Neden diye sorma ana!…
(Film konusu olabilecek bu olayın senaryosunu tamamlamaya zaman ayıramadım. Eğer yapımcılarımızın ilgisini çekecek olursa, mektubu yazan polisimiz halen hayattadır ve kendisi de senaryoyu yazmaya yönlendirilebilir. Şehid polisimizin ailesiyle de bağlantı sağlayabilirim-Filozof TORLAKON)
Bir mektup gelmiş, polis oğuldan köydeki ailesine.
Tamı tamına dört sayfa; mektup değil sanki destan…
Dertli ananın zaten okuma yazması yok.
Garip babanın ise gözleri iyi seçemiyor.
Okumak bana, ağlamak da dinleyenlere düşüyor.
Özetle şunları yazıyor gurbetteki polis oğul:
Dertli anacığım garip babacığım,
İyi olduğunuzu umut eyleyerek,
Nasılsınız diye sormadan hasretle ellerinizden öperim.
Asıl hesabıma göre bu mektup yanınıza varmadan,
Bizler yanınızda olacaktık.
Aslında bu mektubu yazmak zorunda da kalmayacaktım.
Bu günüm bana zından oldu ana!
Lambanın ışığında yazıyorum bu satırları fakat kör karanlıktayım.
Bu sabahtan itibaren yıllık izne ayrıldım, çantamı hazırlıyordum.
Kara bir haber ulaştı ki kulağıma,
İzne ayrıldığıma köpekler kadar pişman oldum.
Bizim garip Mestan şehid düşmüş.
Sen bizim Mestan’ı hiç duymamıştın değil mi ana?
Babam da hiç duymamıştı…
Polis olmaya giderken bindiğim otobüste yanımda bir garip oturuyordu.
Hani, sırtıma giyeceğim doğru dürüst bir gömleğim bile yoktu da,
İle küne rezil olmayalım diye bir arkadaşımın gömleğiyle yola çıkmıştım ya;
Bu memlekette benden bin beterleri de varmış be ana!
Mestan’mış yanımda oturan arkadaşın adı.
O da polis olmak için yollara düşmüş benim gibi.
Saç baş perişan, gömleği delik deşik, pantolonu otuziki yerinden yamalı,
Çorapsız ayağının parmakları yırtık pabucunun ucundan dışarıya bakıyor…
Dertleştik yolculuk boyunca.
Anlattı başından geçen halları bir bir.
Asıl adının ne olduğunu kendisi de bilmiyor.
Gerçek ana babasının kimler olduğunu da…
Çocuksuz bir aile tarafından evlatlık alınmış bir yetiştirme yurdundan.
Öz ana babası bilmiş onları yıllarca.
Tâ ki liseye başladığı ve ana bildiği kadın hamile kalıncaya kadar.
Uzun yıllar sonra öz çocuklarına kavuşacak olan aile artık istememiş Mestan’ı.
Sana bugüne kadar baktığımıza şükret ve artık başının çaresine bak demişler.
Bütün gerçekleri vurmuşlar yüzüne bir bir.
Dünyası bir anda tersine dönmüş garibin.
Bir evin bir oğlu sanırken kendini,
Sokakların çocuğu oluvermiş.
Kahırlanıp soyadını da değiştirmiş;
“Satılmış” yapmayı uygun görmüş.
O "satılmış" dese de, alıcısı yokmuş garibin.
Kaldırımlar, duvar dipleri, izbe yerler ve viraneler olmuş yurdu durağı.
Aç kalmış, kedilere yoldaş olmuş çöplüklerde.
Hastalanmış, yıkıntıların nemli duvarlarına dinletmiş kulak yırtan öksürüklerini.
Sürünmüş hayli zaman sokaklarda, tutacak bir dal bulamamış.
Devletinin eline yapışmaya karar vermiş en son.
Polis olmak için düşmüş yollara,
Devletimin eli olayım, düşenleri ben tutup kaldırayım demiş.
Otobüs parası yapmış, hamallıktan kazandığı son kuruşlarını…
İlk arkadaşım ve hep yoldaşım olmuştu o benim.
Aynı odaya ve ranzaya da düşmüştük okulda.
Yediğimiz içtiğimiz hiç ayrı gitmezdi.
Nihayet mezun olup ayrıldı yollarımız.
Ayrılanların ardından su dökülürdü ya Anadolu’da.
Bizler gözyaşlarımızı dökerek uğurladık birbirimizi.
Yıllar yılları kovaladı, Türkiye’nin doğu ucunda birleşti ayrılan yollarımız.
Evlenip çoluk çocuğa karışmıştık ikimiz de.
Yeniden kavuşmamızın mutluluğunu yaşıyorduk hep birlikte.
Tâ ki izne ayrılıp, kara haberi aldığım bu güne kadar.
Derhal iptal ettirdim iznimi, koştum dostumun yanına.
Üşümüştü elleri, susmuştu dilleri,
Çilesi dolmuştu artık garip Mestan’ın…
Ansızın uğurlanıyordu birimiz bu sefer.
Sular yollara değil, birimizin bedenine dökülüyordu.
Engel olunamayan gözyaşları, birimizi yıykayan sulara karışıyordu.
Can dostumu kendi ellerimle yıykayıp yolcu eyledim ana!
Kırk yıl gibi geçen kara bir günün ardından,
Şu anda saat dörde yirmi var.
Biraz sonra sabah ezanı okunacak.
Kuruyan gözlerime yapışan gözkapaklarımdan zor seçiyorum yazdıklarımı.
Şu anda ençok arzuladığım şey;
Bütün bunların bir rüyadan ibaret olması…
Bu mektup niçin ekmek kabarır gibi kabarmış?
Yazılar niçin birbirine bulanmış?
Mürekkebi niçin solmuş diye sorma sakın!
Mestan’ı uğurlarken engel olamadığım gözyaşlarımdan arta kalanına,
Mektubu yazarken de engel olamadım ana!...
17 Mart 2009
TÜRK FİLOZOF TORLAKON
(TORLAKON; "Türk Savunma Sanatı{ÇAKIRPENÇE} ve Hayat Felsefesi, Tabuların Yakıldığı Akıl Ocağı, İnsanlığa ve Gerçeğe Açılan Pencere, Batı Toroslar'dan Yükselen Işık, Gürleyen Ses ve Anadolu Türk Ruhu'nun Yeniden Şahlanışı"dır.)
ERGENEKON VADİSİ’nden sel gibi çıktık!
MALAZGİRT OVASI’ndan kasırga gibi girdik!
TORLAKON YAYLASI’ndan yıldırım gibi gürleriz!!!...
"BEN VE MİLLETİM TANRI'NIN KIRBACIYIZ. TANRI KENDİ YOLUNDAN ÇIKANLARI CEZALANDIRMAK İÇİN BİZİ GÖNDERİR."
( Türk İmparator ATİLLA )
"BU MEMLEKET TARİHTE TÜRK'TÜ, HÂLDE TÜRK'TÜR VE EBEDİYEN TÜRK OLARAK YAŞAYACAKTIR."
"HAYATTA YEGÂNE VARLIĞIM VE SERVETİM, TÜRK OLARAK DOĞMAMDIR."
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!"
( MUSTAFA KEMAL ATATÜRK )
*** Türkistan'da TONYUKUK, Türkiye'de TORLAKON ***