(Bu yazı 6 Mayıs 2007 tarihinde yazıldı. Daha seçimler bile olmadan bugünlere nasıl gelineceğinin özeti yapılmış gibi. Adına İşçi Bayramı denilen 1 Mayıs Terörist Bayramında sergilenenler birbirinin kopyası gibi. Eline onun bunun kızıl paçavralarını alıp sokağa dökülen haçlı çocuklarının ilk hedefi, Türk Bayrağının asıldığı yerler...)
DÜZENBAZLAR ve ADAM GİBİ KADIN
(İnsanlığın yüzakı olan necib Türk Milleti’nin hoşgörüsüne nankörlük ve ihanetle karşılık verenlerin, merhamet dilenmeye de hakları olmayacaktır.)
Cumhurbaşkanı adayımızı öneriyorum.
O bir kadın. Adam gibi bir kadın.
“Olmaz!” diyenler elini kaldırsın. Sebeplerini bana yazsın…
“Dostun tokadı uyanma şansı tanır, düşmanınki tanımaz.” (Torlakon öğretisi)
Bugün 6 Mayıs. Yani, HIDRELLEZ.
Yeşillik ve bahar demek olan HIZIR ile bolluk ve bereket demek olan İLYAS.
Konduğu çölü rüzgarda dalgalanan yeşilliklerle bezeyen Hazreti Hızır ile bolluk ve bereket getiren İlyas aleyhisselam. Kısaca, bahar ve bereket. Hayatın ve huzurun adı…
Kurumayan ağaçlar baharı gördü. Hayatta kalarak bu bahara da pencere açabilen kullar koştu kırlara. Hıdrellezi karşılamaya. Yeniden canlanan doğayı izlemeye. Mevla’ya şükürler etmeye. “Hoş geldin ya yeni baharımız!... Hoş geldin ya BAHAR BAYRAMIMIZ!...” demeye… Bu bayram akıl işiydi… Bu bayramı karşılayanlar da akıllı insanlar…
3 Mayıs idi birkaç gün öncesi de.
“Türkçülerin Bayramı” sayılıyordu. Türk Milleti’nin geleceğinden endişe duyanlar ve O’nun davasına hayatlarını koyanlar yâd ediliyordu.
Ondan iki gün öncesi de 1 Mayıs idi.
Nevruz davası vardı 21 Mart’ta da. Ateşe tapan eski halklardan kalma bir kutlamaydı. Zerdüştlerin Cemşid’i, krallık tacını giydiği 21 Mart gününü bayram ilan etmiş. Türk topluluklarına da onlardan bulaşmış. Adı da onun için Farsça. Konu, ateşe tapanların bahar bayramı olunca işler değişiyor. Baharda çiçek böcek temiz hava koklamak varken, odun, ayakkabı eskisi, naylon, araba lastiği gibi şeyler ateşe verilerek hava kirletiliyor ve gökyüzünü yağlı kara dumanlar bürüyordu. Teröristlerin ve bozguncuların arayıp da bulamadıkları bir bayramdı bu. Hazır ateş vardı ve molotoflar da istiflenmişti. Öyleyse salla sağa sola, ateşe ver orayı burayı, bayram seyran belli olsun(!)…
“Bir Mayıs Bahar bayramı yahu!” diyenlerin sesleri çok cılız kaldığı için, kendileri çalıp oynadılar.
“İŞÇİ BAYRAMIII!!!... İŞÇİ BAYRAMIII!!!...” diye bağıran cazgırlar ortalığı çalkaladılar.
Mehmetçiğin yollarına mayın döşeyen işçiler(!) pusu yerlerini de geçici olarak terk edip, özellikle İstanbul yoluna düştüler.
Polisin sıkı güvenliği nedeniyle, keleşlerle(AK47) İstanbul ovasında siyaset yapmak(!) da, bayram kutlamak(!) da zor olacağı için, tüfeklerini zulalara saklayıp geldiler.
Tabancalarıyla ovaya inebilenler indi… Silahla gelemeyenler şişelerle geldiler.
Bol miktarda molotof gerekliydi bayram kutlamak için(!).
Taşlar, sopalar, maskeler, limonlar...
Ellerinde sapanlarla gelmişlerdi yeni yetmeler bile.
Polisin ve Mehmetçiğin gözlerini çıkarabilmek için.
Kellelere kızıl paçavralar sarmak gerekliydi, tanınmamak için.
Yanında hiçbir şey getiremeyen beceriksizler de kaldırım taşlarını parçalamalıydı.
Sağa, sola saldırıp parçalamak, yıkmak için.
Etrafta, önce devlete, sonra da halka ait ne varsa tahrip edilip ateşe verilmeliydi.
Ortalık yakılıp yıkılmadan bayram mı olurdu yahu(!).
İlaç satan eczaneler bile tarumar edilirdi.
Bayram dediğin böyle olurdu(!).
Yak, yık, parçala, vatandaşı canından bezdir. Sokakları ve şehri yaşanmaz hale getir.
Güvenlik güçlerini suçla bir yandan da.
Rahatça bayram kutlamayı(!) engellemek için sıkı güvenlik önlemleri almalarının faturasını ödet.
Halkın çektiği sıkıntının sebebinin tamamıyla polisin tavrı olduğunu cazırda dur.
Özellikle “Kanal D.yus” denen televizyonun keçi sakallı ankırmanına büyük iş düşüyordu.
Ankırman, gavurca bir söylemdi. Merkep gibi heyecanlı, telaşlı, tepintili ve anırtılı haber sunan cazgırlara deniyordu.
“İşçilerin özgürce bayram kutlamaları engellenemeeez!!!... Polis halka işkence ediyooor!!!... Copluyooor!!!... Bibeeeeer… öhhö! Öhhööah!!!...” diye höykünürken bir yandan da heyecanla tepinmeliydi… Aynı sahneler yüzlerce defa tekrarlanmalı; terör estiren hainler masum, polis ve asker saldırgan, devlet de suçlu gösterilmeliydi…
Halk da öyle bir izlenim uyanmalıydı ki; kafası yarılan Mehmetçik ile, molotofla yakılan polisimizin görüntüsüne “Ohhh!... İyi oldu!” diye sevindirilmeliydi…
“İşçilere özgürce bayram kutlattırılmıyoooorrr!!!.. Dayakçı poliiiiss!!!.. Vahşi poliiiiss!!!...” diye tepinen cazgırların önü birgün gaspçılar veya tinerciler tarafından kesilip “Ya paranı, ya canını!!!...” dediklerinde “Mmmalooo!!!!. Yüzellibeeeş! Polisimdaaaaat!.. Yetişin beni kesiyorlaaarrr!!!...” diye ciyaklamak durumunda kalabilirler… Böyle bir hal karşısında polisin söyleme yetkisi veya hakkı yok elbette fakat onun yerine halkımız söyleyecek: “Tinercinin cazgır şişleme hakkı engellenemeeeeeez!!!.”…
Cazgırların önde gidenlerinden bir diğeri de CNNTÜRK idi.
Adında “Türk” olanlar, aman dikkat etsinler!!!
Asil Millet adını sakın kirletmesinler!!!...
CNN gavurun hası idi. Bunun “Türk”ü olamazdı elbette.
Fakat bizim demokratik, laik ve hukukun egemen olduğu(!) sistemimizde acayip dümenler dönüyordu.
Herifçioğlunun dedesi Hınçak papazı, kendisi Ermeni bozması, soyadını da “Türk” diye koymuş, Kürtçülük davası güdüyor, Yahudi lobisince semirtiliyor, AB’nin kanatları altında korunuyor, devletimizden maaş almaya devam ediyor…
“Kazanılmış hak” imiş efendim… Gaspedilemez imiş.
Bizim Yörük Hasan’ın oğlu Mustafa, Şırnak kırsalında pusuya düşürülerek şehit edildi. Nişanlıydı. Terhisine üç gün kalmıştı. Askerden dönünce nasıl düğün edeceklerinin endişesini çekiyorlardı. Öylesine garip ve yoksuldular ki; nişanında hatıra fotoğrafı çektirecek imkanları bile olmamıştı. Hayatında çektirdiği ilk resim; başında kep, ayağında postal olan askerlik resmiydi…
“Halka rağmen olan sistemler, kendi evlatlarını yiyerek beslenirler.” (Torlakon öğretisi)
Peki öyleyse birileri çıksın da cevap versin;
Bizim garip Mustafa’nın kazanılmış hakkı, yirmi bir yaşında şehit olmak mıydı?
Bu hak O’na, daha Rukiye ananın karnından doğmadan mı verilmişti?
Bu ülke için can verme hakkı sadece, devletine ve milletine can-ı gönülden bağlı garip ve mütedeyyin insanlarımıza mı verilmişti?
Bu ayrıcalığın sadece onlara tanınıyor olmasının sebebi neydi?
Sadece bir şans işi miydi? Yoksa;
Kullardan torpili olmayıp da bu Dünya’da rahata eremeyenler, Mevla’nın torpili ile Cennette mi ağırlanıyorlardı?
Şehitlerimizin ve Onların yakınlarının Mevlalarından başka kimseleri yok muydu?
Bu cennet vatan için can veren evlatların ana ve bacıları niçin hep başörtülü gariplerdi?
Ordudan atılma endişesiyle başlarını örtemeyen subay yakınları, albayrağa sarılı şehitlerinin başucunda örtebiliyorlardı başlarını. Atılma kaygısı da kalmamıştı nasıl olsa…
İki de bir baba ocaklarına köz düşüren hain ve nankör teröristlerin asıl beslenme yuvaları ortadan kaldırılacaktı.
Aylar değil, yıllardır hazır durumda bekletildiği ifade edilen ordumuzun, Kuzey Irak’taki kampları basması, akşama sabaha bekleniyordu.
Mevcut iktidar, günahıyla sevabıyla ülkeyi idare ediyordu.
Ülkemizde hükümet vardı fakat muhalefet yoktu.
Sınırlarımızı korumakla görevli ordumuz muhalefete sürüklendi.
Muhalefet yapmak, icraatın başında olmaktan çok daha kolay olduğu halde, partiler bu işi niçin orduya havale ettiler?
Kısaca bir bakalım.
Ana muhalefetin başındaki şahıs elli yıldır muhalefette.
Elli yıl önce başbakanın yakasına yapışıp “Özgürlük istiyoruz!” diye bağırıyordu.
Şimdilerde her ne kadar bağırıp çağırsa da, yakalara yapışacak militanvari tavırları sergileyemiyor. Eee, ihtiyarlık da olmasaydı..
Her seferinde “Biz Atatürk’ün kurduğu partiyiz” ayaklarına yatıp, ayrıcalıklı, hatırlı ve dokunulmazlık zırhlarına bürünmekten medet umdu durdu.
Halbuki bu partinin Atatürk’ün kurduğu partiyle, isim benzerliği dışında hiçbir alâkası yoktu.
Atatürk’ün kurduğu partiyi Nü’cü Kenan kapatmıştı, her şeyden önce. (Bana da Kuşçu Alperhan diyebilirsiniz. Kuş resimleri çizerim ben de J)
Ondan çok daha öncesi de “Milli Şef” namlı zat bukalemuna veya akordiyona döndürmüştü.
Necdet emicemiz “Halkçı” kısmını kapıp geri getirmişti 1983 yılında.
Adına “Sosyal Demokrat” mezesi katılmıştı 1985’te.
Çocuklar televizyonlarda gördüklerinde “Gargamel çıktı” diye korkarak kaçıştıkları bir vatandaş gelmişti 1986’da. Haberlere bile konu olmuştu. Kimdi o yahu?
20 Ekim 1991 Seçimlerinde, bölücüleri de yanlarına alıp meclise sokmuşlardı 88 Milletvekiliyle.
Hiçbir zaman evlat babası olamadığı halde “Baba” lakabıyla namlandırılmış şahsiyet ile koalisyon kurmuşlardı 20 Kasım 1991’de.
Cumhuriyet tarihimizin en talihsiz hükümetiydi bu belki de. Rusya’nın ve Yugoslavya’nın dağıldığı bir dönemde, çok önemli fırsatlar kaçırılmıştı.
“Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar ben sizin babanızım” diyen zat, kendine umut bağlayan çocukları(?) perişan halde yarı yolda bırakmıştı.
Partide ağalığı bir türlü ele geçiremeyen müzmin hizipçi ise, CHP dükkanını yeniden açtı 1992 Eylülünde…
O gün, bu gündür de partinin başında umutsuz bir vaka gibi durmakta.
Umut var ise bile rahmetli Ecevit’te vardı. O da ihtiyarlığın elinden kurtulamadı.
Ecevit ihtiyarlayacağına, beriki ihtiyarlasa olmaz mıydı ya?
Kaderin cilvesi işte: Bu Dünya’da önce dertliler ihtiyarlıyorlardı. Memleketin derdi rahmetlinin sırtında bir hayli vardı…
Geldiğimiz nokta, herkesin malumu.
Halka rağmen olan halkçılar… Atatürkçü ayaklarına yatan bozguncular… Laikçi şemsiyesi altında salvo atışları yapan azınlıklar… Dinci kılıklarına bürünmüş fırsatçılar… Kendilerini sistemin hatırlıları sayan locacılar… Sömürü kaynakları kesilmeye yüz tutunca kazan kaldıran cuntacılar… Rakıcılar… Şarapçılar… Mirrticacılar… Baleciler… Senfoniciler…
Halkı aşağılayanlar… Halka hiçbir şey veremeyenler… Halkın inançlarıyla alay edenler… “Bu ülkenin insanlarına namaz kılmak yerine bale yaptıralım!” diye çağdaşlık mavraları kesenler. Ramazan ayında meclis lokantasında rakı içebilmenin şanlı(!) mücadelesini veren halkçılar… “1407’ye iki kız lütfen!” diye, kadın satıcısını yirmi kere arayan halkçılar. En lüks otel odalarında, torunu yaşındaki kızlarla alem yapan halkçılar… Eeee, halka hizmet dediğin böyle olur işte. Çifter çifter götürülerek(!).
Haa! Sahi kimdi O?.. Halkçılığın ağır toplarından sayılıyordu. Genelev yaptırmıştı da, kurbanlar ve besmeleler eşliğinde(?) açtırmıştı…
Kadın satıcısının; “Tamam abi, her seferinde iki kız istiyorsun da, şu anda elimde bir tane var. Bununla idare ededur; ikinci partiyi daha sonra göndereyim.” Dediğinde;
“Ben tek partiyle idare edilemem ulan!” deyip demediğini bilmiyoruz.
Fakat ana muhalefet partimizin “Türkiye tek partiyle idare edilemeeez!!!...” dediğini, bütün millet duydu, biliyor.
Ve bu bağırtının ardından, muhalefeti ele alan Genelkurmayımızın gece yarısı okuduğu bildiriyi de…
“Gideceğiniz yeri görüyor da olsanız, ayak basacağınız teri göremiyorsanız, o yolculuktan hayır gelmez.” (Torlakon öğretisi)
Şekilde görüldüğü gibi, ana muhalefetin ortadan kaybolduğu yerde baba muhalefet piyasaya çıkıyor.
Açlıktan, işsizlikten, terörden vs. dolayı sokaklara dökülmeyen/dökülemeyen yüz binler “Cumhuriyete sahip çıkma” adı altında dökülüyor.
Nasıl ki bu ülkenin %99’u Müslüman ise, sokaklara dökülen insanlarımızın %99’u da samimi vatandaşlarımız. Duyarlı vatandaşlarımız. Dürüst vatandaşlarımız…
Ammavelakin, Onların bu samimi fedakarlıklarını ve isyanlarını kendi menfur emellerine alet etmeye çalışan, halkımızı koyun yerine koyan kışkırtıcı ve fırsatçıların köşe başlarını da her nasılsa kimseye kaptırmadıklarını hep beraber izliyoruz… Bu işgüzarların, kendilerinden olmadığının da pekala farkında insanlarımız. Gel gelelim, enayi yerine konulduğuna isyan etmekten başka da ellerinden bir şey gelmiyor, getirilmiyor…
Marifet ortada… Ülkemiz, 12 Eylül arifesi günlere yeniden döndürülmeye çalışılıyor…
Bendeniz, iktidar partisine oy vermedim. Vermeyi de düşünmüyorum. Parti taassubu taşıyan biri de olmadım bugüne kadar. Akıl ve mantık nerde, ben ordayım…
“Kendi aklına hakim olamayanlar, başkalarının aklına mahkum olurlar.” (Torlakon öğretisi)
Bu iktidarın iyi yaptığı şeyler de var elbette. Fakat, özellikle AB sevdası yolunda pek çok zararlar verdirildi bu ülkeye. Değerlerimiz yok pahasına satıldı. Her neyse…
Ana muhalefet “Adam gibi” muhalefet yaparak, milletimizin haklarını savunamadı. Ya bunlarda kabiliyet namına bir şey yok, ya İktidarın doğruları daha çok, ya da bir danışıklı dövüş veya tuzaklar var…
Diğer partilerde de milletin isteklerine cevap verecek bir durum görünmüyor. Mirasyedi gibiler. Devraldıkları birikimi harcıyorlar…
Kimi odakların “BİRLEŞİİİN!... BİRLEŞİİİİİN!!!!...” bağırtıları da fayda vermeyecek. Birleşseler ne olacak ki?
Birleşmesi istenen çaputların hepsi bir araya getirilse bile bir fistan çıkmayacak…
Bu halk koyun olmadığını gösterebilmeli ve önder konumunu işgal etmiş olan parti ağalarını sorgulayabilmelidir…
“Akıllı insan hatasının bedelini bir kez öder.” (Torlakon öğretisi)
Ortada acayip hesaplar ve saman altından su yürütme oyunları kırıla gidiyor.
Vaziyet onu gösteriyor ki: %34 ile iktidar olan bir parti, %44 ile geri getirilmeye çalışılıyor. Bunu göremeyenler, halkın içine insinler bir hele. Tarım ve hayvancılığı yok edildiği için mağdur duruma düştüğünden dolayı bu iktidara sövenler bile, ülkede yaşanan düzenbazlıkları, haksızlıkları ve hainlikleri görüp durdukları için inadına yine bu partiye oy vereceklerini haykırıyorlar… Belki de bu gidişat bilindiği için, önümüzdeki seçimin yapılmaması amacıyla birtakım kargaşa ortamları oluşturulacak(???)…
Halkımızı bu iktidara mahkum eden 28 Şubat cuntacılarının marifetleri, günümüzde de birtakım odaklar ve onların güdümündeki koyunlar tarafından devam ettiriliyor.
Şimdi, aziz ve asil milletim adına soruyorum:
Halkımız bu iktidarı, çok daha ezici bir çoğunlukla geri getirirse ne yapacaksınız?
Tankları mı halkın üzerine sürdüreceksiniz; yoksa, TBMM’yi mi bombalattıracaksınız?.
“Bu halk aptal, kardeşiiim!... Bu millet adam olmaz kardeşiiiiim!...” diyerek hakaretlere mi sığınacaksınız?
Peki, kendinize hiç sormayacak mısınız “Biz bu millete ve bu ülkeye ne verdik” diye?
Rakı, bira, sigara, laiklik, çağdaşlık, başörtüsü düşmanlığı, batı hayranlığı, bale, senfoni…
Devletin bir memuru, başbakan meyve suyu içiyor diye “Rakımı getirin bana!...” diye rest çekti.
Çocukları, zararlı alışkanlıklardan korumak için Kıraathanelerde(Okuma evlerinde) bira içmek yasaklansın dendi; “Atatürkçülük elden gidiyooor!!!... İrtica hortluyooorrr!!!...” diye bağırtı koparıldı…
Alkol ve uyuşturucu alışkanlığının ilkokullara kadar inmesinin suçlusu kim???!!!...
Çağdaşlık adı altında Türk halkına gizli bir savaş açtınız… Milli değerlerine sahip çıkanları, ırkçı; dini değerlerine sahip çıkanlara da yobaz yaftası yapıştırdınız. Türk’ü Türk yapan değerlerden uzaklaştırdınız…
Bu halkın, ilkesiz, sorumsuz, düşüncesiz, hoşgörüsüz, tembel ve beyinleri iğdiş edilmiş bireyler topluluğuna döndürülmesinin sorumlusu kim???!!!...
Halkın nasıl iş güç sahibi yapılıp karnını doyurmasına akıl yoracağınız yerde “Bekaret gerekli mi değil mi” konularını tartıştınız. Marifetiniz işte ortada:
Üniversite bahçeleri fuhuş yuvaları gibi… İlkokul çocukları bile arkadaşlarından hamile bırakılıyor… Tecavüze uğrayan çocukların sayısı her gün artıyor.
Sapıklara bu cesareti kazandıran sizler değilsiniz de, Şemdinlili Çopur Osman mı???!!!...
“Kız çocukları ne edilip edilip okutulmalı” dediniz; ondan sonra da başörtülerini bahane ederek okullardan attınız.
“İnançlara saygılıyız(?) fakat, inancından dolayı başını örtenle, simge olarak başını örtenleri birbirinden ayırmak mümkün olmaz” dediniz… Peki öyleyse cevap verin:
Üç yıl önce, polis araçlarını, otobüsleri, esnafın dükkanlarını ve araçlarını ateşe veren onyedi yaşındaki çocuklar(!) önümüzdeki günlerde yirmi yaşına basıyorlar. Devlet düşmanları ile devletten yana olan gençleri birbirinden ayıramayacağımız için bütün gençleri askere almıyoruz diyebiliyor musunuz???!!!...
Sokaklarda sapıkların kol gezdiğini herkes biliyor. Sapık olan ile olmayanı birbirinden ayıramayız diyerek, bütün erkekleri hapse atabiliyor musunuz???!!!...
Atatürk ilkelerini bir tek laikliğe indirgediniz…
Laiklik kimlerin işine yarıyor???!!!...
İnancıyla alay edilen ve kılık kıyafetiyle uğraşılan Müslüman Türk Halkı mı bu işten kazançlı, yoksa, her türlü özgürlüklere kavuşturulmuş olan azınlıklar mı???!!!...
Hilafet ortadan kaldırıldığı halde patrikhanenin kaldırılmamasından sevinçli ve kazançlı çıkan taraf hangisi???!!!...
Bu ülkeyi, hilafet yanlıları mı bölecek yoksa patrikhane yanlıları mı???!!!...
Kur’an Kurslarının yıkılması veya kapatılması, kiliselerin de yenilenip açılmasından dolayı bayram edenler kimler???!!!...
“Bağımsızlık, benim karakterimdir.” diyordu Atatürk. Ülkemizden kalkan ABD uçakları Irak’ı bombaladı. İşgalci güçler, bomba yüklü araçları halkın içinde patlatarak mezhep çatışması çıkartmaya ve halkı tüketmeye devam ediyor. Bir yandan da çoluk çocuğun ırzına geçiyorlar. Devletimiz adına bizlerin yüzleri kızarıyor ve insanlığımızdan utandırıyor. Peki bugüne kadar, ülkemizin ABD güdümünden kurtulması için hangi gayretleri gösterdiniz? Nerelerdeydiniz? Dünyanın gözü önünde gerçekleşen aşağılık ve iğrenç vahşetler sizlerin kanına hiç dokunmadı mı? Sizin vicdanınız nerdeydi???!!!...
Bu ülkenin onca değeri yok pahasına satılırken ortalıklarda yoktunuz. Şimdi de “Cumhuriyete sahip çıkma” bahanesiyle “Çankaya laik kalacak!” diye bağırıyorsunuz…
Koronuzda kimler var kimler:
Bölücülüğü tescillenmiş sanatçı müsveddeleri… Misyonerliği belgelenmiş Çağdaş Yobazlığı Destekleyen Dinozorlar… Ermeni yanlısı medyatik bazı oluşumlar ve onların her ortamda boy gösteren keçi sakallı cazgırları… Türk Özel Birimlerinin yurt dışı operasyonlarını jurnalleyip akamete uğratan ve canlarını tehlikeye atan hainler… Bölücübaşı Abdo Ödükyan ve çapulcularıyla tokalaşıp sarmaş dolaş oldukları halde o kanlı elleriyle albayrağımızı tutup kirletenler… Çok azılı Türk düşmanı oldukları halde “Atatürkçü” ayaklarına yatan gayrimüslimler…
Atatürkçüymüş(!)… Breh, breh, breh!... Atatürk’ü elinize geçirseniz, kemikleriyle çelik çomak oynarsınız yahu!…
Atatürk’ümüzün nasıl biri olduğunu bilmiyor olsak, yutturacaksınız.
Sizler olsanız olsanız “İnönücü” olursunuz. O da “Batı hayranlığı” konusunda.
Atatürk’ümüz, asil ve aziz milletimizin hayranıydı. Bu toprağın Türkülerini ve Türklerini dinlerdi. Batının senfonisini değil…
O, bütün hayatını aziz milletine adadı ve hasta yatağında dahi milletinin bekası için kafa yordu durdu.
“Asalaklar, kendilerini taşıyanların kanlarını emerek teşekkür ederler.” (Torlakon öğretisi)
Sizler bu ülkeye zarardan başka hiçbir şey vermediniz!...
Siz hiç yokluk, sefalet çektiniz, mihnet altında ezildiniz mi???!!!...
Siz hiç işsizlik, iflas, ekonomik kriz yaşadınız mı???!!!...
Halka yaşatılan krizler sebebiyle dağılan aileniz, cinnet geçirerek çocuklarını boğazlayan babalarınız oldu mu???!!!...
Dağılan, babasız kalan, çaresiz kaldığı için kahrede kahrede fuhuş yapmak zorunda bırakılan anacıklar hiç oldu mu sizde???!!!...
Sizler popolarınızdaki, kalçalarınızdaki yağları eritme derdiyle uğraşırken, kuru ekmeğine katık yapacak yağ bulamayanları hiç akıl ettiniz mi???!!!...
Sizler hiç, çocuklarınızı eğitememe sorunu, defter kalem alacak para bulamama sıkıntısı yaşadınız mı???!!!...
Sizlerin kızlarını da okullardan attılar mı bir bahane bularak? Özel okullara gönderemediğiniz oldu mu???!!!...
Sizin hangi çocuğunuz, başka ailelerin çocuklarından artakalan eski elbiseleri giyerek büyüdü???!!!...
Hastalarınızı tedavi ettiremediğiniz için iniltilerine katlanmak durumunda kalarak, eriyip kahroldunuz mu hiç???!!!...
Hangi garibin, yoksulun, yetimin yardımına koştunuz? Bu halk ne yer ne içer hiç düşündünüz mü???!!!...
Bugüne kadar hiç, bir şehidin evine gittiniz mi? Feryatlarını işittiniz mi? Izdıraplarını hissettiniz mi???!!!...
Yoksul yörüğün tek oğluymuş. Dağ gibi imiş. Yüzüne bakmaya kıyamazlar imiş. Nankör, hain ve alçak yaratıkların attığı roketle gül yüzü parçalanmış…
Gidip de öyküsünü dinlediniz mi? Ortak oldunuz mu acılarına, feryatlarına… GİTMEDİNİZ!!!...
Niçin gitmediniz?
Gidecek yüzünüz olmadığı için mi gitmediniz, umurunuzda olmadığı için mi???!!!...
Atatürk ismini ağzınıza alabilmek, şehit kanlarıyla renklenen albayrağı ellerinize alabilmek için önce gidin de bir boy abdesti alın!!!...
Vatana da Atatürk’ün emanetine sahip çıkmayı da sizlere düşürmeyiz evelallah!.
Can sağ oldukça, yurt vermeyiz. Düşmana da, yerli işbirlikçilerine de…
Başkomutanımızı da seçmesini biliriz.
Cumhuriyetimizin gök gözlü BOZKURT’u görevini tamamladı 1938’de.
Sıra gök gözlü ASENA’da.
Dağıstan Kartalı Şeyh Şamil’in soyundan.
Banu AVAR bacımızdan söz ediyorum.
Önermek benden; takdir, Aziz ve Asil Milletimden.
Mevla, necib Milletimi Korusun ve Yüceltsin.
ESEN KALIN…
06 Mayıs 2007
TORLAKON