindedir. Tatlı sularda yaşayan kablumbağalara ise, karada ve suda hareket kolaylığı sağlaması için tırnaklar arasına perdeler yerleştirilmiştir. |
silindirik ve kalın tırnaklıdır. Karada yürüyebilmem için, en uygun ayak böyle olması sebebiyle, Yaratıcı bu ayakları bana vermiş. Denizde yaşayanlarımızın yüzebilmeleri için palet şeklinde yüzgece ihtiyaçları olduğundan, onlara da kocaman yüzgeçler ihsan edilmiş. Tatlı sularda yaşayanlar sık sık karaya çıktıklarından onlara da hem yürümeye, hem de küçük su birikintilerinde yüzebilmeye elverişli olabilecek tarzda, hem parmakları olan, hem de parmakları arasında kısa perdeler taşıyan bacaklar verilmiş. Hayat tarzlarımıza göre en uygun ayaklarla yaratılmamızı evrimciler, akılsız ve şuursuz tabiî seleksiyona ve adaptasyona veriyorlar. Karadan suya veya sudan karaya geçmek için gerekli olan anatomik ve fizyolojik değişikliklerin hepsinin tabiatın, tesadüfî mutasyonlarla ortaya çıkardığı çeşitlerden geliştirdiğini iddia ediyorlar. Halbuki, tabiat bir sanatkâr değil, sanat eseridir. Bizler de o sanata dahil edilerek Rabb’imizin sonsuz ilim ve kudretiyle yarattığı eserleriz. Bugün ilim bir tırnağımıza bile tesadüf karışmasının mümkün olamayacağını söylüyor; ama maalesef inkâra kilitlenmiş olanlara bir şey anlatmak mümkün olmuyor.
Bizim önemli bir hususiyetimiz de dişlerimizin olmamasıdır. Buna rağmen çenelerimizin üzeri sert ve keskin kenarlı keratin (sizin tırnaklarınızın yapıldığı madde) bir kılıfla kaplanmış olduğundan, yiyeceklerimizi kolayca kesebiliyoruz, bu sayede diş eksikliği hissetmiyoruz. Rabb'imiz bununla dilediği takdirde, diş olmadan da canlının rızkını temin edebileceğini gösteriyor.
Türlerimiz farklı farklı büyüklükte yaratılmıştır. Denizde yaşayan deri sırtlı dev deniz kaplumbağası (Dermochelys cariacea) 2 metre boya, 450 kg ağırlığa sahiptir. Bu türün bir ferdi 2,91 metre boy ve 961 kg ağırlıkla rekor kitaplarına girmiştir. Tatlı sularda yaşayanların en büyüğü Macroclemys temminckii (timsah sesli kaplumbağa), bir metre civarında boya, 100 kg ağırlığa sahiptir. Bunların da 227 kg’lık rekor sahibi bir ferdi bulunmuştur. Bu türümüz en kuvvetli ısırma gücüne de sahiptir. Karada yaşayanlarımızın en büyükleri Galapagos, Seyşel ve Aldabra takım adalarında yayılış gösteren dev kaplumbağalardır (Chelonoidis veya Testudo elephantopus). Dünyaca meşhur bu devlerin boyları 120 cm, ağırlıkları ise 300 kg kadardır. Bu türdeki rekor ise, Florida'da özel koruma alanına getirilmiş olan 136 cm boyunda, 68 cm yüksekliğinde ve 385 kg ağırlığında bir ferde aittir.
Kaplumbağa dendiğinde birçoğunuzun aklına uzun ömür geliyordur. Hakikaten Rabb'imiz bizlere uzun ömür vermiş! Belki de bu, ağır hareketimizin ve sakin yaşayışımızın bir hikmetidir. Meselâ; Aldabra adasına belli bir tarihte bırakılan Geochelone gigantea sumeirei alt türünün 152 yaşına ulaştığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde tespit edilen diğer bir ferdin 193 yaşına, bazılarının da muhtemelen 200-300 yaşına ulaştıkları tahmin edilmektedir. Önemli olan çok uzun yaşamak değil, yaşanılan hayatı Rabb'imizin istekleri doğrultusunda iyi değerlendirmektir. Bunu sizin daha iyi bilmeniz gerekir. Zîrâ Rabb'im bizleri mesul tutmamış ve emaneti size yüklemiş. Onun için varlıklara bakarken tefekkür etme ve Rabb'inizi tanıma yolunda gayret de size düşüyor!
Asıl hedefim, sizlere ne kadar mükemmel fizyolojik ve anatomik özelliklerle teçhiz edildiğimi göstermektir. Zîrâ anatomik ve fizyolojik hususiyetlerim, Sonsuz Bir İlim ve Kudret'in eseri olduğumu çok daha açık gösterir. Nitekim bizimle meşgul olan Herpetolog'ların hiçbiri (kurbağa ve sürüngen araştırmacıları) bizlere verilmiş olan sayısız nakışların gâyesiz ve hikmetsiz olduğunu söyleyemiyor. Eğer evrimle tesadüfen oluşacak kadar basit(!) canlılar olsaydık, hem karaya, hem tatlı suya, hem de denize uygun sistem ve organların, farklı ortamların ihtiyaçlarına göre en mükemmel tarzda bulunmaması gerekirdi. Halbuki denizde yaşayan türlerimizin vücut içi sıvı yoğunluğu ve böbrek süzme mekânizmaları ile, karada ve tatlı sularda yaşayanların böbrek fonksiyonları birbirinden çok farklıdır. Denizde yaşayanlarımızın vücutlarına giren tuz, gözyaşı bezlerindeki hususî hücrelerle kandan çekilir ve gözyaşı gibi gözünün kenarından yoğun tuz salgısı olarak atılır. Tatlı suda ve karada yaşayanlarımızda böyle bir problem olmadığı için, onlar gözlerinden tuz çıkarmaz. Fakat karada yaşayanlarımızın su kaybetmemeleri için, azotlu artıkların atılması sırasında sıvı idrar değil, ürik asit ihtiva eden lâpa şeklinde koyu bir idrar atılır.
Nefes alma sırasında hayvanların büyük çoğunluğunda akciğerlerin genişlemesi için göğüs kafesinin hacminin artması gerekir ve bunun için hayvanların birçoğu hareketli kaburgalara sahiptir. Bizim kaburgalarımız ise vücudumuzu üstten ve alttan saran kemik zırh (karapaks ve plastron) ile kaynaşmış olduğundan hareket edemez. Bu durumda akciğerlerimizin genişleyememesi gibi bir durumun olup olmadığı aklınıza gelebilir. Ama hiç merak etmeyin. Müdebbir-i Hakikî olan Rabb'imiz, sonsuz ilmi ile bu durumu bildiğinden bize ayrı mekânizma vermiş. Karın bölgemizin kasları arasına koyduğu bir çift geniş ve kuvvetli kas ile karın içi organlar geriye itilip basılarak, akciğerlerin genişlemesi için yer açılır. Ayrıca bacakların hareketi de akciğerlerin havalandırılmasına yardım eder.
Yumurtalarımızı kumlu ve gevşek toprağın içine gömerek gelişmeleri için Allah'a emanet eder ve kendi hayatımıza döneriz. Kuşlar gibi yuvada yumurta üstünde yatarak beklemeyiz. Güneş gören kumlu toprak ısınınca yumurtalarımızın içindeki embriyonlar gelişmeye başlar. Toprak ısıyı muhafaza ettiğinden yumurtalarımız için çok güzel bir kuluçka odasıdır. Bizlere çoğalmamız ve nüfus yoğunluğumuz üzerinde sıcaklığın mühim tesiri olacak bir biyolojik mekânizma verilmiştir. Kuluçkada çok kritik bir sıcaklığın altında kalan yumurtalardan erkek yavrular çıkarken, bu kritik sıcaklık derecesinin üstünde kalan yumurtalardan dişi yavrular çıkmaktadır. İki sıcaklık arasındaki kritik derecede kalan yumurtalardan çıkan yavruların ise kimisi erkek, kimisi dişi olabildiği gibi, bazı türlerde bu yavrular çift cinsiyetli de olabilmektedir. Meselâ, kara kaplumbağası türümüz olan Testudo graeca'da 29,5 °C'nin altındaki kuluçka sıcaklığında kalan yumurtalardan erkek yavrular çıkarken, 31 °C'nin üstündeki sıcaklığa sahip yuvalardan dişi yavrular çıkmaktadır. Emys orbicularis isimli tatlı su türümüzde 27,5 °C'de erkek, 29,5 °C'de dişi 28-29 °C'lerde hermafrodit (çift cinsiyetli) türler çıkmaktadır. Caretta caretta isimli deniz türümüzde ise 28 °C ve altında erkekler, 30 °C ve üstünde dişiler çıkmakta, 29 °C'de ise yumurtalardan yarı yarıya erkek ve dişiler gelişmektedir. Daha başka bazı hayvan gruplarında da görülebilen bu mekânizmayı ayarlayan Rabb'imiz, bütün kâinatı kuşatan ilmi ile gelecek iklim ve gıda şartları gibi ekolojik dengeleri de bildiği için, bizim bilemediğimiz hikmetlerle yüklü bir şekilde yuvalarımızdaki ısıyı belirleme vasıtasıyla nüfusumuzu ayarlar.
Bir üreme mevsiminde bıraktığımız yumurta sayısı cinslerimize göre değişir. Deniz kaplumbağası türlerimizin erkek ve dişileri denizde bir araya gelirler. Dişiler yumurtalamak için sessiz ve sakin sahillere geceleyin çıkarak, burada derin bir yuva kazar ve içine 70-180 arasında yumurta bırakarak üzerini hemen örterler. Şahin gagalı kaplumbağanın (Eretmochelys imbricata) bir seferde yuvaya 242 yumurta bıraktığı tespit edilmiştir. Chelonia mydas türü ise bir üreme mevsiminde beş aydan daha kısa bir zamanda 11 ayrı yuvaya 1.100’den daha fazla yumurta bırakmıştır. Buna karşılık yassı kaplumbağa türü (Malacochersus tornieri) ile koca kafalı kaplumbağa türü (Platysternon megacephalum) sadece bir, bazen de iki yumurta bırakır. Türlerin büyüklüğüne bağlı olarak kuluçka müddeti de değişir. Genellikle karada yaşayan küçük türlerde 70-100 gün, büyük türlerde 100-160 gün, denizde yaşayanlarda ise 60-85 gün arasında değişen kuluçka süreleri sonunda yumurtadan çıkan yavrular, yuvadan yukarı doğru tırmanmaya başlar. Deniz kaplumbağası yavruları sevk-i ilâhî ile daha doğmadan, denizin yerini öğrenmiş gibi, denize koşmaya başlar. Bu hususta geceleyin denizden yansıyan ay ışığının yol gösterici olduğu düşünülmektedir. Nitekim bazı sahillere yapılan yazlıkların parlak ışıkları geceleyin bu yavruları yanıltmaktadır. Yavrular, denize koşacaklarına kara tarafındaki parlak ışıklara koşmakta ve sabah olunca da güneşin altında kuruyup ölmektedir. Yavruların yumurtadan kolayca çıkabilmeleri için üst çenelerinin sırt kısmına küçük birer keratin dişçik konulmuştur. Bu yumurta dişi ile yavrular içinde bulundukları yumurtanın kabuğuna vurarak yumurtayı çatlatırlar. Dışarı çıktıktan kısa bir müddet sonra vazifesi biten bu yumurta dişi kaybolur.
Karada yaşayan türlerimiz kesinlikle herbivor (otçul) türler olduğu için, sadece sebzelerle ve yeşil bitkilerin meyveleriyle beslenir. Tatlı sularda ve denizde yaşayan türlerimizin kimisi omnivor (her şeyi yiyen), kimisi ise carnivor (etcil)'dur. Denizde yaşayan sadece bir türümüz bitkilerle beslenirken, diğerleri mürekkep balıkları, yumuşakçalar, kabuklular ve süngerler gibi hayvanlarla beslenir. Bu türlerin, sert bir kabuğa sahip istiridye gibi hayvanları bile ısırıp kırabilen güçlü çeneleri vardır.
Karada yaşayanlarımız bitkilerle çok kolay beslenir. Fakat denizde yaşayanlarımızın işi zordur. Deri sırtlı kaplumbağa (Dermochelys coriacea) avlanmak için mürekkep balıklarının peşinden 1.200 metreye kadar dalabilecek bir vücut yapısına sahiptir. Bu türümüzün 1.500 metreye kadar rahatlıkla inebileceği de tahmin edilmektedir. Bu derinlikte mevcut olan yüksek su basıncına karşı koyabilmek için, hem iskelet sistemleri hem de dolaşım ve solunum sistemleri hazırlanmıştır. Meselâ kanlarındaki oksijen taşıyıcı eritrosit miktarı çok fazla olduğu gibi, kaslarındaki oksijeni bağlayıcı myoglobin miktarı da çok fazladır. Bazı tatlı su türlerimizin su içindeki solunuma yardımcı olması için kloak (barsağın ve üreme kanallarının açıldığı ortak odacık) kısımlarının ve yutak bölgesinin iç yüzünü döşeyen mukosa epiteliyle de suda erimiş oksijenle solunum yaptıkları tespit edilmiştir.
Vücudumuzu koruyan kemik zırhımız, aynı zamanda bir kalsiyum deposu olarak vazife yapacak şekilde ayarlanmıştır. Meselâ,
üreme zamanında dişiler yumurta bırakacağı zaman yumurtaların etrafını saran koruyucu kabuğun yapımında bu kalsiyum deposundan metabolik olarak istifade edilir. Kış uykusuna yatan türlerimizin de kanlarındaki elektrolik yoğunluğunun ve asit-baz dengesinin korunmasında kabuğumuzdaki bu kalsiyum deposunun büyük ehemmiyeti vardır.
Sevgili insanoğlu daha anlatacağım çok şey vardı; ama yerimiz doldu. Anlatamadığım diğer incelikleri ferasetinize bırakıyorum. Bütün bu güzellik ve sanatların Hakiki Sahibi’ni tanımana vesile olabilirsem, vazifemi yerine getirmiş sayılırım. Haydi selâmetle kal!