İSMAİL’in yerine siz olsaydınız NE YAPARDINIZ?
Bizim Yörüklerde bir gelenek vardır; “Yola çıkanın başına ne geleceği bilinmez” diyerek yanına iki yufka ekmek alması öğütlenir. Çünkü; su bulunabilir fakat ekmek her yerde bulunamaz. Uzak bir yerlere yolculuk söz konusuysa eğer, sıcak tutacak bir giysinin de torbada bulunması istenir.
Doğa içinde yaşamak durumunda olan çoban, avcı, dağcı vb kimselerin yanlarında bulundurmaları gereken nesneler öncelik sırasına göre:
Çakı (Çok maksatlı çakılardan olursa daha uygun),
Ateş (Çakmak veya kibrit – kibrit sudan etkilenmeyecek bir kabın içinde saklanmalıdır),
İplik (Farklı kalınlıklarda olmalı – yaralanma, zehirlenme vb durumlarda),
Ayrıca; Tuz hayatı tatlandırır ve morâl kazandırır, iğne yerine bazı dikenler kullanılabilir, bazı sağlam bitkiler iplik görevi görebilir, uygun ortamlarda sürtme ile ateş yakılabilir, yosunların durumuna göre yön belirlenebilir, kimi bitki ve böceklerle beslenilebilir vb…
Aslının bulunmadığı yerde benzerleri değerlendirilmelidir.
Kısaca hayat dersi;
“Her potansiyeli değerlendir, her kinetiği yönlendir.”(Torlakon öğretisi)
Ulaşım araçlarının çok gelişmiş ve hızlı hareket ediyor olması, günümüz yolculuklarını da çok kısaltmış ve kolaylaştırmıştır. Bunun verdiği rahatlık da hepimizde çoğu zaman “temkinli” hareketi elden bırakma cesaretini doğurmaktadır…
25 Mart 2009 tarihinde başımıza gelen helikopter kazası sadece ülkemizi değil, tüm Türk Dünyası’nı da derinden üzmüştür.
Bolca yağan karları “bereket” olarak değerlendirip sevinirken, karlara gömülen canlarımızla beraber üşüyüp titredik. O canlarımızın yerinde herhangi birimiz de olabilirdik. Pilot dışındaki beş yolcudan dördü ilk defa bindikleri helikopterde korkunç bir kazaya uğruyorlardı. Durumu en acıklı ve sesini Tüm Dünya’ya duyurmaya muvaffak olan da İHA muhabiri İsmail Güneş idi. Sivas’ta doğup, Maraş dağlarında batan güneş. Feryadı kulaklarımızda çınlamaya devam eden genç haberci. Tekvando sporcusu ve askerliğini de komando olarak yaptığı için “kırık ayakla da olsa” sonuna kadar direneceğini düşündüğümüz, sağ bulacağımıza umudumuzu yitirmek istemediğimiz İsmail. Genç eşi Yasemin ile dört yaşındaki Tuluğhan ve iki yaşındaki Çağan’ın evde “babamız” diye yollarını gözlediği, kendisi de genç yaşta yetim ve öksüz kalmış olan 34 yaşındaki genç adam. Kendisiyle beraber karlara gömülüp, karalara büründüğümüz, soğukta donan güneşimiz…
Kazanın üzerinden tam beş gün sonra bir kaya yarığında üzeri kırk santim karla örtülmüş olarak bulduğumuz…
Ölen üç yoldaşınınkilerini de giyip dört ceketle soğuktan korunmaya çalışan…
Ayağı kırık olduğu için gidemeyen ve helikopter koltuğunu kızak olarak kullanıp sığınılacak bir yer arayan…
Yolunu gözleyen iki küçük yavrusu ve ailesine sağ olarak dönmesi gerektiğini aklından hiç çıkarmadığı için son nefesine kadar direnen…
Sığınacak bir mağara bulamadan dermanı kesilen ve kara haberiyle yüreklerimizde kapanmaz mağaralar oluşturup giden can İsmail…
Onun yerine bizler olsaydık ne yapardık acep?
Herhalde aynısını yapardık. Helikopter koltuğunu kızak olarak kullanabilmek bile aklımıza gelmezdi belki de…
Daha bir saat önce sohbet ettiğimiz yoldaşlarımızın soğuyan bedenlerinden ceketlerini çıkarmaya bile cesaret edemeyebilirdik.
Ahvâlimize hüngür hüngür ağlayıp donan gözyaşlarımızla önümüzü bile görememenin acizliğiyle nutkumuz tutulup kalabilirdik.
Bizim cesedimizi de helikopter içinde bulabilirlerdi donmuş olarak…
Eğitim, davranış değişikliği ve farklı bakış açıları oluşturur.
Bu felâketten canlı olarak kurtulabilirdi Komando İsmail.
Kazadan beş gün sonra da olsa canlı olarak bulunabilirdi.
Peki neden kurtulamadı?
Mevcut duruma göre onu ilk günün akşamı kaybettik.
Umutla kurtarılmayı beklediği için zaman ve enerji kaybetti.
Sesini tüm Dünya’ya duyurmuştu ya.
“Endişe etmeyin, sizi kurtaracaklar.” demişti ya 112 görevlisi.
Teknolojinin zirveye çıktığı çağımızda “bulunamamak” diye bir şey hiç olur muydu ya.
Taş çatlasa iki saat içinde bulunup kurtarılırlardı…
Bütün bunları düşündü besbelli.
Arkadaşlarının ceketlerini de giyerek bekledi, bekledi…
Fakat o da ne? Ne gelen vardı ne de bir ses veren.
Soğuk, tipi ve sis bir yandan, karanlık da çökmeye başlamıştı.
Kaburgalarının kırıklığı neyse de, ah o ayağı bari kırık olmasaydı; daha rahat hareket edebilir, ateş yakabilir, kendine bir barınak hazırlayabilirdi. Helikopter koltuğuyla 600 metre değil, çok daha fazla gidebilir; ezan, horoz, köpek vs seslerine kulak vere vere saatlerce yürüyüp bir köye ulaşabilirdi belki de…
Fakat olmadı. Umutla kurtarılmayı beklemek onun direncini büyük ölçüde kırdı. Ve donma arifesine gelip umudunu yitirdiği anda, aşağılara doğru kayıp bir kuytu veya sığınak bulabilmeyi umdu. Ne yazık ki şartlar yolları kesmişti. Her türlü sancıya katlanabilirdi fakat soğuk dermanını tüketmiş, onu bir kaya yarığında ölüm uykusuna mahkûm etmişti…
Keşke hiçbir yere sesini duyuramasaydı diyesi geliyor insanın. Nasıl olsa eninde sonunda kaza anlaşılır ve bir şeklide onlara ulaşılırdı. O da haybeye umutla beklemez ve en kötüsüne göre kendini hazırlayıp bir barınak yapmanın yollarını arardı.
Çünkü neler yapabilirdi KOMANDO İSMAİL:
Dışarıdaki hava ne kadar soğuk olursa olsun, kar içinde hazırlayacağı mağaranın kendisini donmaktan koruyacağını bilirdi.
Kutuplarda -40 derece soğukta yaşayan ayıların buzdan inlerindeki sıcaklık hiçbir zaman +3 derecenin altına inmez. İnlerin girişleri aşağıda kaldığı için, sıcak hava yukarıya doğru yükselir ve yuvada tutulur. Sıcak hava yükselip kaybolmadığı için de, yerini soğuk havaya bırakmaz…
“E kardeşim, ayıların vücudunda bir karış yağ ve sırtlarında da kalın kürkleri var; tabi ki buzdaki yuvaları sıcacık olabilir.” denebilir. Bu durumu insan lehine dengelemek için de bazı doğal yalıtım malzemeleri kullanılabilir. Olay bölgesindeki 1-1,5 metre kar kalınlığı, barınak yapmak için yeterlidir. Kar barınağının sağlamlığı ve yalıtımı için, helikopterin dağılan parçaları, içindeki donanımlar ve etrafta bulunan ağaç dalları kullanılabilir. Giriş kısmının aşağıda, dar ve herhangi bir malzemeyle kapatılabilir olması unutulmamalıdır…
“Aslının bulunmadığı yerlerde benzerleri değerlendirilmelidir.” demiştik.
Bıçak ve baltanın bulunmadığı yerlerde keskin taşlar ve burada olduğu gibi helikopter parçaları bıçak-balta olarak kullanılabilir. Barınak için gerekli ağaç dalları ve helikopterdeki döşeme-muşamba kısımları kesilip alınabilir.
El ve ayaklarımızı soğuktan ve ısı kaybetmekten korumak için naylon, muşamba veya fazladan olan kıyafetlerin kolları kullanılabilir. Bir kazak veya mont hem şapka hem de atkı gibi kullanılabilir…
“Her potansiyeli değerlendir, her kinetiği yönlendir.”(Torlakon öğretisi)
Yazının başlarında ikinci sırada önemli gördüğüm ateş, böyle soğuk durumlarda birinci sırada önem arz etmektedir.
Çünkü ateş şenliktir ve büyük morâl kazandırır. Donarak ölme korkusu yenileceği için, kişi daha mantıklı ve sâkin kafayla düşünecektir.
Sıcak ortamlarda mahsur kalma “susuzluktan”, soğuk ortamlarda mahsur kalma da “donarak” ölüm korkusunu getirir.
Peki ateş nasıl yakılacak?
Sigara kullanıyor olmanın yegâne faydası böyle durumlarda görülür. Eğer İsmail üzerinde ateş taşımıyor ise, diğer veya sigara kullandığını bildiği arkadaşlarının üzerine bakacaktır.
Peki hiçbir kimsenin üzerinde ateş bulunmuyorsa…
Ortada bir helikopter enkazı ve onun üzerinde taşıdığı yakıtı mevcut. Ayrıca bu helikopterin çalışmasını sağlayan enerji devreleri… Bir dalın ucuna dolanan bez veya helikopterdeki döşeme parçaları benzine batırılır. Helikopterin elektrik kablolarının uçları birbirine temas ettirilerek çıkartılan kıvılcımla, meşâle gibi kullanılacak olan kısım tutuşturulur. Böylelikle, helikopterde bulunan yanabilir tüm kısımlar tasarruflu bir biçimde değerlendirilebilir…
Termal kamerayla insan vücut ısısı olan 36,5oC’yi arayıp enkazı bulmaya çalışan uçak veya helikopterler, yanan cisim veya ağaçlarla ortaya çıkan binlerce kat ısıyı çok daha kolay ve uzak mesafelerden tespit edebilecektir.
Peki çevrede bulunan ağaçlar yakılabilir mi?
Çevrede bulunan ağaçların yayvan yapraklı olmayıp da iğne yapraklı ve reçineli oluşları yanmayı kolaylaştıracaktır.
Yanmanın oluşabilmesi için önce tutuşmanın sağlanması gerekmektedir.
Peki -20 derecede ağaç veya ot tutuşur mu?
Hayatımda gördüğüm ilk hastalık “soğuktan donma” olayıdır. Aynen -20 derece soğukların olduğu bir zemheri sabahında, kapı ve pencerelerinin çevresinden karların estirip girdiği bir sanayi atölyesinde sobayı yakmaya çalışırken donmuştum. Kalan tüm gücümü kullanarak iki büklüm dizlerime dayana dayana evin 800 metre yokuşunu tırmanıp merdivenleri çıktım ve gücüm tükenerek düştüm. Bizimkiler ilk anda kurşunlandığımı sanmışlardı. Hayatımdaki ilk iğneyi bir yaşlı dervişin elinden o zaman yedim ve üç gün içinde yemeden içmeden kesilip ceset gibi olmuştum… Diyeceğim o ki; çok soğuk ortamlarda kâğıt, gazete, mukavva bile yanmıyor. Birkaç kibriti birlikte yakıp tutuşturmayı sağladıysam da, ateş devam etmeyip kendiliğinden sönüyordu…
Bir diğer olayda; bizim avcı Onbaşı ile tipiye yakalanıp ormana sığınmıştık. Meşe ormanı olduğu için yakabileceğimiz sadece karların içindeki piren(püren) adlı kuru otlar idi. Başka zamanlarda kolayca tutuşup barut gibi yanan pirenler yanmamakta direniyordu. Bizim Onbaşı da azbuçuk direnişçi olduğu için cebindeki defter, alacak verecek notları, çantasındaki azıklara sarılı gazete parçaları ne varsa yakıp tüketti. En son cüzdanındaki paraları yakıp şansını zorlamayı düşünmüştü ki, müdâhale ettim;
“Ulen bizim oğlan! Bu kadar yakacakla tutuşturamadığın otlar, cebindeki birkaç parayla mı tutuşacak? Bu sevdadan vazgeçip yola düşelim ve zıplaya zıplaya ısınmaya çalışalım. Yoksa; ben ikinci defa, sen de ilk defa millî(!) olup kaykılıp kalacağız orman içinde.”… Bereket versin ki; biz yola düşünce rüzgâr da yön değiştirdi ve tipili soğuk yerini daha ılıman bir havaya bıraktı da donmaktan sıyırdık…
Sırası gelmişken, maddelerin yanma durumlarını da irdeleyelim.
Katı maddelerin tutuşma ısıları:
Tahta ve kuru ağaç 240-270oC
Gazete kâğıdı 230oC
Selülôit plâstikleri 135oC
Pamuklu kumaş(ham bez) 225oC
Pamuklu kumaş(cilalanmış) 275oC
Kibrit alevi ısısı 450-270oC
Sigara izmariti ısısı 800oC
Benzinin alevlenme ısısı ise 40-41oC (Benzin havada %1,5-7,6 oranında bulunursa, kapalı yerlerde patlama, açık yerlerde de parlama şeklinde yanar. -30oC’de donar, -7oC’de buharlaşmaya başlar. 32 ile 204oC arasında da kaynar.)
Sıvılar yanıcı katı maddeler gibi yanmazlar. Onların buharları tutuşmalarına aracılık eder. Yanmanın oluşumu için alevlenme ısısının düşüklüğü ve devamı gereklidir. Isı takviyesi kesilir veya tutuşma ısısının altında kalırsa ateş kendiliğinden söner. İşte, bizim ateşlerin bir türlü yanmadığı da bundan dolayıydı…
Bütün bu olabilecekleri bir kenara koyup, hayatın olmuş gerçeklerine dönecek olursak, bu çağda ve teknolojide İsmail’imiz neden kurtarılamadı? Sanki;
“Teknolojinin bütün imkânları, İsmail’i ölüme mahkûm etmek için kullanıldı” gibi bir durum ortaya çıktı. Çünkü İsmail kesin olarak hayattaydı, şuuru ve iradesi yerindeydi, sadece bir ayağının kırıldığı biliniyordu ve kurtarılmayı bekliyordu… Oysa, aynı zamanda haberci olan İsmail, kazanın gerçekleşmesi ve öncesinde yaşanan her şeyi biliyordu.
O kötü hava şartlarında, çok tecrübeli bir pilotun, sis içindeki dağlara doğru ne şekilde ve hangi cesaretle araç uçurduğunun yegâne şahidiydi. Çünkü aracın içinde, yıllardır hedefte olan ve nice kazadan(?) yaralı kurtulan bir başkan(önder) vardı…
İsmail’imizi yalan haber öldürdü!...
Olayın ilk günü enkaza 500-600 metre kadar yaklaşmış olan gönüllü köy korucularımız “Enkaza ulaşıldığı ve yaralıların hastaneye kaldırıldığı” haberi üzerine, o çok soğuk havada yeterli donanımları olmadığından, enkazın yanına kadar gitmeyi gereksiz görüp dağdan inerler. Akşama doğru ise “Enkaza henüz ulaşılamadığı” gerçeği dile getirilir fakat bu sefer de hava şartları çok kötüleşmiştir ve göz gözü göremediği gibi, helikopterler dahi uçamamaktadır. Mecburen sabahın olması beklenir. Hava şartları ertesi gün de çok kötü olmasına rağmen binlerce fedâkâr insan, donma pahasına da olsa dağlara tırmanır. Bulunsa da zaten cesetler bulunacaktır fakat yine bulunamaz. Nihayet, neredeyse 48 saat sonra yine fedâkâr korucularımız donma pahasına ulaşırlar enkaza. Elini öperler çok sevdikleri Muhsin başkanlarının. Hayattayken sıcak eli nasip olmasa da, “ACI ZULUM” bir kaza sonrası donmuş eline sürerler yüzlerini…
O korucular var ya,
Gönüllü köy korucuları,
Aslında vatan korucusudurlar onlar,
Devletten beş kuruş maaş almadan tutarlar nöbetlerini,
Birçoklarının misafiri oldum, evlerinde kaldım, çay-çorbalarını içtim.
Yoksuldur onlar; gelirleri damla gibi olsa da, gönülleri derya gibidir.
Cümlesinden ve o şartlarda arama-kurtarma gayreti içinde olan cümle canlarımızdan Mevla gani gani razı olsun.
Olayda kaybettiğimiz tüm canlarımızın da mekanları pürnur olsun.
Mevla böyle bir “acı zulum”u asil ve aziz milletimize bir daha yaşatmaya…
Sen ey güzel kardaşım İsmail,
Söz verildiği halde seni kurtaramadık, hakkını helal eyle.
Seni ilk ve son defa, fakat hiç unutmamacasına tanıdık.
Feryadın ülkeye, millete ve âleme ibret oldu:
112 görevlisi : 112.
İsmail Güneş (İ.G): Ben İHA Muhabiri İsmail Güneş, helikopter ile düştük.
112 : Nerede? Neredesiniz?
İ.G : Bilmiyorum nerede olduğumuzu. BBP Genel Başkanı Yazıcıoğlu ile birlikteydik.
112 : Neredesiniz?
İ.G : Hatırlamıyorum.
112 : Etrafınıza bakın, ne görüyorsunuz?
İ.G : Her taraf kar, sis. Her taraf sis.
112 : Helikopteri nereden kiraladınız?
İ.G: Bacağım kırık olduğu için konuşamıyorum. Erhan ağabey nereden çıkış yapmıştık. Çağlayancerit orada bir yerde düştük. Hangi yere düştüğümüzü hatırlamıyoruz, her taraf sis, göremiyorum. ... 35 00 benim numaram.
112 : Telefonu kapatmayalım, yerinizi tespit etmeye çalışıyoruz.
İ.G : Kahramanmaraş'ın dağlarından, her taraf sis. Göremiyorum.
112 : Parti merkezinden kiminle görüşebiliriz, sizinle ilgili?
İ.G : Bilmiyorum, şarjım bitmek üzere. Alo. Biz nereye gidiyorduk? Yozgat tarafında bir yere gidiyorduk hanımefendi.
112 : Kapatmayın yerinizi tespit etmeye çalışıyorlar.
İ.G : Erhan ağabey, nereden geldik, nereye gidiyoruz. Şu an Çağlayancerit'ten gelip, nereye gidiyoruz. Yozgat-Yerköy mü? Çağlayancerit'ten, Yozgat-Yerköy'e gidiyoruz. Burası çok soğuk. Alo. Yer tespit edemiyor musunuz?
112 : Siz kapatmayın beyefendi telefonu.
İ.G : Hanımefendi şarjım bitecek.
112 : Alo, Alo. İyi misiniz?
İ.G : Kötüyüm, ayağım kırık.
112 : Şu anda siz helikopteri görebiliyor musunuz?
İ.G : Şu anda helikopterin içindeyim.
112 : Alo. diğer beş kişi yanınızda değil mi şu anda? Size cevap verebiliyorlar mı?
İ.G : Diğerlerinden ses yok. Erhan ağabey, Erhan ağabey de ıhlayarak cevap veriyor. Alo, hanımefendi, yerimizi tespit edemediniz mi?
112 : Şu anda emniyet bulmaya çalışıyor, sakin olun.
İ.G : Erhan ağabey, ıhlıyor sadece. Bende üşümeye başladım. Ben sakin olmaya çalışıyorum.
112 : Sakin olmaya çalışın, tespit etmeye gayret ediyorlar.
İ.G : Muhsin Bey'i göremiyorum.
112 : Aynı helikopter ile mi havalandınız?
İ.G : Evet. Ayağım çok kötü kırıldı. Ölen de var herhalde. Bu arkadaş kim ya.
112 : Ayağı kırık, yerinden kımıldayamıyorum. Emniyetle görüşüyorum.
İ.G : Alo, hanımefendi.
112 : Açık kalsın telefon.
İ.G : Şarjım bitmek üzere. Benim numaramı görebiliyor musun?
112 : Kapatmayalım, ulaşıyorlar, kapatmayalım numarayı. Sizin nereye gittiğinizi anladık. Yozgat-Yerköy'e gidiyoruz dediniz.
İ.G : Alo. Sakin olalım da şu anda donuyoruz burada, ayağım da kırık.
112 : Kapatmayın, bir saniye.
İ.G : Alo. Erhan ağabey, Erhan ağabey. Sen kalkabiliyor musun yerinden? Hanımefendi.
112 : Şarjınız bitinceye kadar açık kalsın, aramaya devam ediyorlar çünkü. Kapatmayın alo.
İ.G : Alo. Ayağım kırıldı.
112 : Başka yerinizde kanama var mı?
İ.G: Gözükmüyor.
112 : Kravatınız var mı? İp gibi kravat gibi bir şeye elinizi uzatabilir misiniz?
İ.G : Kravat yok. Şu anda gözükmüyor.
112 : Polis ekipleri yerinizi bulmaya çalışıyor. Siz moralinizi yüksek tutun. Zaten sizin yerinizi tespit edecekler. Edemediler daha. Tespit etmeye devam ediyor.
İ.G : Herkes öldü herhalde.
112 : Kanamadan dolayı sessiz kalmış olabilirler, endişe etmeyin, sizi kurtaracaklar.
İ.G : Erhan ağabey, Erhan ağabey. Kırık ayağımın altında, kaval kemiğinde. Kanama değil, kırıldı ya.
112 : Alo, beyefendi. Şu anda bacağınızın durumu nasıl?
İ.G : Ağrıyor. Alo. Yeri tespit edemediniz mi? Donmaya başladım, üşümeye başladım. Üşüyorum. Tipi var. Helikopterin içine girdim. (İnleme sesleri) Buradakiler öldü herhalde ya. Erhan ağabey, Erhan ağabey. Yok. Kimseden ses gelmiyor, gelmiyor. Eyvah çok kötü.
112 : Ayağınız sıkıştı mı?
İ.G : Evet. (inlemeler) Tespit edemediler mi ya. (inleme) Ayağımı oynatamıyorum.
112 : Emniyet yerinizi tespit etmeye çalışıyor.
İ.G : Erhan ağabey. Ağabey bir kendine gelmeye çalış. Bak ben kendime gelmeye çalışıyorum. Yatıyor ıhlıyor.
112 : Başka kimseden ses gelmiyor mu?
İ.G : Yok, yok. Çok kötü ayağım kırıldı. (İnleme) Hanımefendi hâlâ bulamadınız mı yerimizi? Burada donacağız, diğer insanlar öldü herhalde. (İnleme sesleri) Ayağımı oynatamıyorum. Çok pis kırıldı ayağım. Yerimizi ne zaman tespit edeceksiniz hanımefendi?...
Evet İsmail kardaşım,
“Yerimizi tespit edemediniz mi daha?” diye çınlattın karlı dağları,
“Aklınızı başınıza alamadınız mı daha?” der gibi.
Ülkeye, millete ve âleme ibret oldu acı feryadın.
İmdadına yetişememenin utancıyla kızardı yüzlerimiz.
Yetimlerin Tuluğhan ve Çağan’a, ailene ve nesline hiçbir zaman acı yaşatmasın yüce Yaradan.
Bu millet 6 İsmail’ini kurban verdi Maraş Dağlarında,
Sen diğer beş İsmail’in de sesi soluğu oldun.
Dilerim Mevla’dan;
Başka hiçbir İsmail’imiz kurban olmasın.
“Demir tava geldi kömür tükendi,
Akıl başa geldi ömür tükendi.” olmasın…
Mevla, aziz ve asil milletimizi koruyup yüceltsin.
ESEN KALSIN KAVİM KARDAŞ…
TÜRK FİLOZOF TORLAKON