ÖZEL HARPÇİ CAFER
Aramızda sıradan kimseler gibi dolaşan binlerce Kürşad’dan sadece biri O. Ülkede ve Dünya’da ne olup bittiğini, kimin elinin kimin cebinde gezdiğini gayet iyi bilenlerden biri. İşinin ehli olan insanlarımızın sokakta eli cebinde gezmelerine deli olanlardan biri. Gayrinizâmî harbin kitabını yeniden yazabileceklerden biri. Ürettiği çözümleri dört bir yana yayma derdinde olanlardan biri. Ülkesi ve insanlık için beynine süresiz mesai yaptıranlardan biri.
Uyumayanlardan biri…
O’nun bir hatırasını anlatmaya geçmeden önce, geçmiş yaşantılarını anlatırken avunan ihtiyarların hep söyledikleri gibi “Bizim zamanımızda” diye başlayacağım birkaç örnek vermemin yararlı olacağını düşünüyorum.
Bizim zamanımızda sürücü belgesi alabilmek bir hayli zordu. Birkaç dosya yakmadan bunu başarabilenler çok az çıkardı. Ve Onlar da genellikle torpilli, hatırlı kimseler olurdu. “Polislere iki kasa bira bıraktım da, üçüncü dosyayı da yakmadan ehliyeti kaptım.” diyenlere sıkça rastlanırdı. Memleketin genç nesli gibi Polis teşkilatı da kümelere ayrılmıştı o vakitler. Bunlardan biri de “Pol-Der” kümesiydi. Siyâsî görüşlerini paylaştığı militanlarla beraber “Halkın polisi olmak istiyoruz”, “Kahrolsun milli ordu, yaşasın halk ordusu”, “…,kurtuluşa kadar savaş” gibi orak çekiçli afişleri etrafa yapıştıran bu küme elemanlarının, biraya da oldukça düşkün oldukları bilinirdi… Eğer imtihan kurulunda rüşvet almayan, bira düşkünü olmayan polisler olursa iş oldukça ciddiye binerdi. Herhangi bir kusur buldurmadan ehliyeti alabilmiş çok usta ve şanslı sürücüler binde bir çıkardı vesselam…
Günümüzde ise iş ticarete döndürüldü. Sürücü kursları sayesinde “ehliyet alamamak” gibi bir ihtimâl ortadan kalktı gitti. Belgesini cebine koyan vatandaş cesurca(!) döküldü yollara. Aracı insan değil de belge sürüyor vehmine kapılanlar çokça kazaya sebebiyet verdiler. Yanlış şerit değiştirenler, hatalı sollayanlar, kontrolsüz biçimde hemzemin geçide dalan - anayola fırlayanlar birçok aracı yoldan çıkardılar. Sonuçta; etrafa saçılmış cesetlerin yanında saç baş yolan insanlar…
Bizim zamanımızda silah ruhsatı almak da neredeyse imkânsızdı. Can güvenliği nedeniyle ruhsat alabilen meslek sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Günümüzde ise bu da ticarete döküldü. Fakat bu ticarette asıl düşünülen devletin kesesi idi. Dolayısıyla vergisi de bir hayli okkalıydı. Öküze boynuzu ağır gelmediği gibi, silaha düşkün olanlar da ceremesine seve seve katlanıyor ve binlerce lirayı bayılıyorlardı… Sürücü belgesindeki rahatlık burada da kendini hissettirdi ve silahı belge kullanıyor havasına girildi. Gerekli bilgiyle kendini donatmadan mermiyle donananlar, ya kaza ile etraflarındakileri vurdular veya geceleyin su içmek için kalkan yakınlarını hırsız sanıp öldürdüler. Vaziyetin en kötü tarafı da, gerçek haliyle tedaviye muhtaç birçok dengesizin belgeyle beline taktığı silahı çekip toplumu hizaya getirme(!) çabaları, sık sık haberlere konu olan maganda vahşetleri. Senin sinek bana göz kırptı bahanesiyle cana kıymalar. Sonuçta; yerde kanlar içinde cansız yatanların başında feryat figanlar…
Bizim zamanımızda beş altı yıl çalışıp çabalamadan siyah kuşak sahibi olabilmek de istisna gibiydi. Disiplin ve saygı denen kavramlar her şeyin önünden giderdi. Günümüzde ise bu durum da ticâri bakışların esiri olup, bir yılda siyah kuşak sahibi olunur oldu. Kendini adamakıllı yetiştirememiş birinin talebelerinden ne beklenebilirdi ki? Henüz ukalâlığından vazgeçememiş saygısız tipler; sokak serserilerinden dayak yiyen sporcular; yanındaki ailesini savunamayan hocalar; ve hatta tinerciler tarafından şişlenen SAS komandolarının hazin öyküleri…
Bizim zamanımızda yetiştirilen özel güvenlik elemanları bile efsanevi olurdu. Sadece duruşları bile dosta güven vermeye, kötülere de korku salmaya yeterdi. Dedik ya ticâri bakışlar, ekonomik kaygılar onları da hormonlayıp yamulttu. Bir ayda büyüyüp kesime gelen tavuk gibi, bir günde çiçek açıp olgunlaşan hıyar gibi oldular. Onbeş günlük eğitimle güvenlik belgesi verilmiş birinin hangi seviyede güvenlik sağlayabileceğine pek kafa yoran olmadı… Sonuçta; kendini bile koruyamayan, olaylara seyirci kalan, sorumluluk alanlarındaki güpegündüz hırsızlıklara engel olamayan, vücut dilinden hiç mi hiç anlamayan, insan psikolojisini değerlendiremeyen elemanlar. Hepten vitrin malzemesi konumuna düşmemek için arasıra kımıldayan ve konuşan, kısmî yetkili fakat oldukça etkisiz insanlarımız. Ve bunlardan birinin bizim Cafer’in karşısında takınmış olduğu tavır:
Olay yeri, Ankara. Devletin en önemli kurumlarını üzerinde barındıran ve en önemli geçiş güzergâhlarından biri olan İnönü Bulvarı. Ve bu yol üzerinde bulunan bakanlık binalarından birinin önü. Olay zamanı, Ulus - Anafartalar’daki hain patlamadan birkaç gün öncesi…
Cafer *** Memur bey bakar mısınız?
Güvenlik Âmiri --- Ne vardı?
*** Şu onbeş metre ilerideki trafik levhasının dibine bırakılmış çöp torbası…
--- Ee ne olmuş çöp torbasına?
*** O torbanın orada durması normâl mi?
--- Çöpçü müyüm ben? Hem bundan sana ne, sen kim oluyorsun?!
*** Beyefendi bakın ben bilinçli sıradan bir vatandaşım. Buradan geçiyordum ve o koca torba dikkatimi çekti. Yoldan geçen araçlara iki metre mesafede duruyor. Bu güzergâh üzerinde çok önemli devlet adamlarımız gelip geçiyor ve ülkemiz de çok hassas bir dönemde bulunuyor. Kargaşa çıkarmak isteyenlere karşı her zamankinden çok daha fazla dikkatli olmamız gereken günlerdeyiz. Sizi de çöpçü olarak değil, güvenlik âmiri olarak sorumlu gördüğüm için dikkatinizi çekmek istedim…
--- Yahu gitsene sen işine!
*** Ben zaten işime gidiyorum.
--- Hadi hadi, çabuk uzaklaş buradan! Şimdi Bakan’ın konvoyu gelecek…
Sonuçta bizim Cafer “Ben şuyum buyum…” cedelleşmesine girip de seviyesini düşürmeden boynunu eğer ve üzüntüyle yoluna gider. Canını sıkmıştır yine. Dedik ya O “Ülkede ve Dünya’da ne olup bittiğini, kimin elinin kimin cebinde gezdiğini gayet iyi bilenlerden biri.” diye. İlgili, bilgili fakat yetkisiz. Nerede ne iş tuttuğunu tam olarak bilemesem de, olması gereken yerde olmadığı kesin. Ülkenin geleceğinden endişeli bir halde sokakta geziyor… Gerçek anlamda ehliyetli olanlar yetkisiz bir halde bırakılmış ve ehliyetsizler de yetkilerle donatılmış ise o ülke çöküyor demektir.
“Bir milletin bahtını, adam yetiştirmeye adanmış ömürler belirler.”(Torlakon öğretisi)
Toplumumuzun böyle Cafer’lerden ders almaya ihtiyacı var; sürücü dersi, silah dersi, savunma dersi, insanlık dersi…
“Ben yazamıyorum, sen yaz da millet bir ders çıkarsın.” dedi gitti. Ben de üşenmeyip yazdım. Son sözüm ne olsa iyi?
“Böyle trene böyle öküz” mü?... Yok yook! Böylesi kaba düşer.
Nezâketi elden bırakmamak gerek. En uygunu şöyle demek;
Böyle Bakan’a böyle bekleyen…
25 Eylül 2007
TÜRK FİLOZOF TORLAKON