ÖLÜM
Türkler ölmek kavramını “yükselmek” ile ifade etmişlerdir. Köktürk anıtlarında ölmek için uçmak, uça barmak (uçup gitmek), kergek bolmak fiilleri de kullanılır. Uçmak fiilinin “yükselmek” ile ilgisi açıktır. “Kergek” kelimesi de şahin cinsinden bir kuşun adıdır; dolayısıyla kergek bolmak da “şahin olup uçmak” demektir.
Ölmek fiilinin de ilk anlamı “yükselmek”tir. Eski Türk metinlerinde ve bugünkü lehçelerde “yükselmek, yerden çıkıp yükselmek, büyümek” anlamında üç fiil vardır: Örmek, önmek, ösmek / özmek. Üçü de ö- ile başlayan bu fiiller kardeştir; yani hepsi de ö- fiilinden türemişlerdir. Ölmek fiili de bunların dördüncü kardeşidir; o da ö- fiilinden türemiştir. Buradan anlıyoruz ki onun da başlangıçtaki anlamı “yükselmek”ti. Nitekim öl- fiilinin Moğolca’daki karşılığı olan uli- hem “yükselmek” hem “ölmek” anlamına gelir.
Türklerde “ölmek” kavramının hep “yükselmek” ile ifade edilmesinin sebebi, ölen insanın ruhunun göklere yükseldiğine inanılmasıdır. İnsan ölünce ruh ölür, yani yükselir; şahin donuna girip uçar; uçup gider. Demek ki Türkler “ölmek” fiili için “bedenin yok olması” kavramından hareket etmemişler; “ruhun göğe yükselmesi” kavramından hareket etmişlerdir. O zaman Türklerde ruh için de bir kelime olmalıdır. Evet, böyle bir kelime vardır ve onu hâlâ kullanıyoruz: Öz. Türkiye Türkçesinde öz kelimesinin anlamı “asıl, cevher”dir ve bu anlam, “ruh” kavramıyla hemen hemen aynı şeyi ifade eder. Dikkat edilirse öz kelimesi de ö- ile başlamaktadaır; yani o da “yükselmek” anlamındaki ölmek, örmek, önmek, ösmek fiillerinin isim kardeşidir. Fiiller “yükselmek” demektir; isim olan öz ise “yükselen şey, ruh” anlamındadır.
Dinimize göre el-hükmü lillah, “hüküm Allah’ındır” ve küllü nefsin zâikatü’l-mevt, “her nefis ölümü tadacaktır.” Bilge Kağan da öd Tengri yaşar, kişi oğlı kop ölgeli törümiş, “zamanı Tanrı yaşar (ebedî olan Tanrıdır); kişioğlu hep ölmek için yaratılmıştır” diyor. Aslında evren denilen sonsuz akışa “zaman” kavramını giydiren bizim zihnimizdir. Varlık hep vardı ve var olmaya devam edecek; fakat bin bir türlü renge, bin bir türlü dona (biçime) girerek. Hep var olan, önsüz olan yüce Tanrı kün “ol” deyince O’nun tecellileri, farklı tezahürleri olmaya başladı; fe-yekûn, “hâlâ oluyor.” Dikkat edilirse Tanrı kün “ol” dedikten sonra gelen fiil (yekûn) “oldu” anlamında değil “oluyor” anlamındadır ve bu, oluşumun devam ettiğini göstermektedir.
Hayat da ölüm de oluşumun farklı parçalarıdır; oluşum, şekil değiştirerek devam etmektedir. Önsüz ve sonsuz akış içinde bir insan ömrü, bizim altmış, seksen, doksan yıl dediğimiz ömür, atom altı parçacıklardan çok daha küçük bir nano-parçacıktır; parlayıp söner ve yeni bir biçime girip devam eder. Sonsuz akış içinde bütün parçacıklar belki de birbirlerine tutunarak ilahî bir musiki eşliğinde ilahî bir dansın ritmine ayak uydurmaktadırlar.
Teşekkür
Oğlum Satuk Buğra’nın ölümü vesilesiyle acımızı paylaşan bütün dostlarımıza, bütün okuyucularıma teşekkür ederim.
( Ahmet B. ERCİLASUN )
Çok değerli hocamıza başsağlığı ve hayırlı çalışmalarında zirve başarılar, yüreğinin parçası Satuk Buğra’ya da Ehl-i Beyt komşuluğu diliyorum.
“Önden giderse sevilenler, kolay gelir ölümler.”(Torlakon öğretisi)
ÖLÜM YAKAMDAN TUTMA GİT
Ölüm yakamdan dutma git
Gençlik çağım geçende gel
Gurbet elde merhamet et
Var sılama göçende gel
Git sılama göçende gel
Şu dünyanın havasından
Geçmez gönül dâvâsından
Yavrularım yuvasından
Ganatlanıp uçanda gel
Ganatlanıp uçsun da gel
Bahar gelme yazda gelme
Kışda gelme güzde gelme
Seksen doksan yüzde gelme
Yüz onunu geçende gel
Yüz onunu geçende gel
Feymanî'nin ladesini
Takib eyle vadesini
Ölümsüzlük badesini
Yar elinden içende gel
Dost elinden içende gel
Âşık Feymanî (Osman TAŞKAYA)