Güzel mi bu DÜNYA?
Doğumuyla ölümüyle,
Sevinciyle kederiyle,
Tatlısıyla acısıyla,
İlacıyla zehriyle,
Esenliğiyle sayrılığıyla,
Buluşmasıyla ayrılığıyla,
Kavuşmaları Mahşer’e bırakmasıyla,
Güzel mi bu dünya?
…
Çiçeğiyle böceğiyle,
Aydınıyla zindanıyla,
Sıcağıyla soğuğuyla,
Gerçeğiyle serabıyla,
Rengiyle saydamıyla,
Güldeki ve kandaki kırmızısıyla,
Bal yapan arısı, mide bulandıran sineğiyle,
Güzel mi bu dünya?
…
Avıyla avcısıyla,
Barışıyla savaşıyla,
Dostuyla düşmanıyla,
Velisiyle delisiyle,
Mazlumuyla zalimiyle,
Şâd-ı hürrem olanın kulak tırmalayan kahkahalarıyla,
İnsanlığı imdâda çağıran mazlumların arşa yükselen feryatlarıyla,
Güzel mi bu dünya?
…
Bir cana durdukyerde cânan bulup sevdaya salan,
Daha sonra da yüreğinden çekip kopararak alan,
Güneş denilen ışığın çevresinde pervane olan,
Anayı yavrudan, yavruyu anadan ayıran,
Bu dünya güzel mi?
…
Bu dünya var ya bu dünya;
Afrika’nın kuzeyini bir uçtan bir uca kaplayan,
Türkiye’nin on katı daha büyük Sahra Çölü var ya,
O çölün bir yerinde bir sini(Samanyolu galaksisi),
Sininin üzerine konmuş bir sinek(Güneş sistemi),
Sineğin kanadında bir toz zerresi,
İşte yalan dünyanın hepi topu o.
Koca çölde milyarlarca var böyle sinilerden.
…
Ruhum yükseldikçe göklere doğru,
Sinek de sini de gözden kayboluyor.
Sineğin kanadındaki tozda kopan fırtınalardan ise hiç eser yok.
Başka sinilere bakınıyorum rengarenk parıldayan.
Mavi gezegen de dediğimiz,
Büyük bölümü sularla kaplı dünyamız,
Bir hayli kana boyanıp kızıllaştı, koktu, kirlendi.
Ben deniz mavisi turkuvazı seviyorum ve onu arıyorum.
Turkuvaz gezegen için sinilere bakınıyorum.
Ölümün, ayrılıkların, acıların, sancıların, kin ve düşmanlıkların hiç olmadığı,
Hiçbir canlının diğerini yemediği,
Bıldırcın etinin meyve olarak sunulduğu,
Türk’ün engin gönlü gibi geniş Turkuvaz gezegeni.
Gelecek endişesi olmadığı için üremeye çoğalmaya da gerek yok.
Çünkü HUZUR DİYARI orası.
Bizden önce giden sevgililer şimdi orada,
Özlemle bizleri beklemekteler.
Çünkü; “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”(H.Ş.)
“Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.” diyen Koca Yunus orada.
Hünkâr Hacı Bektaş, Mevlana Celaleddin, Ahmet Yesevi orada.
Doğunun ve Batının Hakanı Zülkarneyn Oğuz Kağan orada.
Orada işte orada, adını sayamadığım güzel yüzlüler hep orada…
…
Yokluktan gelip varlığa konulduk.
Tanrı’nın bir özelliğiydi sonsuzluk.
O’ndan kopup gelen bir zerre olarak,
Biz de sonsuzluğun bir rakamı olduk.
Sonsuza kıyasla sıfır olsak da,
Sıfıra göre sonsuz değerdeyiz.
Işıktan daha hızlı yol alıyordu düşüncemiz.
Sınırlı verilen aklımız dizginliyordu düşüncemizi.
Zaman ve mekân da bizler gibi yaratık idi.
Kendi irademiz dışında konulduğumuz mavi gezegende,
Çok kısa zaman aralıklarında gelip geçen âciz yolcuyduk.
Oysa yüce yaratıcı, zaman içinde zaman, mekân içinde mekân yaratırdı.
Saniyelik rüyalarda haftaları ayları yaşatması bunun göstergesiydi.
İsterse zerreyi sonsuz yapar, sonsuzluğa da son verebilirdi.
Bizi mavi gezegende nasıl yolcu kıldıysa,
Turkuvaz gezegende de ebedî mülk sahibi yapabilirdi.
Çünkü her şey O’nun “Ol!” demesine bağlıydı.
“En kısa öğreti: Hayy’dan gelip Hû’ya gidilen kısacık ömürde Hakk’a riayet etmektir.”(Torlakon öğretisi)
Hey güzel kardaş!. Yolculuk nire?!...
Rûz-i Mahşer’de yüzümüzü kara çıkartmayacak bir yolculuk dileğiyle,
ESEN KALSIN KAVİM KARDAŞ…
Türk Filozof TORLAKON