Zihinleri saran ihanet salgını...
“Bazısı” veya “kimisi” yerine, “herkes” veya “hepsi” kelimelerini kullanarak yapılan genellemeler, çıkış noktasındaki olası haklılığı sonuç olarak yanlışlığa sürükleyebilir.
Nasıl mı?
Bir kişinin veya bir kesimin şahsi düşünce ve hareketlerinden yola çıkarak, bir şehri veya bir bölgeyi zan altında bırakacak sakat bağdaştırmalar gibi…
Mesela… Her Kürt, bölücü örgüt yanlısı mıdır? Elbette ki değildir…
Bunun en güzel cevabını, Sayın Ali Kırca’nın sunduğu “Siyaset Meydanı” programına katılan çocukların “Kürt Açılımı” hakkında yaptıkları yorumlardan anladık.
Şöyle ki; “Pe Ke Ke kimdir? Benim ablamdır, benim dayımdır, benim amcamdır, benim abimdir” diyen çocuk yaşta zihni bulandırılmış Hakkarili Uğur’un Kürtlerin hepsini bölücü terör örgütünün mensubu olarak göstermeye çalışması ne kadar tehlikeli ve yanlış ise, diğer çocukların da bütün Kürtlere potansiyel terörist gözüyle bakması o kadar hatalı olacaktı…
Ne mutlu ki; acı ve öfkenin sürükleyebileceği böyle bir yanılgıya düşülmedi…
Siyasetin, dar alana sıkışması yerine, ülke geneline yayılması gerekliliği anlaşıldı…
Aydınlık yarınlarımızın teminatı çocuklarımızın büyüklere parmak ısırtacak cinsten bilinçli ve ayırt edici konuşmaları bana yıllar öncesi yaşadığım benzeri bir olayı hatırlattı.
***
Üniversiteye yeni başladığım dönemler… Kulaklarımda çınlayan rahmetli anamın tembihleri ve karşılığında verdiğim sözler; “Ülkücü düşüncelerinden dolayı cezaevine atılan ve onüç yıl öğretmenlik mesleğinden uzaklaştırılan ağabeyim gibi siyasete bulaşmayacağım ve okulumu vaktinde başarıyla tamamlayacağım!..”
Tanışma faslıyla başlayan “Nerelisin?” soruları ve zamanla çevremde biriken bölgem çocukları… Adıyamanlı, Urfalı, Mardinli, Diyarbakırlı… Kıraç toprağımın esmer simaları… Babalarımız işçi, memur, çiftçi… Belli ki nice yokluğa dayanarak aşmışız zorlu yolları…
Doğal olarak aynı dilden konuşuyor ve aynı pencerelerden bakıyoruz hayata…
En samimi arkadaşım, can ciğer kuzum Urfalı Burhan… Öyle ki yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmiyor… Yurtta ve okulda, cebimiz bir, gönlümüz bir… Sen veya ben, hiç fark etmiyor…
Çok geçmeden tertipli bir toplantıya çağrılıyoruz. Biz de mecburen katılıyoruz.
Toplantı sebebiyle kapatılmış kahvenin yan yana dizilen masaları etrafında yaklaşık yirmi kişiyiz. Kalabalığın yarısı bizim gibi çömezlerden oluşuyor. Ve inceleme heyetindeki kıdemli gözler, zihin okuma gayretiyle tepeden tırnağa üzerimizde dolaşıyor…
Her hareketinden yetkili olduğu belli son sınıf öğrencisi şık giyimli birisi masanın başına oturuyor ve oldukça düzgün İstanbul Türkçesiyle konuşmaya başlıyor; “Hoş geldiniz arkadaşlar!.. Bildiğiniz gibi TeCe Devleti Kürt Halkımızı ezmektedir. Silahlı milis güçlerimiz dağlarda özgürlük mücadelesi vermektedir…”
Duyduklarım karşısında adeta şok geçiriyorum. Nerden ve nasıl böyle bir grubun ağına kapıldığımıza şaşırıyorum. Dirseğimle hemen Burhan’ı dürtüyor ve “Kalk, gidelim!” diyorum. Burhan, toplantıdan çıkmamızın ayıp sayılacağını söylüyor. Kulak kulağa canhıraş fısıldayışımızdan rahatsız olacaklar ki; gerilen yüz hatlarıyla herkes bizi süzüyor. Müsaade istemek için uzanan elimi, Burhan “mahcup olmayalım” diyerek ısrarla engellemeye çalışıyor. Münakaşamızı fark eden sözde başkan, mimik hareketleriyle bir sorunun olup olmadığını soruyor.
“Evet, var!..” diyorum ve ayağa kalkıyorum.
Çok kısa bir soru sormak ve karşılığında “evet” veya “hayır” gibi tek kelimelik net bir cevap almak istediğimi belirtiyorum. Merakımı gidermek istercesine safça sesleniyorum:
“Siz PKK’cı mısınız?”
Beklenmedik soru karşısında kısa süreli sessizliğe gömülen ortam, anlam veremediğim şekilde birden üstüme doğru yürüyen uğultulu adımlarla hareketlenmeye başlıyor. Çıkacak kargaşanın genç dimağları ürkütüp kaçırmasından korkan grubun lideri, önce fanatik taraftarlarını yatıştırıyor, ardından kendine özgü mülâyim edasıyla gösterilen aşırı tepkilerin güya haklı izahını yapmaya kalkışıyor: “ Sen de öyle bir soru sordun ki, sanki siz o…..çocuğu musunuz? der gibiydin.” diyor...
Ve açıklamalarına tıpkı bugünkü Hakkarili Uğur’un belleğindeki klişe söylemlerle devam ediyor: “Pe Ke Ke kimdir? Benim ablamdır, benim dayımdır, benim amcamdır, benim abimdir”
Asıl niyetleri hâsıl olunca derhal araya giriyorum ve “Kusura bakmayın arkadaşlar” diyorum. “Ben sizin gibi düşünmüyorum.” Ve son sözlerimi sıralıyorum: “Aynı topraklarda doğmuş ve birlikte yaşıyor ve hatta aynı dili konuşuyor da olabilirim. Ancak ben, masum halkımıza silah doğrultmuş, nöbet tutan askerlerimize, görevi başındaki polislerimize ve eğitim gönüllüsü öğretmenlerimize kurşunlar yağdırmış yaban ellerin maşası kanlı terör örgütünün yandaşı olamam. Buna; kanım, sütüm, törem razı gelmez. Çünkü ben, Ayyıldızlı bayrağın gölgesinde birlik ve beraberliği isteyen, kardeşçesine barışık yaşamayı düşleyen inanmış bir Türk Milliyetçisiyim.”
Üzerime savrulan tehditkâr bakışları elimin tersiyle iterek salonu terk ediyorum. Ve o günden sonra, anama verdiğim sözü tutamıyorum…
Arkamda grubun aldığı yasak kararına uyarak, benimle bir daha konuşmayan ve dahi selamımı almayan masumiyetine inandığım Burhan’ın yanına aylar sonra son kez gidiyor ve sarılıp helalleşerek son tavsiyede bulunuyorum: “Nerede ve kiminle olursan ol ama Allah’a olan inancını asla kaybetme. Çünkü O, sana doğru yolu gösterecektir!..”
***
Hangi gözle bakılırsa bakılsın; değişik renkleri tek görmek, körlüğe işarettir...
Etnisite tabanlı ayrıştırılacak kimlik, bölücülerin ekmeğine yağ sürecektir…
Oysa ülküde birlik, zihinleri saran ihanet salgınını bitirecektir…
Çünkü çekilen acı, duyulan öfke, yiten canlar bizim…
Dökülen gözyaşları, akan kanlar bizim…
Bizim bu bayrak, bizim bu yurt…
Bu vatan hepimizin…
Ali YAŞAR
alicanyasar@gmail.com
"Kendi aklına hakim olamayanlar, başkalarının aklına mahkum olurlar."(Torlakon öğretisi)