KRALCI'NIN ÖLÜMÜ ve TÜRKİYE'Yİ BEKLEYEN BELA!...
( "Kendi aklına hakim olamayanlar, başkalarının aklına mahkum olurlar." – Torlakon )
Ne diyordu, Küresel Haydut ABD'nin akıl babaları;
"Bir ülkeye savaş açmak veya işgal etmek için bahane olarak gerekirse bir kasabamızı bile ortadan kaldırırız."…
Ve şu itirafta da bulunuyorlardı:
"Üçüncü Dünya Ülkelerinde, gerek darbe yoluyla ve gerekse demokratik yollardan işbaşına getirdiğimiz (icazetli) yöneticiler, ya bizim çıkarlarımıza fazlaca bağlı kaldıklarından halklarının gözünden düşerek iktidarı kaybediyorlar; ya da bir MİLLİ ÖNDER olup çıkıyorlar."…
Bu itirafın yansımalarını görebilmek için çevremizin yakın tarihine kısaca bir göz atacak olursak;
Üç ülkede olanlar her şeyi açıklar niteliktedir:
1 – PAKİSTAN CEPHESİ
"Darbe Ülkeleri" deyince adı ilk sıralarda geçen "Kardeş Ülke" olarak adlandırdığımız Pakistan 15 Ağustos 1947 yılında Hindistan'dan ayrılarak, Muhammed Ali CİNNAH önderliğinde kurulur. Muhammed Ali CİNNAH'ın, müslümanların ayrılması için tam bir yıl önce (16 Ağustos 1946) "Doğrudan Eylem" olarak başlattığı ve binlerce müslümanın şehadetiyle sonuçlanan olayların ardından bağımsızlık kazanılmıştır. O'nun ölümünü de, kısa süreli el değiştirmeler ve darbeler takip eder… Bu darbelerin ana nedenini anlayabilmek için aşağıdaki gidişata bakmak yeterli:
Zülfikar Ali BUTTO: 1973-1977 Yılları arasında iktidardaydı. Ziya Ül Hak'ın darbesiyle yıkıldı ve iki yıl sonra (1979) da idam edildi… Ne demişti:
"Kuru ot yiyeceğiz; aç kalacağız; fakat nükleer bomba yapacağız."
Pakistan ilk olarak 1976'da nükleer araştırma laboratuarını kurmuştu…
Ziya-ül HAK: 1977-1988 Yılları arasında ülkeyi yönetti. O, Küresel Sömürü'nün ifadesiyle, tam bir "Milli Önder" olup çıkmıştı. Özellikle Türkiye ile ilişkilere büyük önem veren bu şahsiyet, İslam Dünyası'nı da peşinden sürükleyebilirdi. Türkiye'yi ziyaretinde, Cuma namazı için gittikleri Kocatepe camisinin kapısından "Biz laikiz!" diyerek geri dönen kankasının(Hani şu, emeklilik günlerini çıplak bayan resimleri çizerek geçirmesiyle haberlere konu olan) bu davranışına hiç aldırmadan, Pakistan ile Türkiye'nin dostluğunu sıcak tutmaya büyük özen gösteriyordu… BUTTO'nun ardından yarım kalan nükleer çalışmaları hızlandırdı… 17 Ağustos 1988 Tarihinde bindiği uçağına düzenlenen bir sabotaj sonucu, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarıyla birlikte şehit oldu… Pakistan halkı bu büyük yıkımı, on günlük yas tutarak buhransız olarak atlatmasını bildi…
Benazir BUTTO: 1988-1990 Yılları arasındaki yönetimi döneminde de "Nükleer program" aksatılmadan sürdürüldü…
Navaz ŞERİF: "Pakistan Milleti çorba içmeye mahkum olsa da, nükleer denemeleri yapacağız!" diyerek bu konudaki kararlılıklarını ortaya koydu… Hindistan'ın 10 Mayıs 1998'de gerçekleştirdiği 3 nükleer denemeye, Pakistan'ın karşılık vermesi 28 Mayıs 1998'de 5 başarılı denemeyle olacaktı… Israr ve kararlılık sonuç getirmiş ve Nükleer güce erişilmiştir artık. Her şeyin bir bedeli olduğu gibi, bunun da bir bedeli olacaktır. Nükleer güç oluşun ardından altı ay bile geçmeden "Ekonomik durumu enkaza dönüştürdüğü" öne sürülerek 12 Ekim 1999 tarihinde darbe ile uzaklaştırılacaktır…
Pervez MÜŞERREF: Yaptığı darbenin ardından Küresel Sömürü'nün güdümündeki Uluslar arası güç odakları tarafından "Demokrasi düşmanlığı yaptığı" bahanesiyle baskı ve yaptırımlara hedef olacaktır…
Siyonist odaklar tarafından tasarlanıp gerçekleştirilen "11 Eylül saldırıları"nın ana hedefi, El Kaide bahanesiyle Afganistan'a girilerek Pakistan'ın kontrol edilmesi ve zayıflatılmasıdır. Buna ilaveten Irak'a girilerek parçalamak da İsrail'in güvenliği ve genişlemesi içindir. İki ülkeyi yıkıp işgal etmek için bahane olarak yıktıkları "İkiz Kuleler" sayesinde, iki taşla İslam Dünyası'nın kubbelerini kırmışlar ve yüzbinlerce müslümanın da başını yarmışlardır… Bu olaylarda, Kürt unsurların Kuzey Irak ve Türkiye'de üstlendikleri görev de "Mayın tarlasına sürülen karakaçanlar" olmaktan ibarettir…
Küresel güç, küresel sermayenin güdümündedir.
Küresel sermaye, küresel sömürüyle oluşturulmaktadır.
Küresel sömürünün beyni de SİYONİZM'DİR.
Birleşmiş Milletler Siyonizm'in sigortasıdır.
Siyonizm'in Küresel Eşkiyası da ABD'dir.
Halbuki, Pakistan pasaportlarının üzerinde "Pakistan İslam Cumhuriyeti Pasaportu, İsrail hariç tüm ülkelerde geçerlidir." yazmaktadır.
İşte ondan dolayıdır ki Afganistan işgal edilmiştir… Bu işgal ve katliamlarda Amerika'ya destek vermeyeceğini söyleyen Pakistan tehdit edilmiştir.
Ve Pakistan da, daha önce ABD ile birlikte yetiştirdikleri Taliban unsurlarının (Yani kendi evlatlarının) katledilmelerine destek vermek zorunda bırakılmıştır.
Böylelikle, kendisiyle çelişen ve bindiği dalı kesen "Nükleer" Pakistan'da halkların birbirine düşürülerek iç harp çıkartılması amaçlanmıştır.
Eğer istenilen kargaşa gerçekleşmiş olsaydı/olsa, Birleşmiş Milletler devreye sokularak Pakistan vurulacak ve nükleer gücü de ortadan kaldırılacaktı.
Birleşmiş Milletler Siyonizm'in Sigortasıdır!!!... Ve Siyonizm, çevresinde (özellikle Müslüman) güçlü bir ülke istememektedir…
Pervez MÜŞERREF'in bu konudaki savunması "Eğer destek vermezsek, nükleer füzelerimizin sağlığı tehlikeye girer." demek olmuştur. Ayrıca daha sonra da "Buş, kendilerine destek vermediğimiz takdirde Pakistan'ı bombalayıp taş devrine çeviririz, diye tehdit etmişti." diye itirafta bulunacaktır…
ABD bu eşkiyalığa devam ettiği veya parçalanıp yıkılmadığı takdirde de Dünya kan ağlamaya, insanlığın feryadı da arşları çınlatmaya devam edecektir…
Haa!... ABD'nin ardından Çin eşkiyası sırada beklemektedir.
Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz, Çin yılanlarının vahşi işkenceleriyle inim inim inlemektedir…
"Asalaklar, kendilerini taşıyanların kanını emerek teşekkür ederler." (Torlakon öğretisi)
2 – İRAN CEPHESİ
Ortadoğu'nun en güçlü ordusuna sahip olan İran Şahı Rıza Pehlevi "ABD'ye bağımlılıktan kurtulmak ve tek başına Ortadoğu'nun lideri olabilmek" hesapları yapmaya başlayınca, Rusya'nın da destek verdiği ABD'nin, "Humeyni" kozunu oynayıp halkı sokağa dökmesiyle, ülkesinden kaçmak zorunda bırakılır (16 Ocak 1979)… Fakat bu, ABD için, yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan farksızdır. Çünkü bu yeni gelen "gideni aratan" türden bir "Milli Önder"dir (1 Şubat 1979)…
Sanki bir iç savaş havasında olan ülkede idamlar, cinayetler, kundaklamalar, bombalamalar kırıla gitmektedir. İşinin ehli olan pek çok beyin "Şah yanlısı" oldukları sebebiyle idam edilir. Bulanık ve sığ suda balık avlamanın kolay olacağına kolaylıkla inandırılarak dolduruşa getirilen Saddam, İran'ın üstüne sürülür. Her iki ülkenin de ekonomik kaynaklarını büyük ölçüde yok eden, bir milyondan fazla insanın ölümüne, milyonlarcasının da sakat ve mağdur olmasına sebep olacak, sekiz yıllık (22 Eylül 1980 – 20 Ağustos 1988) bir savaş başlatılmıştır… Kazanan tarafı olmayan, sadece Siyonist çıkarlara hizmet eden bir savaştır bu…
Savaşın başlangıcında İran, işinin ehli adamları idam ettiği ve ABD'ye olan silah bağımlılığı sebebiyle yedek parça sıkıntısı çektiğinden oldukça etkisiz kalmıştır. Bu savaşın kendilerine hizmet ettiğinden emin olan Siyonistler, ABD silah ve yedek parçalarını İsrail üzerinden sevk ederler İran'a. Ayrıca İran, savaş boyunca Suriye ve Libya üzerinden Scud (Hızla giden); Çin ve Kuzey Kore üzerinden de Silkworm (İpekböceği) füzelerini alır…
Irak ise, başta Rusya olmak üzere, Fransa, İtalya ve Çin'den silah almıştır. Ayrıca ABD ve İngiltere 1986 Mart'ında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin "Irak'ın İran'a karşı kitle imha silahları kullanımını eleştiren" kararlar almasını engellerler. Bununla birlikte, İran'a karşı kullanılacak silah, borç para ve kitle imha silahları (kimyasal ve biyolojik) sağlanmasına aracı olurlar…
Hazır iki komşu ülke, başta Siyonistler ve silah üreticileri yararına birbirini boğazlıyor iken, bulanık ve sığ suda balık avlamanın tam zamanı olduğunu düşünen Küresel Sömürü'nün katılımcıları, çalkantıyı hızlandırırlar:
Düşman ülkelerin sevk ve idaresinde olan bütün terör örgütleri gibi, Halkın Mücahitleri örgütü de İran'a karşı devreye sokulup 28 Haziran 1981'de Tahran'daki İslam Cumhuriyeti Parti Merkezi'nde, en büyük çaplı bombalama eylemini gerçekleştirir… Örgütleri idare eden istihbarat birimleri, eylemi bizzat gerçekleştirmiş de olsalar, bunu örgütlere "hibe" etmeleri geleneksel bir "tatlı ikramı" hükmü ve nezaketi(!) taşımaktadır… Sonuçta bu olayda, başta Cumhurbaşkanı, çoğu bakan ve milletvekili olmak üzere 73 kişi can verir. Bu olayın yaklaşık iki ay kadar sonrasında (30 Ağustos)da, başbakan ve yeni Cumhurbaşkanı, başbakanlıkta meydana gelen patlamada ölür…
ABD, Körfez Savaşının bitimine yakın 3 Temmuz 1988'de İran yolcu uçağını füzelerle düşürür ve 290 masum insanı katleder.
Sonuç itibariyle İran halkı bu büyük çaplı yıkımları birkaç günlük yas ile geçiştirip ulusal bütünlüğünü korumayı başarır…
Ve bugün İran nükleer güce erişebilmek için Pakistan'ın açmış olduğu yolda kararlı ilerlemesini sürdürmektedir…
Siyonizm mi çökecek, İran mı çökecek, zaman gösterecektir…
Korkunç zulümlerin çöküşleri de korkunç olacaktır.
İnsanlığın, çöken Siyonizm enkazının altında ezilip yok olmasını, yine insanlığın (zamanında göstereceği) kendi çabaları engelleyecektir…
"Olmasını istediğin şeylerin nazlanacağını, istemediğin şeylerin de direneceğini bil!... Azmi ve sabrı terk eden kaybeder." (Torlakon öğretisi)
3 – IRAK CEPHESİ
Irak tarafında ise bir başka yıkım yaşanır. 7 Haziran 1981 Pazar günü Bağdat'ın 18 km güneyinde bulunan inşaat halindeki nükleer reaktör 14 uçaklı bir İsrail filosu tarafından bombalanır. Santralin yapımında çalışan Fransız uzmanlara zarar gelmesin diye saldırı Pazar gününe denk getirilmiştir… Bu olaya tepkisini; "Uygun bir zamanda hesabını soracağım!" diye dile getiren Saddam hiçbir zaman bu olayın hesabını soracak gücü ve fırsatı bulamayacaktır. İran'a karşı başlattığı sekiz yıllık savaşın ardından harcadığı "savaş kredileri"ni ödeme zamanı geldiği halde, elde avuçta hiçbir şey kalmamıştır çünkü. Çözüm yolunun bir başka ülkeye saldırmaktan geçtiğini tavsiye eden "Küresel Sömürü"nün akıl vericileri, petrol zenginliğinin üstüne oturmuş üç buçuk şeyhin idaresinde, kolay ve hazır bir lokma gibi duran Kuveyt'i adres gösterirler…
Ve Irak 2 Ağustos 1990'da Kuveyt çöllerine yürür… Saddamın yeterince "dağıttığını" ve ülkesinin yıkılıp parçalanması için uygun bir konuma geldiğinden emin olan akıl hocaları;
"BU SADDAM DÜNYA'NIN BAŞINA BELA!!!..." diyerek 17 Ocak 1991 tarihinde "Çokuluslu güç" olarak isimlendirilen "Sırtlanlar sürüsü"nü Irak'ın üstüne sürmüşlerdir…
Durum birden tersine dönmüş gibi görünmektedir. Irak'ı İran üzerine saldırtan, silah ve para sağlayanlar, 12 Aralık 1991'de Irak'ı "İran ile olan sekiz yıllık savaşta" saldırganlıkla suçlamaktadırlar.
Sonuçta, Kuveyt'ten çekilmek zorunda bırakılan ve aylarca bombardımana tutulan Irak üç ayrı bölgeye bölünmüştür. Yıkıktır… Aç ve ilaçsızdır… Sefildir…
Garipliğe bakın ki; Kuveyt Dışişleri Bakanı 23 Ekim 1994 tarihinde "Sekiz yıl süren İran – Irak savaşı sırasında, ülkesinin Irak'a verdiği destekten dolayı" İran halkı ve devletinden özür diler… Bu da, Dünya'daki zengin ve kalburüstü pek çok kişinin, aslında geri zekalı ve aptallardan oluştuğuna açık bir örnek olsa gerek…
……………..
Güneydoğu sınırımızda Irak diye bir ülke ve Siyonistlere kafa tutan bir SADDAM yok artık. Siyonistlerin kendisi ve yalakaları var.
İşgale karşı direnenler çok azınlıkta kaldılar… Ülkesini terk ederek, Irak halkının özgürlüğü için savaşan ZERKAVİ'yi çocuklarıyla birlikte katletmek için evine yarım tonluk bomba attı vahşi işgalciler... Ülkemizdeki Siyonist sermayeli iletişim cazgırları (medya) da "CELLADIN SONU" diye müjdelediler O'nun ölümünü…
Saddam'ın, bayram arefesi sabahı asılmasının manası "Müslümanları dize getirdik!" demek içindi…
Yüzleri maskeli infazcıların, Saddam'ı asarken "Mukteda!. Mukteda!. Mukteda!..." diye bağırmalarının nedeni; İşgalcilere karşı direnen Suniler ile SADR yanlılarını birbirine düşürmek içindi… Bilindiği gibi, işgalcilere karşı sadece, 15 milyonluk şii nüfus içinde 5 milyon taraftarı bulunan Mukteda El SADR'ın adamları ve suniler savaşıyor…
Dolayısıyla, orada bağıranlar da büyük bir ihtimalle işgalci güçlerin (İnsan avcısı) katilleri. Ve bu katillerin Musul'da 17 Aralık 2004 tarihinde 5 polisimizi vahşice nasıl katlettiklerini hatırlayın. Polislerimizin kafalarını keserken de "Allahuakbar!" diye bağırıyorlardı…
Saddam'ın idam görüntülerinin anlattıkları ise sadece; işgalcilerin, Müslümanlar ve uluslar arası kamuoyunun anlamasını istediklerinden ibaret…
Nasıl duyulmasını istiyorlarsa, onları duyuruyorlar; nasıl görülmesini istiyorlarsa da, onları gösteriyorlar.
Bizdeki Siyonist sermayeli iletişim cazgırları (medya) da aynen öyle yapmıyor mu?...
"Özgürlük ve demokrasi getirme" bağırtıları eşliğinde insanlığı yok edenlerden, doğruluk ve iyilik ummak kadar dehşet verici bir gaflet olmasa gerek…
Yani, asıl görülmesi gerekenleri sadece işgalci güçlerin elebaşıları görüyor ve biliyorlar.
Hedefe ulaşmak için (yalan-dolan-iftira-iğfal-işkence-soykırım-şantaj vb.)her yolu denemeyi, yaşam biçimi edinmişlerdir.
Saddam'dan sipariş alarak yola çıktıkları ve hiçbir zaman da O'nun eline geçmesini zaten istemedikleri "Cehennem Silahı"nı oluşturan sekiz parçadan birini 1990 Nisan'ında, yine kendi kendilerini ihbar ederek Middlesbrough liman gümrüğünde yakalatmışlardı. Parasını peşin almışlardı nasıl olsa…
Buş'un "Fino köpeği" olarak adlandırdıkları İngiliz Başbakanı Blair'in, Irak'ta yapılan yanlış ve haksızlıklardan söz etmesi üzerine, 11 İngiliz yolcu uçağının Müslüman teröristler(!) tarafından, losyon-parfüm-bilmem ne abdestsuyuyla patlatılıp düşürüleceği yalanını uydurup alarmlar vermelerinin nedeni de; "Ulan Blair!... Sen neler söylüyorsun oğlum!!!... Biz, Müslümanları terörist olmakla, İslam ülkelerini de teröre destek vermekle suçlayacağız ki, oraları işgal ve talan edebilelim!..." diye uyarmak içindi…
Çanakkale'de dedelerimizin gösterdikleri azim ve kararlılık karşısında hem zıvanadan çıkmaları ve hem de pes ederek çekilmelerinin ardından Arapları kullanarak bizleri arkadan vurdurtacak ve güçlü silahlarıyla geçemedikleri Çanakkale'yi, ellerini kollarını sallaya sallaya geçecekler; daha sonraları da "Arap topraklarında kırk yıl şeyhlik yaparak kırk bin Hadis-i Şerif uydurduk…" diye itiraf edip gururlanacaklardı…
Hayatın gerçeği bir kez daha kendini gösterecek; APTAL'A ACIYAN OLMAYACAKTI…
Ve bir gün gelecek; Saddam'a yaptıkları işkence ve tecavüzler ile Dünya'ya duyurdukları yalanları dile getirecekler. Saddam'ın yakalandığının açıklandığı tarihe kadar günlerce işkence ve tecavüzlere uğradığını ve buna Buş'un da iştirak ettiğini itiraf edecekler. Fakat o zaman iş işten geçmiş olacak…
"Akıllı insan, gafletinin bedelini bir kez öder." (Torlakon öğretisi)
GELELİM TÜRKİYE CEPHESİNE
İslam ümmeti üzerinde esen sahipsizlik rüzgarları, Türk Milletini de adamakıllı bürümüş görünüyor…
Kurumlarımız, topraklarımız ve sularımız satılıyor…
Muhalefet yapmak, icraat yapmaktan çok daha kolay olduğu halde, ortada muhalefet yapacak kapasitede birileri bile görünmüyor…
"Cumhurbaşkanı'nın eşi başörtülü olabilir mi?" diye tartışıyorlar. Bir aklı başında vatandaş çıkıp da; "Yahu, bırakın başı kıçı!... Ülkeyi pazarlayıp satan bu tüccar zihniyet Cumhurbaşkanlığı makamına oturunca, satılan değerlerimizi geri kurtaracak mı?!..." diye sormuyor…
Koca Sultanımız Fatih Mehmet Han Ortaçağı kapatalı 550 seneyi geçtiği halde, kimileri "Meleklerin dişi mi yoksa erkek mi" olduğunu; kimileri de "Yellenirken hangi duaların edilmesi gerektiğini" tartışıyor…
Ortaya atılan bir çok tartışmanın yanında, Kavacıklı Dombay Mustan'ın; "Abi beah!... Dövlet yardım etse de, guru fasileyi çoğk yisek. Üreddiğimiz osurukları da ulusal boru sisdemimise bağlayıp, kendi gazımızı gullansak… Urusya'ya, bilmem kime bağımlılıhdan gurtulsah olma mı?" diye sorması bile daha masum ve mantıklı kalmaktadır…
"Seçim olsa hangi parti yüzde kaç oy alırmış?"mış… Ortada dolaşan kafaların kapasitesi değişmedikten sonra (Annen, annen, kadın annen) neye yarar ki?…
Sınır komşumuz haline gelen "Terörizm savaşçısı(!)" Küresel Haydut, Türkiye'yi rahatsız eden terör konusuna gelince, arka ayağıyla kulağını kaşımaya devam ediyor…
Türkiye'nin elini kolunu adamakıllı bağlamak için, on binlerce coniyi Ülkemiz sınırlarına yığdıktan sonra, Türkmenlere karşı bir soykırım yaptırmanın hesabını güdüyor…
Akdeniz'deki kalemiz Kuzey Kıbrıs, ihanetler eşliğinde elden gidiyor… Oysa, binlerce şehidimize mezar olan Kıbrıs'ımız birkaç hainin eline ve iradesine bırakılamaz…
Kuzey Kıbrıs Türkleri, kendi içlerinden çıkan Kahramanları DENKTAŞ'a ihanet ettirilmiştir…
Ve bu büyük insana birileri; "Sen git de kendi ülkene karış!" diye dayılanmıştır…
Kamuoyuna tavsiye ediyorum: Cumhurbaşkanlığı için önerilen isimlerin hiç biri o makamı hak etmiyor. Çünkü o makam, BAŞKOMUTANLIK MAKAMIDIR…
Şartları ayarlayın ve "Mücahit" Denktaş'ımıza rica edin de, bir dönem de ANAVATAN için Cumhurbaşkanlığı yapsın…
Müttefiklerimizin(!) Türkiye Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırmak için bir iç harp çıkaracaklarını, bunu bahane ederek de (Irak'a saldırtılan Çok Uluslu Güç gibi) Birleşmiş Milletler'i müdahaleye çağıracaklarını akıldan çıkarmamalıdır!…
Türkiye, müttefik olarak seçtiği ABD ve İsrail'e bağımlı bir savunma gücüyle kendini savunamaz!…
Ayrıca, Türkiye, müttefik olarak değerlendirdiği bu iki terörist devlet tarafından parçalanacaktır!…
"Asalaklar, kendilerini taşıyanların kanlarını emerek teşekkür ederler." (Torlakon öğretisi)
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı, güçlü ve tam bağımsız bir ülke olmayı istiyor olabilirler…
Oysa "Ankara'ya kadar (Arz-ı Mev'ud) bizim toprağımız" diyen Siyonistler ve onların destekçisi hristiyan alemi istemiyor…
Müslüman Türk halkını "İRTİCA" silahıyla sindirenler ve böylelikle Siyonist sermayenin önünü açanlar istemiyor…
Laikliği, Türk halkını ezme aracı olarak kullanan sahte kimlikli azınlıklar istemiyor…
Atatürk'çü, laikçi ve dinci kılıklarına bürünmüş Türk Düşmanları istemiyor…
"AB Sevdası" ayaklarıyla ülkeyi satan işbirlikçi ve hainler istemiyor…
Haktan gibi görünen hainlerin, zamanında ve çok iyi tahlil edilmeleri gerekiyor!...
Kardeş Pakistan başardı… İran başarmak için elinden geleni yapıyor… Irak çöktü… Türkiye ise mezarını kendi elleriyle kazıyor!…
Türkiye'ye yavaş yavaş kendi mezarını kazdırtıyorlar!!!...
Karabağ'da soydaşlarının katledilmelerine seyirci kalan zihniyet, Irak'taki Türkmenlerin katledilmelerine de seyirci kalacaktır!…
Saldırı gücüne haiz olmayan hiçbir savunma, savunma olamaz… Böyle bir şey ancak; kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağanın, bir kartalın pençelerinde yükselerek sarp kayalıklara atılıp parçalanmasına kadar geçerli olabilir…
Bizim Batı Toros Yörükleri şöyle derler: "Ak köpeğin, pamuk pazarına zararı olur".
Batı Toroslar'ın Koca Yörüğü Torlakon da şöyle diyor:
"İtlerle İttefik olunur, müttefik değil."
"Tarih mezarlığı, yanlış ata oynayan bahisçilerle doludur.
Kraldan fazla kralcı olanın ölümü de kralın elinden olur."
"Bütün bu söylediklerim kehanet değil. Ben de zaten kahin değilim.
Fakat, bütün ırmakların denize doğru aktığını da apaçık görüyorum…"
08 Ocak 2007
TÜRK FİLOZOF TORLAKON