Dertlisin sen kardaaaş!...
(Arzu cana ithafen tüm dertlilere)
…
Hem öyle bir dert ki;
Daha ana karnında bulaşır,
Senin mayana karışır.
İnsanlıktır bu derdin adı…
…
Görmedim diyemezsin,
Duymadım diyemezsin,
Bana ne diyemezsin…
İnkâr edemezsin aklını,
Sümenaltı edemezsin vicdanını,
Bir türlü sakinleştiremezsin çırpınan yüreğini,
İnsanlığından ödün veremezsin…
…
Öyle bir dâvâya kaptırırsın ki kendini,
Senin olmaktan çıkmıştır yaşadığın hayat;
Nemli ve soğuk viranedeki yoksul insan,
Sokakta aç kalan, hastalık çeken, eziyet gören hayvan,
Savaş, işgâl ve zulüm altında feryat eden mazlum can,
Şehidin tabudu başında gözyaşı döken yetim, evdeş, ana, bacı, kardaş sen olursun.
Hiç kimse duymasa bile sen duyarsın şehidin son dileğini;
“Hakkımı sen haykır gardaaaş!” dediğini.
Onun yerinde bulursun kendini,
Sanki seni vurmuştur kâfir kurşunları,
Elini bastığın yaralardan sızıp parmaklarını boyayan ılık kan senindir.
Senin sırtındadır; belki de hayatında hiç dokunmadığın kevgire dönmüş hâkiler…
Dedim ya, sen o olmuşsundur artık:
Çağırıp da üzmek istemezsin okuma yazması olmayan anacığını.
Daha kırkında belini bükmek istemezsin yoksul babacığının.
Senin için üzülmesini istemezsin hiç kimsenin.
Fakat birileri haykırmalıdır senin adına,
“Hakkımı sen haykır gardaaaş!” diye nidâ edersin
Yaraların sızlar, al kanın ılgıt ılgıt akarken,
Yine kendin duyarsın kendi feryadını.
Omuzlarına yüklersin onun dâvâsını, bir diğerininkini,
Üç, beş, on, yüz, bin, ... binlercesininkini…
Binlerce parçaya bölersin yüreğini.
Yüreğinin büyüklüğüne şaştıkça şaşarsın…
…
Geçmişine sahip çıkamayanın, geleceğinin de olamayacağını,
Vatan Millet Sakarya nutukları atmanın riyakârlığı olabileceği halde;
Vatan uğruna can verip, kör olup, sakat kalmanın riyakârlığının olamayacağını,
Şehitlerine nankörlük edenlerin, vatana da ihanet etmiş olacaklarını,
İhanete seyirci kalanların da yurtsuz kalacağını haykıran sen!
Sen koca yürekli bir dertlisin kardaaaş!...
…
“Fedakârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı.”(Torlakon öğretisi)
…
Uykusuz bırakır gördüklerin,
Beynini tırmalar duydukların,
Sanki fırından çıkmış gibidir yüzünü yasladığın yastık,
Gözyaşlarınla serinletirken onu,
Bir şeyler yapmanın derdiyle yorarsın beynini,
Yanlışları sorgulayan mantığın mola yüzü görmez,
Uyarmaya çalışırsın memleketi yöneten çobanları,
Yabancı aklına uyanları, gaflet batağında uyuklayanları…
Çabaların karşılık bulursa yükün hafifler, huzur bulursun,
Takdir göremezsen eğer, benzin solar, mahzun olursun.
Çöken hüznün ağırlığı eğdirir kaşlarının kanatlarını,
Gözlerin yerdeki bir noktaya bakar gibi sonsuza odaklanmışken;
“Geldim şu alemi ıslah edeyim,
Özümü meydanda gördüm sonradan.
Zaman mahlûkuna meylimi verdim,
Sermayemden zarar gördüm sonradan.” diyen ozanımız misâli,
Âlemde bir başına kalmışlığın hissiyle kararan dünyâna;
“Ben ayımı yerde gördüm, ne isterim gökyüzünden.
Bana rahmet yerden yağar; benim yüzüm yerde gerek.” diyen
Derviş Yunus’un şavkı yetişir.
Gökten yağan rahmeti reddeden taşlara kızılamayacağı gibi,
Her toprağın suya hasretinin de farklı olacağını getirir akla.
Her insanın uyanıklığının da birbirinden farklı olduğu gibi…
…
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” diye uyarır hazreti peygamber.
Seher yelinin büzdüğü kılcal damarların hareketlendirdiği yürek,
Derhal uyanıp tedbir almasını ister beyinden.
Her yüreğin beyni uyarması farklı olduğu gibi,
Her beynin bedeni uyandırması da farklıdır.
Yürek de, beyin de, beden de “ârif” olmak zorundadır.
Aksi takdirde gafletle telef olacaklardır hep birlikte…
Uyarıcı deprem olursa;
Birincil (P) dalgalarda uyananlar kurtulabilir.
İkincil (S) dalgalarda uyananlar şanslıysa kurtulabilir.
Asıl yıkıcı (L) dalgalarda uyananlar da, yıkıntıda canlı kaldılarsa kurtulabilir…
Hissederek uyanmak, duyularla uyanmaktan çok daha önemlidir.
Zaman kavramını aradan çıkarmanın yolu his sahibi olmaktır.
Birincil dalga daha yola çıkmadan hiposantrda hissedilecektir.
Gözlerinde perde olmayanlar hissederler.
Onların depreminin hiposantrı “Elest Bezmi”dir çünkü.
Gaflete düşmelerine bir an bile fırsat vermez “Kâlu Belâ” titreşimleri.
Sarsıntının episantr merkezi onların yürekleridir.
Canların ve insanlığın dertleriyle yüklüdür onlar.
Hep uyanık oldukları halde, yaşayan ölü gibidirler.
Yerli yersiz gözyaşı döktükleri için deli sanılırlar.
Herkes bir şekilde gülecek bu dünyada,
Kimileri yaşarken, kimileri de ölürken.
Selam olsun öylesi delilere,
Ölürken gülebilenlere…
10 Nisan 2010
TÜRK FİLOZOF TORLAKON
(TORLAKON; "Türk Savunma Sanatı{ÇAKIRPENÇE} ve Hayat Felsefesi, Tabuların Yakıldığı Akıl Ocağı, İnsanlığa ve Gerçeğe Açılan Pencere, Batı Toroslar'dan Yükselen Işık, Gürleyen Ses ve Anadolu Türk Ruhu'nun Yeniden Şahlanışı"dır.)