Açılış Sayfam Yap   Sık Kullanılanlara Ekle   

   Anasayfa          Künye          Yazar Girişi         Sitene Ekle         Arşiv
 
TORLAKONDAN - GAZİKOVAN - TÜRK FİLOZOF TORLAKON
   
 GAZİKOVAN

GAZİKOVAN
 Yazı Boyutu

 Tarih : 23.05.2010 - 17:33:03


(Ulusal kurtuluş savaşımızda cephede kullanılan her top mermisi tekrar doldurulmak üzere barut atölyelerine gönderilmektedir. Gazikovan 9 defa doldurulmuş bir kovandır. Ayrıca, atan topçuyla dolduran teknisyen arasında 8 defa iletişim aracı olarak da

 

GAZİKOVAN
(Ulusal kurtuluş savaşımızda cephede kullanılan her top mermisi tekrar doldurulmak üzere barut atölyelerine gönderilmektedir. Gazikovan 9 defa doldurulmuş bir kovandır. Ayrıca, atan topçuyla dolduran teknisyen arasında 8 defa iletişim aracı olarak da görev yapmıştır.)
 
Mart 1921 - İnönü Ovası
İnsanın iflahını kesen buz gibi  bozkır ayazında Ethem Çavuş'un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu ve bunca süreden sonra elleri neredeyse duyarsızlaşmıştı. Sabit, artmayan, ızdırap verici sayılmayacak basit bir sızlama gibiydi sadece. Oysa her iki avucu da tamamen su toplamış, kabarmıştı…
Mart ayazında esen poyraz, İnönü Ovası’ndan kalkan tozu düşmana doğru süpürüyor, süvariler düşman hatlarına doğru, poyrazdan da hızlı hücum ediyorlardı. At kişnemeleri, top gümbürtüleri, insan çığlıkları, tüfek sesleri, süngü ve kılıç şakırtıları birbirine karışmış, Ethem Çavuş'un yarı sağır kulaklarında değişmez, bitimsiz bir savaş uğultusu haline gelmişti. Her ses o tek sesin minik bir harmoniği, o polifonik ezginin bir anda ısıtılıp kaybolan notaları gibiydi. Ethem Çavuş, 75 mm'lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu. Artık otomatik hale gelmiş hareketlerle sandıktan mermi alıyor, topa sürüyor, ateşliyor, boş kovanı çıkarıp ayaklarının dibindeki başka bir sandığa atıyordu. O anda eline bir somun ekmek verseler, onu bile topun mermi yatağına sürebilirdi. Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Hareketini yavaşlatan bu saçmalığa kızarak çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Taarruza ara verdiğinde merakını uyandıran yazıyı okumak istiyordu…
Birkaç dakika sonra soğumus olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri attı. Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuş’a istirahat verdi. Yarım saatlik istirahatte erler top arabasını çekerlerken o da yemeğini yiyecek, namazını kılacaktı. İlk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu. Kovanın üzerinde "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8.Batarya 26 Rebiyülahir 1339* İnönü" yazıyordu. Birinci İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara'daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi. Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavus, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının 'kalem' dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı:
"Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü"

 

* * *

 

Beş gün sonra Ankara Atölye'nin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi.

Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı. "Kâmil Usta! Müjdemi isterim! Senin yavru cepheden dönmüş!" Tüm personel kalfanın ne söylemek istediğini anlamıştı…

Kısa bir süre için işler durdu. Hepsi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu. Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır dualar ediyorlardı. Ustalar, iş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı. Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" deyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp

”Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi" dedi…

Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim, Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı. Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi…

 

* * *

 

Eylül 1922 – Ankara

Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz  kere daha atölyeye uğradı.

Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her zorlu durağından Ankara'ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu. Türk ordusunun İzmir'e girdiği gün Ankara'da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu. Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta;

”Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 12 Muharrem 1341*** Banaz" yazılıydı.

Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular;

 

"Bismillahirrahmanirrahim.

Selamün aleyküm gayretperver ustalar. Allah'a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir'e, kalplerimizdeki imânımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz'daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla sahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malûmunuzdur ki; vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar'ı ele geçirdiğimizde, Seyfi Çavuşun ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu. Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum. Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden,

Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun.

Yüzbaşı Muhsin Talat. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 14  Muharrem 1341 Salihli”

 

Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler. Amin, işin bahanesiydi. Ellerini yüzlerine sürüp çevrelerine belli etmeden gözlerini silmekti dertleri. Oysa her biri bir diğerinin de ağladığını biliyordu. Dışarıdan gelen neşe dolu marş sesleri bile kederlerini dağıtamıyordu.

Kâmil usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti…

 

* * *

 

Ocak 1923 – Ankara

Savaşın bitmesinin ardından Ankara'daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının -belki de yıllarca- sandıkların içinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı. Öyle de oldu; ama mermi bir kez daha kullanıldıktan sonra Hamdi Vâsıf'ın evinde, camekânlı konsolun içindeki yerini alacaktı. Üstelik teğmen, bir tesadüf eseri merminin hikâyesini öğrenecek, bu hikâyeyi hatıratında yazacaktı.

 

* * *

 

29 Ekim 1923 – Ankara

Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Surlara ulaşınca 75 mm'lik toplardan birinin yanına koştu. Yarım saat önce 20:30 sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş'un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat'ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi.

"Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım"  Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu. "Evet teğmenim? Sizi dinliyorum" Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı. "Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim" Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. Hamdi Vâsıf'a defalarca teşekkür ediyor, çevresindeki askerlere mermiyi sökebileceği bir iki alet getirmelerini emrediyordu. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti.

Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu.

82, 83, ...97, 98, 99...

On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş "Yüzüncüyü attık komutanım" diyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek selamladığı o son top sesi Ankara'nın her duvarından yankıyıp dört yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile...

Hamdi Vâsıf, yüzbaşının kovanı biliyor olmasına şaşırmıştı. Muhsin Talat, sorar gözlerle kendisine bakan genç subaya ötedeki, üzeri sonbaharın, son kır çiçekleriyle ve iki küçük Türk bayrağıyla süslenmiş masayı işaret etti.

“Gelin teğmenim. Bizim çocuklar çay demlemiş. Çay içip sohbet edelim. Size kovanın hikayesini bildiğim kadarıyla anlatayım ve sizin hikayenizi dinleyeyim.”

* * *

Dört gün sonra kovan, Millet Bahçesinde bir tahta masanın üzerindeydi ve çevresinde 3 adam oturmuş sohbet ediyorlardı.Yüzbaşı Muhsin Talat, Teğmen Hamdi Vâsıf ve Kamil Usta o gün aralarında bir karar aldılar. Kovanı her yıl cumhuriyet bayramında değiş tokuş etmek üzere nöbetleşe saklayacaklardı. Kovanın nihai sahibi, içlerinde en son ölen kişi olacaktı. 1936 yılında Kamil Ustanın ve 1942 yılında Muhsin Talat’ın vefaat etmesiyle kovan Hamdi Vâsıf Gazikovan’a kaldı. 1934’teki soyadı kanununda bu üç adamda “Gazikovan” soyadını almışlar, kovanın aracılığıyla isim kardeşi olmuşlardı. Aralarındaki ülkü kardeşliği ise zaten yadsınamazdı…

”Kovan” sözcüğü insanlarda “kovalayan” anlamını çağrıştırıyordu. Bu yüzden 3 adam da soyadlarının anlamını sorana sormayana, hikâyeyi heves ve gururla anlatıyorlardı…

“Fedakârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı.”(Torlakon öğretisi) 

* * * 

 

Temmuz 2005 İstanbul Gazikovan ailesinin evi

“Alooo! İyidir kanki yaa noolsun! Siz ne ayardasınız? Bizim valide sultan akşam akşam iş çıkardı başıma... Taşınıyoruz ya; bodrumdaki öteberiyi toplayacakmışım. Birsürü ıvır zıvır var. Bir hurdacı çağıralım dedim dinletemedim... Ya! Gelirim gelmesine de annem yaratık gibi dikilmiş başıma hareket çekiyor. Tamam baba. Araşırız. Byeee!”

Evin 20 yaşındaki oğlu Sertan telefonu kapatıp annesine ters bir bakış fırlattı;

“Ne var yaa? Ne kaynaşıp duruyon?!”

“Doğru konuş yırtarım ağzını! Bodrumu toplamadan hiçbir yere gidemezsin!.”

“Tamam yaa! Toplayacağız işte”

“Hadi sallanma!”

Sertan karanlık ve nem kokan bodrumun ışığını yakıp ayaklarının dibinde yığılı karton kolilere sıkı bir tekme savurdu. Nereden başlayacağını bilmez bir halde kolilere bakarken bir tanesini sinirle tepetaklak etti. Koliden dökülenlerin en üstünde sedef  kakmalı ahşap bir kutu gözüne çarptı. Kutuyu açıp içindeki kovanı çıkardı. Bir silah üstündeki Osmanlıca yazıları inceledikten sonra kutudaki meşin kaplı defteri eline aldı. Mürekkepli kalemle muntazam bir yazıyla doldurulmuş defteri okumaya koyuldu. Neyse ki defterdeki yazılar Latin alfabesiyle yazılmıştı; ”Evlatlarım, torunlarım! Bu kovan şanlı bir tarihin tezahürüdür. Üzerinde yazanları inayeti üzerlerinize olsun. Babanız, dedeniz, Emekli Albay Hamdi Vâsıf Gazikovan. 29 Ekim 1953”

Hamdi Vâsıf ve eşinin 1956 yılında bir deniz kazasında ölmesi üzerine eşyaları, acılı aileye yardım etmek isteyen konu komşu tarafından toparlanıp oğulları Şerif ve kızları Hamiyet’in evlerine götürülmüştü. İşe yarar eşyalar iki evde kullanılırken, kutuların çoğu yıllar boyu hiç açılmamış, bodrum katlarda neredeyse çürümeye terkedilmişti. Babasının kovan hakkındaki hikâyesini defalarca dinlemiş olan Şerif Bey, bir yığın eşyanın arasından kovanı bulup çıkarmaya üşenmiş, her aklına geldiğinde bir sonraki sefere demiş. Lâkin kovan gün yüzüne çıkamadan Şerif Bey de Hakkın Rahmetine kavuşmuştu. Ardında, hikâyeyi önemsemeyecek kadar az bilen iki evlat bırakarak… Hamdi Vâsıf’ın bu en değerli mirasına 50 yıl sonra ilk dokunan, torununun çocuğu Sertan oldu. Genç adam loş ışıkta defterin sayfalarını hızlı hızlı çevirerek her sayfadan birkaç cümle okudu. Defterde yazılanlar çok da ilgisini çekmemişti. O sırada çalan cep telefonunu yanıtladı;

“Alooo!...

Hadi yaa! Megafikir!...

...tamam moruk. Geliyorum. Bekleyin

Kızlardan kimler var?..

.Ufff! Kadroya bak! Pelin’e dokunanı yakarım bilmiş olun!”

Elindeki kovanla defteri duvarın dibine doğru fırlatıp bir küfür savurdu

“Ulan başlarım kovanına daaaa, defterine de!.” Söve saya merdivenden çıktı. Annesinin bağırtılarını kulak arkası ederek kapıyı çarpıp kendini sokağa attı. Alemlere akmaya gidiyordu. Bir hafta sonra hamallar Gazikovan ailesinin eşyalarını Sarıyer’deki yeni evlerine indirirken, Maltepe belediyesinin temizlik işçileri ise boş evin önündeki karton kutuları çöp arabasına yüklüyorlardı.

Aracın hidrolik presi tıslayarak kutuları hazneye sıkıştırırken yükselen çatırtılar, bir milletin kadirbilmezliğine yakılmış bir ağıt gibiydi. Çatırdayan kovanın, sedef kakmalı tabutu değildi tabii ki, Cumhuriyetin yitirilen ruhuydu. Mustafa Kemal’in tüm kötülükleri, cehaleti, geriliği ve aczi içine hapsedip kilitli bir şekilde milletine emanet ettiği Pandora kutusuydu. Çeyrek asır süren bir diriliş efsanesinin, yarım asır daha sonra gördüğü muameleye isyanıydı. Ve hatta, Sertan’ın yaşındayken Şehit olan Karahisarlı Seyfi Çavuşun kemikleriydi…

* * *

(Bu olayın açığa çıkmasıyla beraber duyarlı bir Silahlı Kuvvetler mensubu, MKEK'de çalışan ve emekli bir subay olan ağabeyine bu bilgiyi iletir. O da bu yazıyı, emekli bir general olan MKEK Genel Müdürüne verir. MKEK Genel Müdürü, bu hikâyeden K.K.K Org. Yaşar Büyükanıt'a bahseder. K.K.K.nı GAZİ KOVAN'ı, PİRİNÇ İĞNESİ ve MEKTUPLARI buldurur. Hikâyesi ile beraber MKEK'ye teslim edilir. Bir süre GAZİKOVAN; TANDOĞAN/ANKARA’daki MKE Genel Müdürlüğü’nün Şeref Salonunda sergilenir. Gazikovan şuanda hazırlanmış olduğu özel kutusuyla birlikte Topçu Ve Fz.Okl.K.lığı Okul Müzesinde sergilenmektedir.)

Kaynak: Sanalağ(internet)


  Editör :  TORLAKON

4911 Kişi Tarafından Okundu.

Yazdır Yorum Ekle Tavsiye
 
1 2 3 4 5   Bu Habere Toplam 52 Puan Verildi
 Kaynak :  TÜRK FİLOZOF TORLAKON

 Kategori ¬ TORLAKONDAN

  Yorum ( 0 )   

Kayıtlı Yorum Bulunmuyor.

 

 Bu Kateoriye Ait Diğer Başlıklar

 
 
 

 Duyuru
  DEĞERLİ CANLAR MERHABA Torlakon ocağı, Türk Milletinin ve insanlığın bekâsı için tütmektedir. Nefesi olmak istiyorum, kâlbi vatan için atanın; sesi olmak istiyorum, toprakta kefensiz yatanın(TORLAKON)  

 
Henüz Haberlere Puan Verilmemiş..
 
Bugün için Haber Eklenmedi.
Bu Hafta içinde Haber Eklenmedi.
Bu Ay içinde Haber Eklenmedi.
 
 Takvim
 
 Ziyaretçi İstatistikleri
   
 Online : 3
 Bugün : 18
 Dün : 219
 Toplam : 1126757
 Ip No : 18.117.105.230
     
 
 Vatan Size Minnettar
 

 
 Son Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi
 
 Popüler Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi.
 
 Döviz Bilgileri

  Döviz Alış Satış
  Dolar 34.4495 34.5115
  Euro 22.2327 22.3799
 
 Hava Durumu



 
 Reklam



 

 



 
 

   © Copyright - 2008- TÜRK FİLOZOF TORLAKON - Tüm Hakları Saklıdır. 

TÜRK FİLOZOF TORLAKON

 Çilem.Net altyapısını kullanmaktadır.