Hangi Fatma: KUVVACI mı - ROMANCI mı?
Adı: Fatma Seher ERDEN
Lâkabı: Kara Fatma
Doğumu: 1888 Erzurum
Hemşehrisi olan Nene Hatun(1857- 22 Mayıs 1955) ile çoğu kez karıştırılır.
Vefatları da aynı yıla denk gelir(Fatma Seher- 2 Temmuz 1955 İstanbul).
Nene Hatun 98 yaşında, Fatma Seher ise 67 yaşında vefat eder…
Binbaşı olan eşi Derviş Bey’le beraber Balkan Harbine katılır Fatma Seher Hanım.
Eşinin şehid düşmesinin ardından, Kuvayı Milliye’de görev almak için Atatürk’ün peşine düşer.
Görüşme sırasında Mustafa kemal ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip-bilmediğini, savaştan korkup-korkmadığını sorar. Fatma Seher’in verdiği cevaplar Mustafa Kemal’i memnun eder ve “Kara Fatma, bütün kadınlar keşke senin gibi olsaydı” der. Bu olaydan sonra Fatma Seher Hanım’ın adı “Kara Fatma” olarak kalır.
Daha sonra Mustafa Kemal eline aldığı bir kâğıda bazı notlar yazarak Kara Fatma’ya verir ve “Haydi göreyim seni, verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git, hazırlan ve işe başla” der.
Fatma Seher Hanım, Mustafa Kemal’in bu isteği üzerine Sivas’tan hemen İstanbul’a geçer.
Kızı Fatma, oğlu Seyfettin ve iki kardeşiyle birlikte Milli Mücadele’nin içindedir O gayrı.
Kızıyla ilgili şöyle söyler:
“- Bu kız da deli midir, nedir bilmem. Şimdiye kadar yanımdan hiç ayrılmadı. Onu ekseriya İzmit’te bırakıyordum, fakat durmuyor, neferlerin peşine takılarak tâ siperlere kadar geliyordu. Kaç defa harb ederken bana ve askerlerime mataralarla su taşımıştır. Bu çarpışmada zavallı kız sağ elini kaybetti. Şimdi İzmit’tedir”.
Kahramanımızın gazi kızı ise istirahat etme derdinde olmadığını şöyle belirtir:
“Bana küçük bir tabanca ayarla. Sağ elim yok ama, sol elle pek güzel atıyorum anne!”…
İstiklâl Harbimiz boyunca hemen bütün cephelerde erkeklere taş çıkartırcasına mücadele eden Kara Fatma, birçok bölgenin düşmandan kurtarılmasında önemli gayretler ve başarılar göstermiş; Büyük Taarruzda Yunanlılara esir düşmüş ve türlü işkenceler görmüş olmasına rağmen kaçıp kurtulmasını bilmiş; düşman yurttan temizlendikten sonra da “Üsteğmen” rütbesiyle emekli edilip maaşa bağlanmış; O ise “Para için değil, vatan için savaştım” diyerek maaşını Kızılay’a bağışlamış; fakat ne yazık ki hayatı, diğer birçok gerçek kahramanımızda olduğu gibi büyük sıkıntılar, çileler ve sefaletler içinde geçmiştir.
(*) Kara Fatma, 1930’lu yıllarda büyük bir perişanlık içerisindeydi. Bu yıllarda kendisiyle görüşme yapan gazeteci Mekki Sait Bey’e acı ve üzüntü içersinde şunları anlatmıştır:
“İşten bahsediliyor… İş bulamıyorum ki… Kapıcılık, kolculuk bulsam çöpçülüğe de razıyım. Kızımla torunlarıma bakayım.
— Kaç Yaşındasın?
--- 55 yaşındayım. Askere 24 yaşında(1912 Balkan Harbi) girdim. Seferberlikte Kars, Kağızman, Bayazıt taraflarında çalıştım. 275 kişilik bir çetenin reisi idim. İstiklal Harbi’nde Garp Cephesi’nin hemen her tarafında bulundum. Bereket Alakaya taarruzunda, sonra Düzce’de eşkıya ile müsademede, Sivrihisar’da, bir de Değirmendere’de yaralandım. Bunlardan başka ufak tefek sıyrıklar, çizikler onları saymıyorum. Kızımın parmaklarını da şarapnel kesti. Zavallı yarı deli vaziyettedir. Yetimleri bana kaldı. Çalıştığım sürece amirlerimin takdirlerini kazandım. Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!...
(Kadıncağız ağlamaya başladı.)
--- Bazen çocukların elinden tutuyor ”Şu yetimler aç kalmış ölecekler…” diye torunlarım olduğunu sezdirmeden, onlar için yardım toplamaya çıkıyorum. Ne yapayım siz söyleyin! (*)(Yedigün,9 Ağustos 1933, s.10)
“Fedakârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı.”(Torlakon öğretisi)
Yanarım da ben bu derde yanarım:
Hiç bir karşılık beklemeden,
Vatan için her şeylerini feda edenlerin,
Garip, çaresiz ve mihnete mahkûm edilişlerine yanarım…
Asâlet doğuştan gelir; sonradan kazanılmaz.
Para-pul ile, ağa-paşa olmakla asil olunmaz.
"Erlik varlıktan doğar." der atalar.
Onun yegâne varlığı ise; damarlarında taşıdığı asil kandan başka birşey değildir...
Nihayet bu asil Türk kadınının çile, sefalet ve hastalıklarla geçen hayat mücadelesi 67 yaşında(2 Temmuz 1955 Cumartesi) Darülaceze(Acizler diyarı)nda son bulur. Daha sonra üzerinden yol geçirilen Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’na defnedilir.
Ondan geriye bir mezartaşı kalmış mıdır acaba?...
Bir Türkü’müz şöyle der:
“Garibin mezarı nerde bilinmez; bir çalıdır mezartaşı garibin.”…
Bütün bunları niçin yazdım?
Tarih yazanlar mı daha çok rağbet görüyor; yoksa roman yazanlar mı?
Bilmem kaç roman yazmış falanca paşa kızı Romancı Fatma.
Sıcak ve rahat odalarda; yediği önünde, yemediği ardında…
Bilmem kaç cephede vatan için destan yazmış Dadaş kızı Kuvvacı Fatma.
Soğuk ve zorlu kırlarda; at gübresi içindeki arpaları ayıklayıp yemiş.
Kül yemiş, kömür yemiş, kurşun yemiş…
Şehid arkadaşlarının cesetlerinin yüzdüğü kanlı derelerin suyunu içmiş…
Ve bir gün gelmiş; paranın üstüne kadın resmi koymayı düşünmüş siyasetçiler.
Özgürlüğün hangi fedakârlıklar pahasına kazanıldığını unutturmak istercesine,
Romancı Fatma’nın resmini koymayı uygun görmüşler.
“İlle de roman olsun” diyenler mi ağır bastı;
Yoksa, onca kadın kahramanımızdan hiçbiri mi akıllarına gelmedi?
Evet, eveeet! Ha-tır-la-ya-ma-mış-lar-dııır!…
Hani ne derler: “Anlayış farklı”…
Bir fıkra ile konuyu toparlayalım:
Hoca kadıya giderek derdini söylemiş;
-- Karımdan şikayetçiyim kadı efendi.
** Ya öyle mi, peki karının adı neydi?
-- Hatırlamıyorum.
** Yahu, adam karısının adını hatırlamaz mı?
-- Geçinmeye gönlü yoksa hatırlamaz elbette…
Türk Filozof TORLAKON
(TORLAKON; "Türk Savunma Sanatı{ÇAKIRPENÇE} ve Hayat Felsefesi, Tabuların Yakıldığı Akıl Ocağı, İnsanlığa ve Gerçeğe Açılan Pencere, Batı Toroslar'dan Yükselen Işık, Gürleyen Ses ve Anadolu Türk Ruhu'nun Yeniden Şahlanışı"dır.)
ERGENEKON VADİSİ’nden sel gibi çıktık!
MALAZGİRT OVASI’ndan kasırga gibi girdik!
TORLAKON YAYLASI’ndan yıldırım gibi gürleriz!!!...
"BEN VE MİLLETİM TANRI'NIN KIRBACIYIZ. TANRI KENDİ YOLUNDAN ÇIKANLARI CEZALANDIRMAK İÇİN BİZİ GÖNDERİR."
( Türk İmparator ATİLLA )
"BU MEMLEKET TARİHTE TÜRK'TÜ, HÂLDE TÜRK'TÜR VE EBEDİYEN TÜRK OLARAK YAŞAYACAKTIR."
"HAYATTA YEGÂNE VARLIĞIM VE SERVETİM, TÜRK OLARAK DOĞMAMDIR."
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!"
( MUSTAFA KEMAL ATATÜRK )
*** Türkistan'da TONYUKUK, Türkiye'de TORLAKON ***