Anadolu Toprakları ve Bitki Örtüsü
Dünya, bugüne kadar dört dönem buzul çağı geçirmiştir. Anadolu Toprakları son buzul çağını yaşamamıştır. Yaklaşık 250 000 yıl olarak tahmin edilen dördüncü buzul çağı, Anadolu Topraklarını etkisi altına almamıştır. Buzul dönemde bitki ve mikrobiyolojik floranın kendisini geliştirmesi ve evrimini tamamlaması mümkün değildir. Çünkü, bitki ve mikrobiyolojik flora inaktiftir. Bu ne anlama gelir? Tıpkı bir derin dondurucuda mikropların ürememesi gibi. Mikroplar (bakteriler ve virüsler) çoğalamazlar. Aynı şekilde buzul altında kalan bitkilerinde gelişmesi söz konusu değildir. Tıpkı donmuş topraklarda tohumların gelişmesinin mümkün olamayacağı gibi… Kısaca, buzul çağda bitkiler ve mikroorganizmalar yaşamlarını sürdüremezler evrimleşme durur. Bir bitki baharda filizlenir, çiçek açar, tohumları toprağa dökülür. Toprağa dökülen tohumlar bir dahaki bahar mevsiminde tekrar filizlenir, çiçek açar ve tohumları tekrar toprağa düşer. Her bahar mevsimiyle bu yaşam tekrar ederek devam eder. Her defasında bitki tohumlarının genetik yapısı çevre şartlarına bağlı olarak kendisini mükemmele doğru geliştirir. Bu durum genetik yapıya sahip her canlı da aynıdır. Kendisini geliştirme programı, her canlının genetik yapısında vardır. Şüphesiz ki, çevre şartlarının bozulması ile canlıların genetik yapıları da olumsuz etkilenerek bozulur (mutasyon).
İşte, Anadolu Toprakları yaklaşık 250 000 yıl süren buzul çağı yaşamadığı için bitkiler ve mikroorganizmalar doğal yaşamlarına devam ederek evrimini tamamlama yolunda yaşam faaliyetlerine devam etmişlerdir. Anadolu Toprakları, 250 000 yıl farkla, buz altında kalan diğer ülke topraklarına göre önde gitmiştir. 250 000 yıllık bu evrim farkı Anadolu Toprakları üzerindeki bitki florasını rakipsiz kılmıştır. Çünkü, Anadolu Toprakları üzerinde yetişen bitkiler 250 000 yıllık farkla kendilerini en mükemmel şekilde geliştirme fırsatına kavuşmuştur. Bu nedenle Anadolu Toprakları üzerinde yetişen bitkiler, evrimini en mükemmel bir şekilde tamamlama fırsatına sahip olmuştur. 250 000 yıllık bu zaman zarfında Anadolu Topraklarının bitki florası kendisini geliştirip en mükemmel bir şekilde evrimini tamamlarken, dünyadaki birçok bölgenin bitki florası buzul çağından dolayı gelişmede ve evrimleşmede geri kalmış (yerinde saymıştır). Anadolu topraklarının mikrobiyolojik florası ve üzerinde yetişmekte olan bitkilerimiz, bizlere Allah’ın bir lütfudur. Bunun kıymetini çok iyi anlamak ve bilmek zorundayız.
Tohumlar
Diyarbakır’ın ve Ceyhan’ın karpuzu, Çankırı’nın eriği, Kemaliye’nin beyaz dutu, Malatya’nın kayısısı, Çengelköy’ün salatalığı, Kırkağaç kavunu, Çukurovanın yafa ve Finike portakalı, Torosların ve İsfendiyar Dağlarının ahlatı, Amasya’nın elması, Anadolu’nun kara buğdayı ve daha yüzlercesini sayabileceğimiz Anadolu’nun bölgesel ve yöresel bu saygın ürünlerinin bir çoğu kayıp oldu, bir çoğu da kayıp olmak üzredir. Her geçen yıl daha az bulunuyorlar. Her yıl Anadolu Topraklarına özgü sebze ve meyvenin bir çok türü adeta küsmüş gibi ne pazarda ne de kendi yöresinde bulunmuyor. Çünkü, çoğaltan yok. Milletin efendisi ve aynı zamanda da sofralarımızın kurucuları modernleştirildiler. Ellerine çeşit çeşit ebter tohumlar ve hormon verildi. Onlar da bu ürünler ile sofralarımızı kuruyorlar. Ne acıdır ki, bu yıl İstanbul’da yafa portakalını aramama rağmen bulamadım. Ülkemizde sebze, meyve, tahıl ve bakliyatta, bölgesel ve yöresel olarak binlerce doğal tohum türü vardı… Bu türlerin sayıları heryıl giderek azalırken bir taraftan da bir çoğu kayıp olup gitti.
Bölgesel ve yöresel meyve bahçelerinin önemli bir kısmı yok oldu. Yukarıda adlarını belirtmiş olduğum, sebze, meyve ve tahılın doğal tohumlarının çoğu kayıp olup gitti. Bir çoğunu bulmak mümkün değildir. Artık, çarşı-pazar alışverişlerinde bu saygın ürünlerimizi bulamıyoruz. Ne, yamula patlıcanından, ne ispir fasulyesinden ne de heybeli kavunundan eser kalmadı. Yerini ebter tarım ve ebter tohumdan elde edilmiş sebze, meyve ve bakliyat aldı.
Günümüzde üç ayrı tohum vardır. Bunları size kısaca tanıtmak istiyorum.
- Doğal tohumlar
- Melez (hibrid) tohumlar
- Transgen tohumlar
Anadolu’nun doğal tohumları
Evrimini en mükemmel bir şekilde tamamlamış tohumlardır. Yüzbinlerce yıl boyunca kendilerini geliştirerek günümüze kadar gelmişlerdir. İnsan sağlığı için gerekli olan etkin maddeleri içerir. Bu etkin maddelerin özellikleri, hastalıklara karşı önleyici ve koruyucudur. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Sonradan kazanılacak hastalıklara karşı, içerdikleri etkin maddeler bizleri korur. Doğal tohumdan elde edilen sebzenin, meyvenin ve tahılın kokusu, damak tadı, aroması kendine hastır. Tadına doyamazsınız. Çünkü, 250 000 yıllık evrim farkı sayesinde en mükemmel genetik yapıya ulaşmışlardır. Evrimini en mükemmel şekilde tamamlamış bu tohumlarımızın ürünlerinin,
- Tadı
- Kokusu
- Aroması
- Vitamin zenginliği
- Mineral zenginliği
- Sağlığımız için birinci derecede önemli etkin maddeleri
tamamen o tohumun içerdiği genetik yapıya bağlıdır. Eğer bir tohumun genetik yapısına müdahele edilirse, bu taktirde o tohumdan elde edilen ürünün, tadı, kokusu, aroması, vitamin değerleri, mineral zenginliği ve etkin maddeleri değişir. Bu durumu birkaç örnekle aşağıda açıklamış bulunmaktayım.
Anadolu topraklarında geleneksel tarım uygulaması sadece doğal tohumlar ile yapılırken seksenli yıllardan itibaren yavaş yavaş azalarak yerini sera tarımına terk etmeye başlamıştır. İkibinli yılların başlarından itibarende geleneksel tarım uygulaması ve doğal tohum kullanımı büyük oranda terk edilerek, yerini sera uygulamasına ve ebter tohum kullanımına terk etmiştir.
Melez (ebter, hibrid) tohumlar
Melez tohumların diğer bir adı da hibrid tohumlardır. Ben bu gruptaki tohumlara ebter tohumlar diyorum. Ebter, soyu kesik demektir. Zürriyeti yok demektir. Bir başka ifade tarzıyla soyunu devam ettiremiyen anlamına gelir. Melez (hibrid, ebter) tohumların genlerine müdahele edilir. Bu tohumların (melez, hibrid, ebter) genlerine müdahele edildiği içindir ki, soyları kesiktir. Bu tohumu toprağa ektiğiniz zaman ürününden tohum almanız mümkün değildir. Yani bir defalıktır. Örneğin, ebter (hibrid, melez) bir salatalık, domates veya biber tohumunu toprağa ekerseniz, ne çıkan salatalıktan, ne domatesten ne de biberden tohum alamazsınız. Yani, tohumluk olarak ayıramazsınız. Kısaca, melez tohumun soyu kesiktir. Her defasında satıcı firmadan yeni ebter tohum almak zorundasınız.
Unutmayınız, bir kilo ebter (melez, hibrid) domates veya salatalık veya da biber tohumu bir kilo altından daha pahalıdır. Ebter tohumların dezavantajları nelerdir,
- Tohumculukta dışa bağımlı kalmak
- İnsan sağlığı için birinci derecede önemli olan mineral, vitamin, antioksidan ve ana etkin maddelerin çoğunu içermez. İçerse de yeterli düzeyde değildir.
- Genetik yapısına müdahele edildiğinden dolayı, kimyasal özelliklerini dahi bilmediğimiz yeni ve karmaşık ve kompleks polyphenol kimyasallar oluşmaktadır.
- Oluşan bu kompleks polyphenollerin sağlığımızı uzun veya kısa dönemde nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz.
- Ancak, kesin olarak bildiğimiz bir şey var ise, o da şudur; ebter tohumlardan elde edilen mahsulleri (ürünleri) tükettiğimiz taktirde, hastalıklara karşı önleyici ve koruyucu gücü olan etkin maddeler miktar olarak yok denecek kadar azdır.
- Vitamin ve mineral içerikleri vücudumuzun alımı bakımından son derece düşüktür.
- Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin tadı, kokusu, aroması hemen hemen yoktur.
- Özellikle bağışıklık sistemimizin ihtiyacı olan etkin maddelerin bir çoğunu içermemektedir. İçerdikleri de yeterli düzeyde değildir.
- Ebter tohumlar, toprağın mikrobiyolojik florasına yatay geçiş (horizontal transition) yaparak, hem toprağı kontamine etmekte (kirletmekte) hem de toprağın bakteri florasını bozarak, bakteri popülasyonunda kolay mutasyona uğrama yatkınlığını artırmaktadır.
- Toprağa ekilen ebter tohumların çiçeklerinin polenleri çevre bitki florasının tür değişimine sebep olmaktadır ki, ben bu durumu çevre bitki florasının bozulması açısından büyük bir risk olarak görmekteyim.
- Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin (domates, brokoli, biber v.b.) selüloz ve lignin oranları farklıdır. Bu farklılık sindirim sistemi üzerinde kendisini belirgin şekilde göstermektedir. Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin selülozik matris yapısı büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıktan dolayıdırki, bu ürünler ödemlidir. Yani, su tutarlar. Kestiğinizde su verir. Örneğin, ebter tohumdan elde edilmiş domatesi kestiğinizde su verir.
Değerli okuyucu, size şimdi bir örnek vermek istiyorum. Genleri ile oynanmamış, ebter veya transgen olmayan, evrimini en mükemmel bir şekilde tamamlamış olan doğal domatesi ele alalım. Doğal tohumdan elde edilen domates,
- Kalp büyümesine karşı önleyicidir
- Kalbin dış yüzeyinde oluşan yağları eritir
- İyi huylu prostat büyümesine bağlı idrar yapma zorluğunu ortadan kaldırır
- Yaşlılığa bağlı makula dejenerasyonunu önler, başlangıçta ise tedavi eder
- Güçlü antioksidanlar içerir
Ancak, ebter tohumdan elde edilen domateste bu özellikler yoktur. İşte, “Ne ekersen onu biçersin” sözünün tam kullanılacağı noktadayız.
Vitiligo (ala) hastalığına karşı mükemmel önleyici ve koruyucu, mısırdır. Bu nedenledir ki, Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan insanlarda ala hastalığı görülmez. Çünkü, bu yörenin insanları bol bol mısır ve mısır ekmeği tüketirler. Doğal mısır, kür olarak tüketildiğinde deri ve cild üzerindeki gözenekleri küçülterek cildin pürüzsüz olmasını sağlar. Ancak, ebter tohumdan elde edilen mısır tüketildiğinde bu özellikler yoktur.
Transgen tohumlar
Transgen tohumlar hem toksin içerir hem de ebterdirler. İnsan sağlığı için çok önemli olan koruyucu ve önleyici etkin maddelerin bir çoğundan mahrumdurlar. Transgen tohumların içerdiği toksin genlerinin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ne olduğu veya ne olacağı konusunda herhangi bir bilgi de henüz yoktur. Transgen tohumlardan elde edilen ürünlerin lignin-selüloz oranları değişkendir. Amerika'da arılar hızla hastalanmakta ve yok olma sürecine girmiştir. Bunun en önemli nedenlerinde bir tanesi, transgen tohumun (GDO) çiçeklerine konan arıların polen ve çiçeğin özsuyunda bulan kırık-gen proteinlerini alarak otoimmün rahatsızlıklara yakalanmasıdır.
Değerli okuyucu, hangi canlı olursa olsun, genetik yapısı değiştirildiğinde evrimleşme programı devam eder. Yani, kendisini geliştirme süreci (evrim) devam eder. Ancak, kendisini geliştirme süreci, genleri değiştirilmiş haliyle devam eder. Bu süreç, tamamen doğal sürecin dışında, sonuçlarının ne olacağını bilmediğimiz doğa sistematiğinin kapsamının dışında gelişen bir olaydır. Halbuki, doğal bir tohum (genetik yapısına müdahele edilmemiş tohum), çevre şartlarına bağlı olarak doğal süreci içerisinde evrimini mükemmele yönelik olarak tamamlar. Genlerine müdahele edilmiş (genleri değiştirilmiş) bir canlının mükemmele doğru kendisini geliştirmesi beklenemez.
Ebter buğday ve acı son
Değerli okuyucu, artık genetik yapısına müdahele edilmemiş hiçbir tohum kalmadı. Yediğimiz ekmeğin tadı yok. Buğday artık eski doğal buğday değil. Çünkü, doğal buğday yerine genleriyle oynanmış buğday türleri yıllardır Anadolu topraklarına ekiliyor. Neden, genleriyle oynanmış buğday Türkiye’ye geldi? Amaç ne idi? Neden izin verildi?
Bunun nedenleri,
- Süne paraziti, yurdumuzda buğday üretimini kalite ve kantite yönünden olumsuz yönde etkileyen ana zararlı konumundadır. Süne yoğunluğunun yüksek olduğu yerlerde, mücadele yapılmadığı zaman; ekmeklik, makarnalık ve tohumluk yönünden özellikle buğdayda % 100’e varan oranlarda zarar oluşturabilmektedir. İşte, süne adı verilen bu zararlı parazite karşı daha dirençli buğday üretmek için, buğdayın genleri ile oynanmıştır. Ve süneye karşı dirençli buğday geliştirilmiştir.
- Buğdayın içerdiği gluten oranını amaca uygun hale getirmek için buğdayın genlerine müdahele edilmiştir.
- Başaktaki dane sayısını artırmak için, buğdayın genlerine müdahele edilmiştir.
- Kuraklığa dayanıklı olabilmesi için, buğdayın genlerine müdahele edilmiştir.
Yukarıdaki özelliklere sahip değişik buğday türleri, ülkemizin tarım alanlarında kullanılmaya başlamıştır. Bu sayede köylümüzün elindeki yüzyılllardır kullanılan Anadolunun doğal buğdayı kayıp olup gitti. Ekmeğimizin eski tadı yok. Sebebi, doğal olmayan ve genleri ile oynanmış ve bizim olmayan buğdayın kullanılmasıdır. Anadolu topraklarımızda yüzyıllardır evrimini en mükemmel şekilde tamamlamış doğal buğdayımız yerini ebter buğdaya terk etti. İlk yıllarda bu buğdayların ebter olduğu anlaşılmadı. Taki, üçüncü yıldan sonra genleri ile oynanmış bu buğdayın ebter olduğu anlaşıldı. Genleri ile oynanmış bu buğdaylardan ilk üç yıl tohum alınabildi. Üçüncü yıldan sonra adeta programlanmış gibi, bu buğdayların ebter olduğu anlaşıldı. Yani, ilk üç yıl genleri ile oynanmış bu buğdaylardan tohumluk alınabildi. Dördüncü yıldan sonra ekilen buğdayın hem rekoltesi hızla düşmeye başladı hem de tohumluk almak yeteri oranda mümkün olamadı. Genleri üç yıllığa programlanmıştı. Ve bu durum fark edilerek önlemler alınmaya başladı ise de, buğdayda da dışa bağımlı kaldığımız gerçeği ile karşı karşıya kaldık. Ne acıdırki, bu arada Anadolu’muzun o muhteşem damak tadına sahip ekmeğimizin esmer buğdayını kayıp ettik. Kimbilir, Anadolu’da birkaç köylümüzün elinde birkaç çuval kalmış mıdır acaba?
Sonuç ve Sorular
Birçok özelliği olan bitkilerimizi, tohumlarımızı kayıp ettik. Şimdilerde önemi çok çok büyük olan endişe verici bir problemle karşı karşıya kaldık. Acaba, artık kaybolan ürünlere birdaha sahip olamayacak mıyız? Bir zamanlar muhteşem doğal tohumlara ve geleneksel tarıma sahiptik. Bir zamanlar doğal tohum ve geleneksel tarımla kazanılan ürünlerimiz, insanlara gıda yönünden, tıbbi yönden, doğal olarak sağladığı vitaminlerden, hastalıklara karşı önleyici, koruyucu ve tedavi edici gücünden istifade edemiyecek miyiz?
İnsan vücuduna lazım olan bu maddelerin bulunamaması neticesinde vücudun zayıf düşerek hastalıklar ve diğer problemler ile yakında yüzyüze gelerek bu afetlere boyun eğmek zorunda mı bırakılacağız? Bunları önlemek için alınacak tedbirlerimiz olmayacak mı?
Ebter tohumları kullanarak tohum vermeyen ürünlerimizi ihtiyacı karşılamak için üretmek zorunda olmamız, bizi bu bitki tohumlarını büyük paralarla her yıl bayilerden tekrar tekrar almak zorunda mı bırakacak? Bu bayiler bu tohumları nasıl tedarik edecekler? Bayilerin tekrar tohum üretme niteliği taşımayan sattıkları geriye dönüşü olmayan bu tohumları ne kadar bir zaman için tedarik ederek üreticiye satacak? Bayiler, kilosu bir kilo altından daha pahalı olan, ebter tohum tedarik edemediği taktirde ve tohum bulamayınca üretim yapamayıp aç mı kalacağız?
Allah’ın ayetlerini değiştirmeyiniz
Ayet, sadece Kuran’ı Kerim’de bulunmaz. Yaratıcının yarattığı herşey bir ayettir. Yani, bir tohum da ayettir. Allah, yüce kitabımızda “Ben, bu alemi süs olsun diye yaratmadım, bir denge, nizam, düzen ve kural üzerine kurdum” buyurmaktadır. Tek bir genin nasıl çalıştığı hakkında bir miktar bilgiye sahip olabiliriz. Ancak, milyonlarca genlerden oluşan bir genomun çalışması hakkında hiçbir bilgiye sahip değiliz. Genomu oluşturan genlerin dizilişini biliyor olmak, hiçbir şey ifade etmez. Mühim olan genomu oluşturan milyonlarca genin kendi aralarındaki çalışma düzenini bilmektir. Bu konuda hiçbir bilgimiz yoktur. Bugünün genteknolojisi yetersizdir. Metodolojisi yoktur. Mevcut olan bazı kurallar tamamen gelişi güzeldir (randomly distributed). Günümüzün genteknolojisinin, canlıların spermlerine, yumurtalarına veya tohumlarına müdahale edebilmesi için fiziksel, kimyasal ve matematiksel kanunlara uygunluğu gerekli ve şarttır. Genteknolojisinin bu anlamda, temel yöntemleri, fizik ve kimya ile açıklayabileceğimiz kuralları henüz yoktur. Genteknolojisinin, bir canlının spermine, yumurtasına veya tohumuna müdahale edebilmesi için önünde daha çok uzun yıllar vardır.
Doğa, şüphesiz ki, araştırılacaktır. Çünkü, Allah, “yeryüzünde yarattıklarımı sizlerin istifadesine sundum” buyurmaktadır. Ve insanoğlu yeryüzünde yaratılmışları aklını ve bilimi kullanarak kendisine en uygun şekilde işleyerek faydalanacaktır. Genteknolojisi henüz bilimsel kurallara ve kanıtlanmış yöntemlere ve kanunlara ulaşmadan tohumların genetik yapısını değiştirmektedir. Genleri değiştirilmiş tohumların sonuçlarını bilmiyoruz. Doğanın doğal evrimini nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. İnsanı ve çevreyi nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Henüz bilmediğimiz bir yola neyazıkki, çoktan çıkıldı… Allah, yüce kitabımızda “Bilmediğin yola gitme” buyuruyor.
Ve en kötüsü, genteknolojisinde geri dönüş asla yoktur. Toprağa ekilen genleri değiştirilmiş bir tohumun, hem toprağı, hem çevre bitkileri ve hem de onun ürünlerini tüketen tüm canlıları nasıl etkileyeceğini ve değiştireceği hakkında hiçbir bilgimiz yoktur. Ancak, şunu kesin olarak biliyoruz ki, hem toprağı, hem çevreyi hem de onu tüketen tüm canlıları bilmediğimiz bir şekilde etkiliyor. İşte, bu nedenle diyorum ki, “Allah’ın ayetlerini değiştirmeyin.” Bu konu ve sonuçları hakkında yeteri kadar ilim sahibi olabilmemiz için önümüzde daha uzun yıllar var… İlim sahibi olduktan sonra neden olmasın?
Genteknolojisi ile tedavi
2000 yılında Amerika başkanı ve İngiltere başbakanı ortak bir bildiriyi canlı tv yayınında Mayıs-2000 de açıkladılar. Bu bildiri, üzerinde yıllardır çalışılan “Human Genom Project” ilgili idi. Human Genom Project, (İnsan Genetik Haritası), Amerika, İngiltere, Çin, Almanya, Fransa ve daha birçok devlet tarafından desteklenmiş bir proje idi. Bu proje 2000 yılının mayıs ayında tüm dünya insanlarına açıklanırken, kanser, şeker hastalığı, Parkinson, Alzheimer gibi daha birçok hastalığın Gentedavisi ile ortadan kaldırılabileceği doğrultusunda idi. İnsanlık Gentedavisini büyük ümitle bekledi. Aradan 8 yıl geçti, ortada henüz tek bir başarılı sonuç dahi yoktur.
2000 yılının Temmuz ayının başında, sayın Zahid AKMAN’nın hazırlayıp sunduğu “Siyah-Beyaz” canlı yayın tv programına konuk olarak katılmıştım. Sayın Zahid AKMAN, şimdilerde RTÜRK’ün başkanıdır. Canlı yayında aynen şunları söylemiştim: “ Genteknolojisinin kanser, Parkinson, Alzheimer ve şeker hastalığı gibi hastalıkları tedavi edebilmesi için, önünde daha en az bir yüzyıl var.” İnsanları ümitlendirmemek gerekir. Genteknolojisi yetersizdir. Bu teknolojinin temel fizik, temel kimya ve moleküler biyoloji açısından yepyeni kurallara ve yöntemlere ihtiyacı var. Temeli, fiziğe, kimyaya, moleküler biyolojiye dayanmayan bir bilim dalı başarılı olamaz. Ancak, deneme yanılma metodlarıyla çalışır.
Son birkaç yıldan beri yüzlerce kanser hastamız Çin’de gentoknolojisi ile kanser tedavisi varmış deyip, onbinlerce dolar para harcayarak Çin’e gittiler. Hiçbiri tedavi olamadı. Bu konuda tv’lerde defalarca uyardım. Buna rağmen bir ümit diye yüzlerce insan gitti. Hatta, bir çoğu da dolandırılarak geri dönmek zorunda kaldılar. Allah insana dert vermeye görsün, yılana bile sarılıyor. Eski sağlık bakanlarımızdan Yıldırım Aktuna’da Çin’e gidip tedavi alanlardan idi. Acı sonu hepimiz gördük.
Değerli okuyucu, Amerika ve Avrupa’lı bilim adamları genteknolojisi ile tedavi yöntemleri üzerine çalışmaktadırlar. Bir çoğunu tanıyorum, bir çoğunu da yakından takip etmekteyim. Bugüne kadar tüm dünyada tedavi olmuş tek bir hasta yoktur. Aksine, hastalar ilacın ağır yan tesirlerinden dolayı çok daha erken kayıp edilmekte ve kayıp edilmeye de devam ediyor.
Bitkiye ot diyenler
Tıbbi Aromatik Bitkilere son zamanlarda “OT” diyenler var. “Ot” kelimesi ne anlamda ve ne maksatla kullanılıyor? 06 Nisan 2008 tarihli Hürriyet gazetesinde “3000 tür tıbbi bitkimiz yurt dışına ihraç edilecek.” haberi vardı… İhraç edecek olan da, yabancı bir şirket. Yıllardır, Türkiye’den yüzlerce çeşit tıbbi bitkilerimiz toplatılarak yok pahasına halen ihraç edilmektedir. Bitkinin B’sini dahi bilmeyenler, bu bitkiler “koca-karı ilaçlarıdır” bunlar “ottur” dediler. Tıbbi bitkilerimizden büyük rant yapan yabancılar: “Bırakın, sakın uyandırmayın, Türkler için ot demek, değersiz, işe yaramaz anlamına gelmektedir”. Bizim için “ot” veya “koca-karı ilacı” onlar için tıbbi bitki. Allah, yüce kitabımızda “sizler için şifalı bitkiler yarattık” buyuruyor. Birkaç akademisyen de, bir akademisyene yakışmayan ifade tarzıyla, evrimini en mükemmel şekilde tamamlamış olarak yetişen ve dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri bulunmayan tıbbi bitkilerimize “ot” diyorlar.
Değerli okuyucu, bu alemde hiç bir şey sebepsiz yaratılmamıştır. Her şey bir sebep üzerine yaratılmıştır. Yaratılmış her şeyin bir nedeni ve görevi vardır. Kutsal kitabımızda: "Hiç bir dert yoktur ki, Biz onun çaresini de vermemiş olalım" buyurulmaktadır. Bilim adamlarının görevi, araştırmak ve incelemek ve de sonuçlarını insanın hizmetine sunmaktır. Her derdin çaresinin ve çözümünün doğada olduğuna kesin olarak inanıyorum. Bu alem, insanoğlu için bitip tükenmez bir araştırma ve inceleme kaynağıdır. Doğada sayısız örnekler verilmiş ve gösterilmiştir. Yüce Allah : "Biz, örnek vermekten ve misal göstermekten çekinmeyiz" buyurmaktadır.
Lise eğitimi almış avrupalı
Değerli okuyucu, lise eğitimi almış bir avrupalı doğaya çıktığı zaman en az elli tane bitkiyi tanır. Doğada her bitkinin toplanamayacağını da bilir, çünkü bir çok bitki yasalar ile koruma altına alınmıştır.
Yurt dışından yurdumuza maksatlı olarak gelen bir çok turist (biyolog, ziraat mühendisi, farmakolog…) memleketimizi dolaşarak bitki örnekleri topluyorlar. Misafirperver köylülerimizle sohbet edip hangi bitkileri ne amaçla kullandıklarını sorup öğreniyorlar. Anadolu’da Osmanlının zengin otacı kültürünü yaşatan çok az insanımız kaldı. Bu zengin kültür ve ilim maalesef kayıp olup gitti. Bu kültüre sahip çıkamadık. Çünkü, bu konuda cahil ve eğitimsiz bırakıldık. Üstüne üstlük, bazı bilim adamları da bunlar, “koca-karı ilaçları” bunlar “ot” diyerek otacı kültürümüzün yok olmasını başarıyla yürüttüler ve yürütmeye de devam ediyorlar. Acaba neden?
Tarih, sadece kazanılan ve kayıp edilen savaşları öğrenmek değildir. Kültürü öğrenmek ve yaşatmaktır. 2500 yıllık bir tarihe sahip olan biz Türkler, Orta Asyadan Anadolu’ya at üzerinde çırılçıplak gelmedik. Zengin bir kültür ile geldik. Yüzyıllar içerisinde bu kültürümüzü daha da geliştirip dünya milletlerinin hayranlığını kazandık. Son elli yılda modernleşme adı altında zengin kültürümüz yok oldu.
- Otacı kültürü
- Halıcılık
- Hamam kültürü
- Sedir ve divan kültürü
- Kahve kültürü
Daha onlarcası, modernleşme adı altında sahipsiz kalıp yok oldu. Modernleşmek, hamam kültürünü kaldırıp sauna ve buhar banyosunu getirdi. Halıcılığımız yok oldu. Otacı kültürü “ot” ve “koca-karı ilacı” oldu. Günümüzün gençliği daha kendi otacı kültürünü tanımadan ve öğrenmeden adına ayurveda, yoga gibi daha birçok yabancı kültürü öğreniyor. Sedir ve divan kültürü kalktı yerini modern koltuklar aldı. Osmanlının ünlü kahvehane kültürü silinip gitti. Şimdilerde, büyük şehirler yurt dışından gelmiş, marka kahve satanlarla doldu. İnsanlarımız bu kahvelerin içerisindeki katkıları bilseler bir daha içmezler.
Kültür, bir milletin şahsiyeti ve asaletidir. Kültür, bir milletin beraberliği ve ortak varoluşudur.
Hangisi doğru?
Değerli okuyucu, kafalarınızın her geçen gün daha çok karıştığına veya karıştırıldığına inanıyorum. Yanlışı doğrudan ayırt etmekde de zorlandığınızı biliyorum. Eğer,soruyu doğru sorabilirsek, sonuca çabuk ulaşırız ve yanlış olanı doğrudan kolayca ayırt edebiliriz.
Herhangi bir ürün hormonlu veya hormonsuz diye satılıyor. Organik diye satılıyor. Veya arılı diye satılıyor (örneğin domates). Veya yayla sebzesi diye satılıyor. Karpuz veya kavun gibi daha birçok meyve için de bu kural geçerlidir.
Doğru cevap
İster yayla sebzesi, ister hormonlu veya hormonsuz desinler, ister arılı domates desinler, isterse de organik tarım desinler. Tüm bu karmaşanın içerisinden, soracağımız tek bir soru ile çıkabiliriz. Kullanılan tohum doğal tohum mu? İşte, bu sorunun cevabına doğal tohum cevabını alamıyorsanız, yanlış ürün demektir.
Tedavi yok. İlaca bağımlı kılmak var
Değerli okuyucu, tedavi demek, bir ilacı belli bir müddet kullanıp o hastalıktan kurtulmak demektir. Ne acıdırki, günümüzde tedavi kavramı anlamını değiştirmiş durumdadır. Günümüzde tedavi demek, kullandığımız ilaca ömür boyu bağımlı kalmak demektir. Yani, kullanılan ilaçlar günü kurtarmaya yöneliktir. Sizlere bu konuda birkaç tane örnek vermek istiyorum. Örneğin,
- Şeker hastalığı
- Benigne prostate hyperplazy (iyi huylu prostat büyümesi)
- Alzheimer
- Parkinson
- Ülseratif kolit
- Romatoid Artirit (romatizma)
- Liken Planus
- Chron hastalığı
- Hipertansiyon (yüksek tansiyon)
- MS (multiple sklerozis)
- ALS (motor nöron)
- SLE
- Kanser
- Macula dejenerasyonu
- Hemeroid
- Siroz
- Hepatit-B
- Hepatit-C
- Damarsertliği
- Fibrokist
- Polykistikover
- Vitiligo
- Hipertiroid
- Hipotiroid
Yukarıdaki listeye tedavisi olmayan daha birçok hastalık ilave edilebilir. Yukarıda adlarını saydığım bu hastalıkların tedavisi yoktur. Ömür boyu, ilgili hastalığın ilaçlarını kullanmak zorundayız. Peki, çözüm nedir?
Devam edecek...
Prof. Dr. İbrahim Adnan SARAÇOĞLU