ARPAYA TALİM ET İSTERSEN!...
“Dostun tokadı uyanma şansı tanır, düşmanınki tanımaz.”(Torlakon öğretisi)
*** Bakıyorum da yine duman üretimiyle meşgûlsün. Şu illeti bıraksan da, hem kendin kurtulsan, hem de bize dert olmasan!
--- Bi sigaramız var, ona da karışma da, ne dersen de!
*** Rahmetli köylüm de öyle söylerdi. Geçen hafta toprağa vermişler. Hem, toprağa da değil; “Resmen su içine gömdük. Don olduğu için güçlükle kazdık toprağın üstünü. Alt kısımlar ise çamurdan ibaretti. Dibe biriken suyu arıtma olanağı olmadığı için gömdük gitti… Bir deri bir kemik haline getirmiş onu kanser. İki yıldır çektiği acılardan kurtulduğuna sevindik.” dedi toprağa verenler…
--- Hikâye bunların hepsi hikâye!... Benim dedem 97 yaşında öldü. Günde üç paket sigara içerdi. Hem de bunlar gibi filtreli filan değil “Fakir öldüren” cinsinden. Bizim okul defterlerinin yapraklarına filan sarar sarar içerdi Bitlis tütününü…
*** Sen günde bir paket filtreli içiyor olmana güvenerek hareket ediyorsan yanılıyorsun. Çünkü;
*Deden senin soluduğun havaları hiç solumadı. Onun soluduğu havalar içinde balatalardan savrulan asbest tozları yoktu. Metal aksamlardan tozan oksit parçacıkları da yoktu. Belki hayatında hiç egzos kokusu ve karbonmonoksit bile solumadı… Onun soluduğu hava hem berraktı ve hem de içersinde mikrop ve bakteri öldüren bitkisel kokular içeriyordu…
*Senin içtiğin klor zehirli, ağır metalli ve oksitli suları da deden içmemişti. Onun içtiği sular da, paslı borulardan gelmiyor; bitkisel ve mineral unsurlar taşıyan doğal derelerden geliyordu. Üstelik, içindeki kurtçuklar bile faydalı gıda özelliği gösteriyordu…
*Dişlerini bakterilerden korumak için kullandığın macundaki flor zehrini deden hiç solumadı. Ve belki de dişini fırçalamaya bile gerek duymadı. Çünkü o dişlerini, doğal meyveleri kemirerek temizleyip parlatıyordu…
*Senin hücrelerinin iflahını kesen aflatoksin içerikli gıdaları deden hiç tüketmedi… Onun yedikleri gıdalarda koruyucu madde diye bir şey de yoktu… Yemek zorunda kaldığı bayatlamış yiyecekler olduysa bile ona fazla bir zarar vermiyor; en fazla ishal filan yapıp bağırsaklarını temizliyordu. Sindirim sisteminde kaybettiği faydalı bakterileri de, kendi ürettiği doğal süt ve yoğurtları tüketerek yeniden kazanıyordu. Belki de senin deden, bir tencere yoğurdu tükettiği halde “yoğurt yedim” demiyordu…
*Atıklardan üretilmiş yemlerle beslenen, hormon verilip şişirilen, genetiğiyle oynanıp aklî dengesini yitiren hayvanların etlerini de yememişti senin deden. O tür sebze ve meyvelerle de hiç karşılaşmamıştı… Etini yediği hayvanlar dağların şifalı otlarıyla beslenmiş, pırıl pırıl ırmakların sularını içmişti. Etleri ve sütleri mis gibi kekik kokuyordu… Dedenin yediği otlu peynirler de kireç gibi yavan değil, şifa doluydu…
*Sanayi toplumlarını için için yiyen stres adlı bela senin dedene hiç askıntı olamadı veya deden onu sttir etmesini pek kolay bildi… Sen ise "Stresten içiyorum." diyorsun...
*Bu arada dedene de acıdım. Dünyasına doyamadan gitmiş garip. Keşke o tütün belasını da tüttürmeseydi. Belki de öylelikle 97 değil 137 yıl yaşardı. 157 Yıl yaşayıp ikinci bir Zaro Ağa olabilirdi belki kim bilir…
--- Zaro Ağa mı? O da kim?...
*** Bitlisli Şemsi Ağa oğlu Zaro Ağa: 1777’de Bitlis-Mutki-Meydan köyünde doğmuş, 10 Osmanlı Padişahı-1 cumhurbaşkanı görmüş, 6 savaşa katılmış, 20’den fazla evlenmiş, çocuklarının ve torunlarının sayısını bilmezmiş, 29 Haziran 1934 tarihinde İstanbul’da ölmüş ve Eyüp Sultan Mezarlığına gömülmüş… Yaşadığı dönemde meydana gelen Şeyh Sait İsyanıyla ilgili olarak; “Ben ne Şeyh Said denen o mel’unu tanırım ne de adamlarını bilirim. Allah belalarını versin!” diye söylemiş… Ömrünün büyük bir kısmını İstanbul’da ağır işçilik ve hamallıkla geçirmesine karşın, Alemdağ’da temiz bir havada yaşamış. Keçi yoğurduyla çörekotlu pideyi sofrasından hiç eksik etmezmiş. Soranlara; “Uzun yaşamak isteyen bol bol yoğurt yesin.” demiş… Cumhuriyetin ilk yıllarında iki Yahudi atmış kancayı Zaro Ağa’ya. Kısa sürede zenginlik ve kıyak bir hayat vaadiyle sırtına cıngıllı bir entari, başına da bir fes giydirip Amerika’ya götürmüşler. O şehir bu meydan gezdirip maymununu çıkarmışlar. Onunla fotoğraf çektirmeyi 10, öpmeyi de 15 dolar tarifesine bağlamışlar. Onun sırtından servet edinen üçkâğıtçı Yahudiler en sonunda İstanbul’a beş parasız ve bitkin bir halde bırakıp gitmişler…
“Asalaklar, kendilerini taşıyanların kanlarını emerek teşekkür ederler.”(Torlakon öğretisi)
İşte bu içtiğin sigara da senin asalağındır. Onun teşekkürü de, senin nefesini boğup, iflahını keserek olacaktır…
--- Demek Zaro Ağa da bizim o taraftanmış ha! İlk defa senden duymuş oldum… Fakat demek ki bu uzun yaşama genetik bir olay.
*** Genetiklik bir yana da, içki ve sigarayı hiç kullanmamış ki Zaro Ağa.
--- Boş veer! Rakı içen öldü de, su içen ölmedi mi? Atın ölümü arpadan ossun!...
*** Bence sen yine sigara ve içkiden uzak dur da, arpaya talim et istersen…
Türk Filozof TORLAKON