ÇOOOK UZAKLARA GİTTİ
“Fark atabilmek için farklı bir çıkış, fark edebilmek için de farklı bir bakış gereklidir.”(Torlakon öğretisi)
Hayatlarını halkın huzur ve refahlarına adamış olan kulların kalp gözleri de aralanmaktadır. Bunu üç örnekle dile getirmek yeterli olur sanırım…
Matematiğin bir alt kolu olan geometri(yerölçümü) biliminin ortaya çıkışı M.Ö. 2000’li yıllara dayanmaktadır. Bu bilimin doğuş nedeninin başında da, arazi anlaşmazlıkları yatmaktadır. Bu anlaşmazlıkların asıl görülme yerleri ise, medeniyetlere beşik olan verimli ve büyük deltalardır. Deltalardaki ekili alanlar nehirlerinin taşması sonucu su altında kalmakta ve arazi sınırları da birbirine karışmaktadır. Geometrinin babası sayılan Öklid (M.Ö. 330 – 275) de, Nil deltasında bulunan İskenderiye’de doğmuştur…
Her devrin bilginleri, halkın taleplerine çözüm getirebilmek için kendilerini her konuda yetiştirmeye zorlamışlardır. Gecelerini gündüzlerine katmışlar; sakallarına karışan saçlarını kısaltmaya bile zaman ayıramaz olmuşlardır. Dolayısıyla, zaman onlar için en değerli varlıktır…
Derler ki;
Günlerden birgün 55 yaşındaki bilgin Öklid kaygı içinde çevresine “Yarın güneş doğmayacak” der. Onun bilgeliğine saygılı olan ve söylediklerine değer veren çevredekiler de kaygıya kapılırlar. Fakat, endişeli ve korkulu bir gece bekleyişinin ardından sabah yine olmuş, güneş de yeniden doğmuştur. Geceleri zehir olan ve güven duyup durdukları bilgeye karşı düşünceleri bir anda değişen öfkeli halk, onun yalancı çıkmasının hesabını sormak için kapısına dayanırlar. Kendisinden herhangi bir cevap alamayınca da kapıyı kırıp girerler. Elleriyle uyandırmaya çalıştıklarında da kaskatı kesilmiş olduğunu görürler. Saatler önce ölümün karanlığına bürünen Öklid güneşi görememiştir…
* * *
En doğru, en kalıcı, en pahalı ve en etkili öğrenim şekli, yaşayıp da öğrenmektir…
Büyük İmam Ebu Hanife’ye (699-769) gelen bir kişi “Ölümün nasıl bir duygu olduğunu ve ölürken neler yaşandığını” sorar.
Sorunun cevabını elbette ki biliyor olan Büyük İmam; “Ben bunun cevabını ancak şu yıl, şu gün verebilirim.” der. Verilen tarihi merak içinde ve iple çeken kişi, o gün geldiğinde doğruca onu bulmaya yönelir. Fakat öğrenir ki; Ehl-i Beyt düşmanı Emevi ve Abbasiler’in zindanlara kapatıp yıllarca işkence yaptığı Büyük İmam vefat etmiştir.
“Tüh be! Oysa yıllarca ben bu günü beklemiştim. Ne yapacağım şimdi?” diye hayıflanan şahıs, o günün gecesinde İmam’ı rüyasında görür. Sorusunun cevabını da tüm ayrıntısıyla alır.
İmam’ımız, ölümün nasıl bir şey olduğunu başkalarından öğrendikleriyle değil, yaşayıp da öğrendiğiyle anlatmak istemiştir…(Mevla ondan razı olsun, Torlakon’u sevenleri de ona dost eylesin-amin)
* * *
Asıl nasihâtin kimden geleceği belli olmaz. Hayatî önem taşıyan kimi nasihâtler, halk içinde “kılıksız” olarak adlandırılan kimselerden gelmektedir. Çünkü onlar hayatı yaşayıp da öğrenenlerdir…
Çocukluğumda şu öyküyü anlatırdı, okuma yazması olmayan anacığım:
Varlıklı ve kalburüstü kesimden olan bir kişi, yeni bir ayakkabı edinmek için bir babışçıya uğrar. Pek çok isteği vardır ayakkabısıyla ilgili; “Sağlam olsun, rahat olsun, yüksek olsun, dayanıklı olsun, onunla çoook uzaklara gidebilsin…”
Oysa, ayakkabıcının kalp gözü açıktır ve müşterisinin birkaç saat içinde öleceğini bilmektedir. “Benim tavsiyeme uyarsa belki de kazası ertelenir” düşüncesiyle; “Bakın beyefendi, şu gördüğünüz ayakkabı, bir husus dışında tam da sizin istediğiniz tarzda. Sadece tabanı ince olduğundan yüksek değil. Fakat sizi têmin ederim; ince tabanına rağmen daha dayanıklıdır, daha hafiftir ve sizi de çoook daha uzaklara götürebilir.”
Başkalarının nasihâtine kulak asmayı pek de gururuna yediremeyen kalburüstü müşteri, istediğinde ısrarcı olur ve kalın tabanlı yüksek bir pabucu ayaklarına geçirir. Sözleri ka’le alınmayan babışçı da bu arada birkaç dörtlük mırıldanmaktadır. Dörtlüklerin konusu “kavuşma yakındır” uyarısını gütmektedir. Fakat uyarılar, burnu çok havalarda olan müşterinin kulaklarını teğet geçmektedir…
Neden sonra kendi beğendiği ayakkabılarıyla yola koyulan müşterimiz birden şiddetli bir sağanağa yakalanır. Her yer çamur deryasına dönüştüğü için, tabanına yapışan çamurların daha da ağırlaştırdığı ayakkabılarla hızı kesilmiş ve yorulmuştur. Yolu üzerinde bulunan köprünün yarısına geldiğinde, bir gümbürtüyle kendini azgın suların arasında bulur. Köprü, sağanak yağışın oluşturduğu sele dayanamamıştır. Sonuçta, yeni ayakkabılarıyla çoook uzaklara gidebilmeyi arzu eden müşterinin bir şekilde istediği olmuş; bulanık ve azgın suların elinde çarpıla çarpıla koca denizlere kadar gitmiştir…
Birinci açı: “Sevimsiz bir güzel, sevimli bir çirkinden daha çirkindir.”
İkinci açı: “Sevimli bir çirkin, sevimsiz bir güzelden daha güzeldir.”
Torlakon felsefesi ikinci açıdan bakar ve tavsiye eder...
Türk Filozof TORLAKON
(TORLAKON; "Türk Savunma Sanatı{ ÇAKIRPENÇE } ve Hayat Felsefesi, Tabuların Yakıldığı Akıl Ocağı, İnsanlığa ve Gerçeğe Açılan Pencere, Batı Toroslar'dan Yükselen Işık, Gürleyen Ses ve Anadolu Türk Ruhu'nun Yeniden Şahlanışı"dır.)
ERGENEKON VADİSİ’nden sel gibi çıktık!
MALAZGİRT OVASI’ndan kasırga gibi girdik!
TORLAKON YAYLASI’ndan yıldırım gibi gürleriz!!!...
"BEN VE MİLLETİM TANRI'NIN KIRBACIYIZ. TANRI KENDİ YOLUNDAN ÇIKANLARI CEZALANDIRMAK İÇİN BİZİ GÖNDERİR."
( Türk İmparator ATİLLA )
"BU MEMLEKET TARİHTE TÜRK'TÜ, HÂLDE TÜRK'TÜR VE EBEDİYEN TÜRK OLARAK YAŞAYACAKTIR."
"HAYATTA YEGÂNE VARLIĞIM VE SERVETİM, TÜRK OLARAK DOĞMAMDIR."
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!"
( MUSTAFA KEMAL ATATÜRK )
*** Türkistan'da TONYUKUK, Türkiye'de TORLAKON ***