Bir garip İHANET DUYGUSU
“Kadınları şeytan olarak görenler şeytanın çocuklarıdır.”(Torlakon öğretisi)
Bugün 8 Mart “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanıyor.
Ben de bir kadından söz edeyim bari;
Bir Anadolu Yörük Kadını’ndan…
Yoksulluk içinde dünyaya gelen,
İçinde bulunulan şartlar gereği 13 yaşında evlendirilen,
İlk çocuğu sefalet yüzünden açlıktan ölen,
Kendi köyünde ekmek olmadığı için başka köylere buğday karşılığı çalışmaya giden,
Kaldığı her köyde bir çocuğunu toprağa veren,
Bütün doğumlarını evde yapıp bebelerinin göbeğini kendi kesen,
Hastalansa da hastane ve doktor yüzü hiç görmeyen,
Okuma ve yazması hiç olmasa da, hesabı çok iyi bilen,
Nasırlı ve yaba gibi elleriyle bütün işlerini kendi gören,
Hamurunu kendi yoğuran, ekmeğini kendi çeviren, suyunu kendi getiren,
Harmanını savuran, höllüğünü eleyen, bebelerini beleyen,
Hasırını çulunu kendi dokuyan, toprağını kendi işleyen,
Yağmurda ıslanan, güneşte kavrulan, tipide boranda savrulan,
Ve günün birinde hastalanıp ateşler içinde kıvranan,
Hastaneye veya doktora erişmek pek mümkün olmadığı için eve sağlık memuru çağrılan,
İlçede elektrik olduğu ve ilçe ortalarında kaldığı halde elektriği olmayan kerpiç eve gelen sağlık memuru içeriye ayakkabılarıyla girdiği için, her seferinde çocuklarına; “Çulun üstünde kirli çoraplarla dolaşıp çulu kokutmayın!” diye çıkışıp durduğu halde bu durum karşısında “Kendisi saray gibi evde oturduğu için bizim eve girerken pabuçlarını çıkarmaya tenezzül etmedi.” diye eziklik içinde çocuklarının yüzüne bakan ve bir daha evlatlarına çıkışmaya cesareti kalmayan bir baba yıllar sonra yakalandığı kanserin korkunç sancılarını iki hafta kadar çektikten sonra vefat eder…
Babanın ölümünden iki yıl kadar sonra evlatlarından birine de musallat olur aynı dert. Hastanede teşhis konur ve yapılacak olan belirtilir: derhal ameliyat.
Fakat o yıllarda hastaneler öylesine kalabalıktır ki, kapı önlerinde tartışma ve kavgaların olmadığı gün yok gibidir. Ameliyat için verilen tarihler ise aylar sonraya atılmaktadır. Hasta bekleyebilir belki fakat hastalık bekler mi? Hele o hastalık kanser ise…
“Ne zaman bize ameliyat sırası gelir?” diye sorduğunda,
“Üç aydan önce pek gelmez fakat doktorları özel muayenehanelerinde görürsen bir hafta on gün içinde işin hallolur.” cevabını alır.
Muayene işlerini düzenlemekle görevli memurların masalarının kasalarında, doktorların özel muayenehanelerinin yerlerini belirten “kartvizit” adlı kavşıtnameler bulunmaktadır. İsteyen hastalara seve seve dağıtırlar.
Aldığı kavşıtnamede belirtilen ve Ankara’nın Sıhhıye semtinde bulunan yere giden oğul, Profesörün muayenehanesini bulur. Kapıyı hanım hanımcık bir kızcağız açar. Bizimkisi bakar ki muayenehanenin tabanı bir uçtan bir uca serili pırıl pırıl halılarla kaplıdır.
“Hanım kızımız pabuçlarımızı nereye çıkartacağız?” diye sorar.
“Hiçbir yere çıkartmıyorsunuz ve ayakkabınızla giriyorsunuz.” cevabını alır.
“Fakat kızım ben bu güzel halıya pabuçlarımla basmaya kıyamam ki.” dediğinde;
“Herkes ayakkabısıyla giriyor, siz de girin.” karşılığını alır.
Bizimkisi bir an duraksar ve çocukluğunu hatırlayıp şu düşüncelere dalar:
“Gördün mü oğlum! Bir zamanlar sizin evdeki eski çullara sağlık memuru pabuçlarıyla bastıydı, şimdiyse sen Profesörün pırıl pırıl halılarına aynı şekilde basıyorsun. Bu gününe şükret!...”
O böyle düşünüyordu fakat ayağını içeri doğru uzattığında kalbi kazan kaldırıyor, vicdanı küplere biniyordu:
“Seni de kaybediyoruz oğlum! Sen de hainlerden oluyorsun!... Bu vatanda kupkuru yerde kalıp kerpiçlere başlarını koyanlar varken, kara toprağın altında kefensiz yatanlar varken sen bu halıya pabuçlarınla basamazsın!!!...”
Ve tekrar düşündü:
“Bu halıların değil yenisi, eskisi bile serili değil yedi sülalemin evinde. Her şeye rağmen pabuçlarımı çıkarıp da girsem ‘Çorapların kokuyor’ diye çıkışan olur mu acep?...”
Tabiplerimizin iyi kazanmaları ve çok temiz ortamlarda hastalarıyla ilgilenebilmeleri çok güzel gelişme elbette. Fakat dedik ya bizimkinin kalbi kazan kaldırıyor, vicdanı küplere biniyor diye; o gün bu gündür hainlere dahil olduğunu düşünmekten kendini kurtaramıyor…
Okuma yazması olmayan bir Anadolu kadınının yetiştirip topluma kazandırdığı o evlat,
Emeklediği günleri bile hatırladığı halde, kendi çıkarını aklına getirmeyi bilmeyen o evlat,
O gün bu gündür kendine kızan ve bu satırları yazan,
Sizler gayet iyi tanıyor ve biliyorsunuz onu,
Gönlü aklının kelepçesi, vicdanı yüreğinin körüğü olan,
Batı Torosların deli yörüğü olan Torlakon’u…
08 Mart 2009
TÜRK FİLOZOF TORLAKON
(TORLAKON; "Türk Savunma Sanatı{ÇAKIRPENÇE} ve Hayat Felsefesi, Tabuların Yakıldığı Akıl Ocağı, İnsanlığa ve Gerçeğe Açılan Pencere, Batı Toroslar'dan Yükselen Işık, Gürleyen Ses ve Anadolu Türk Ruhu'nun Yeniden Şahlanışı"dır.)
ERGENEKON VADİSİ’nden sel gibi çıktık!
MALAZGİRT OVASI’ndan kasırga gibi girdik!
TORLAKON YAYLASI’ndan yıldırım gibi gürleriz!!!...
"BEN VE MİLLETİM TANRI'NIN KIRBACIYIZ. TANRI KENDİ YOLUNDAN ÇIKANLARI CEZALANDIRMAK İÇİN BİZİ GÖNDERİR."
( Türk İmparator ATİLLA )
"BU MEMLEKET TARİHTE TÜRK'TÜ, HÂLDE TÜRK'TÜR VE EBEDİYEN TÜRK OLARAK YAŞAYACAKTIR."
"HAYATTA YEGÂNE VARLIĞIM VE SERVETİM, TÜRK OLARAK DOĞMAMDIR."
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!"
( MUSTAFA KEMAL ATATÜRK )
*** Türkistan'da TONYUKUK, Türkiye'de TORLAKON ***